GIG Ekonomisi ve Direniş: İşçiler “Kısa Süreliğine” mi Tarih Sahnesine Çıkıyor?

İnsan Kaynakları (İK) ideologları ve burjuvazi yıllardır düzenlenen ekonomi zirvelerinde ağzının suyunu akıtarak, işçilerin daha verimli olması için yeni bir model keşfettiğini anlatıyor. Burjuvazinin gizli Malthusçu olduğunu, damarlarında bu virüsün gezdiğini iddia etmek, hiç de büyük laf etmek olmasa gerek. Yaşlıların ölümünü doğal bulan burjuvazi, insanın ömrüne ömür eklemeye, onu yüz yıl yaşatmaya karar verdi. Onlara göre insanlar 100 yaşına kadar yaşayabilir, 70 yaşından sonra da çalışmak zorundadır. Çünkü sigorta ve sosyal güvenlik kurumları yaşlıların bakım masraflarını ve emekli maaşlarını artık üstlenmek istemiyor. Burjuvazi kâr oranını artırmak, emek piyasasını kızıştırmak, örgütsüzlüğü yaygınlaştırmak, son nefesine kadar işçileri sömürebilmek için yeni araçlar icat etmeye devam ediyor. GIG Ekonomisi, kapitalist çalışma düzeninin yeni bir hali olarak emekçilerin gündemine girmeye aday.

“GIG ekonomisi sayesinde işçi ücretleri aşağıya çekiliyor”

GIG ve serbest çalışma gelişmiş kapitalist ekonomilerdeki payı günden güne gelişiyor. Mckinsey raporuna göre Amerika, Birleşik Krallık, Fransa ve İsveç’te işçi nüfusunun “kendi hesabına çalışan işçiler” oluşturuyor. Bu işçilerin yüzde 15’i kapitalistler ile dijital platformlar üzerinden bir araya gelerek iş anlaşması yapıyor. Aynı rapora göre bu iş pazarının 204 milyar dolar iş hacmi olduğunu, önümüzdeki yıllarda bu hacmin 455 milyar doları bulabileceği öngörülüyor. Bu sayının gelecekte artacağını, kapitalistlerin bu platformlar üzerinden işçi bulabileceğini söyleyebiliriz. Dijital platformlar üzerinden iş anlaşmalarının yaygınlaşması nedeniyle platform kapitalizm kavramının da kullanıldığını söyleyebiliriz.

GIG kelimesinin etimolojik kökenine indiğimizde, kavramın müzik emekçilerinin kısa süreli sahneye çıkmasını anlatmak için üretildiğini görüyoruz.  İşçilerin kısa süreli işler alarak çalıştığı bu çalışma rejimine GIG Ekonomisi diyebiliriz. Bu çalışma düzeninde işçiler, bazı dijital platformlara üye olarak ya da kapitalist ile parça başı anlaşarak emek gücünü ve yeteneklerini satmaya çalışıyor. Bu dijital platformların varlığı, patronlara sınırsız ve hukuki sorumluluktan uzak bir sömürme özgürlüğü tanıyor. Dünyada birçok gelişmiş kapitalist ekonomi, bu aşamayı test etti, kullanmaya başladı. Hollanda’da bir plaza yönetimi, cam silme işini otuz vergi mükellefine vermiş. Vergi mükellefi dediğimiz insanlar ise temizlik işçileri. İşçiler Hollanda’da bir şirket kurarak bu işleri yürütmeye başlamışlar.[1]

Asgari ücret, bir işçinin, üretim sürecine katılmasını sağlayabilecek kadar hayatta kalmasını sağlayan ücrettir. GIG ekonomisinde amaç, ücretlerin düzeyini yükseltmek değil, düşürmektir. Bu çalışma rejiminde işçiler herhangi bir sabit ücret almadan, parça başı iş yaparak para kazanmaya çalışıyorlar. GIG ekonomisinde işçilere istediği zaman ve istediği kadar çalışma özgürlüğü verileceği iddia ediliyor. Bazı dijital platformların algoritmalarında belli parça başı işi yapmayan ve sürekli çalışmayı reddeden işçiler sistemin dışına itilebiliyor. GIG ekonomisinde kapitalistler, işçilere yüksek maaş ve primler vaat ediyor. İşsizlik ve borçluluk nedeniyle çok sayıda işçinin GIG ekonomisine katılmak istediğini söylemek yanlış olmaz. Ancak, talepten fazla arzın olduğu durumlarda ücretler de düşecektir.

Statüsüzlük sınıf bilincini belirliyor

Kapitalizm kâr oranlarının düşme eğiliminin önüne geçmek ve sınıf olarak davranma kültürünü törpülemek için çeşitli stratejiler izlediğini görüyoruz. GIG ekonomisinde çalışan işçiler hukuki statüleri nedeniyle sadece işverenler sendikasına üye olabiliyorlar. Kapitalist onu işçi statüsünde değil, çözüm ortağı ya da servis sağlayıcı olarak tanımlıyor. Sınıf olarak davranmak, sadece bir gruba mensup olmak değildir; sınıf bilinci bir üyelik eylemi sonucu da oluşmaz. İliklerine kadar işçi olan bu çözüm ortakları ve servis sağlayıcıları, statüsüzlük nedeniyle sınıf olarak hareket etmenin çok uzağında duruyorlar. Çıkarını ve geleceğini çalıştığı şirketin var olmasında görürken, aslında mensup olduğu sınıfa da bir ölçüde yabancılaşıyor.  

Bu çalışma rejimi sayesinde burjuvazi işçi çalıştırmanın hukuki sorumluluğundan uzaklaşırken, işçilere istediği kadar çalışma, istediği zaman çalışma, istediği şirkete çalışmak gibi “bir özgürlük” sunuyor. Karl Marx, “Emek gücünün hiçbir sınırlama olmadan herhangi bir süre için satılmasına izin verseydi, kölecilik hemen geri gelirdi. Bu tür bir satış, örneğin kişinin tüm ömrünü kapsasaydı, onu bir çırpıda işverenin ömür boyu kölesi haline getirirdi,”[2] önermesinde bulunmuştu. Enflasyonist etkinin emekçilerin bir dakika bile boş kalmasına izin vermediği bu dönemde, bir dakika çalışmamak borçların katlanması ve aç kalma anlamına geliyor. GIG ekonomisinin verdiği özgürlüğün bir yanılsama olduğu çok açık. Çalıştığın kadar var olunan bu rejimde, işçiler ne yıllık izin alabiliyorlar, ne de kıdem tazminatına hak kazanıyorlar. Bu ekonomi sayesinde, kıdem tazminatı, bir “usul anlaşması” ile tamamen ortadan kalkabilir. Bütün pratik uygulamalara baktığımızda bu ekonomide amaç, usul sözleşmesini de devre dışında bırakmadan, işçi başına düşen maliyet kalemini asgari ücretin altına çekmek.

Burjuvazi bütün sosyal kurumları tasfiye ederken, mezarda emekliliği dayatırken, GIG ekonomisi saldırısıyla, mezara kadar işin dayatılacağını öngörebiliriz. “Köleliğin” yeniden gündeme alınması, form değiştirerek çalışmanın hayatımızda başka bir anlam kazanması mümkün. GIG ekonomisinde işçilerin birer şirket olması, patron sınıfının kültürü ile donanması bekleniyor. Şirketleşen işçi bir anda vergi mükellefi olurken, meta üretimi için kullanılacak bütün araç ve gereçlerin mülkiyetine sahip oluyor. Bu mülkiyet sahipliği işçi ile patronun ilişkisi arasında herhangi bir eşitlik sağlamazken, iş güvencesinin de ortadan kalkması ile daha kırılgan bir çalışma rejimin in inşasını pekiştiriyor. GIG ekonomisinde işçinin tek bir şirkete bağlı olmadan çalışması hedefleniyor. Böylece işçi hayatta kalabilmek için bütün yeteneklerini geliştirmek, bu sert çalışma rejiminde daha saldırgan olmak zorunda kalabilir. İnsan Kaynakları ideologları, bu süreci “Avlanmaya ve avlamaya daha çok ihtiyacınız olacak!” diyerek tanımlıyorlar. Ölümüne çalıştığımız bu dönemde, işçinin omzunda bu yükün onun ruhsal ve fiziksel sağlığına ne kadar çok zarar vereceğini tahmin etmek hiç zor değil.

“Gençler şımarık, egoları şişik; GIG ekonomisi bu nedenle yükselişte!”

Sosyolojik olarak işçileri kuşaklara ayırmanın bilimsel bir yöntem olmadığını, reklamcılık sektöründen bize miras kalan bu kavramın GIG ekonomisinde önemli bir yer taşıdığını söyleyebiliriz. İK ideologları ve kapitalistler, genç işçilerin şirketlerde tutunamadıklarını, kısa süreli çalıştıktan sonra, “maymun iştahlı” davranarak işten çıktıklarını iddia ediyorlar. İK ideologları ve kapitalistler genç işçileri “öncelikleri ve amaçları olması nedeniyle şişkin EGO’lu” olmakla suçluyorlar. Bunun nedenleri bu yazıya sıkıştırılmayacak kadar uzun ve geniş. Genç işçiler borçluluk statüsü ile girdiği çalışma hayatında, her zaman iyi maaş arayışında oluyorlar. Bu arayışın nedeni ne gençliğin “şımarık” olması, ne de iş beğenmezliğidir. Oysa onlar, GIG ekonomisine yönelimin en büyük nedenlerinden birinin işçilerin bu hallerinin olduğunu iddia ediyorlar.

Parça başı işçilik her ne kadar kapitalizmin ilk dönemlerinde ortaya çıkan bir olgu olsa da, yeni bir kavram olarak hayatımıza girmese de, parça başı işçiliğin dijital platformlar üzerinden yapılması yepyeni bir tarzın olduğunu gösteriyor. Devletler platform kapitalizmin yaygınlaşması nedeniyle, vergi kaçağının engellenebilmesi için ekstra önlemler de alınıyor. Bir işçinin bir saniyesinin boş geçmesi, artı değere el konulamaması, ana akım iktisat tarafından atıl kaynakların daha iyi değerlendirilmemesi anlamına geliyor. Şirketler GIG ekonomisinde daha fazla artı değer miktarına el koyabilmek için onlarca yazılım geliştirdiler. Şirketlerin elinde milyonlarca işçinin performansını değerlendiren veritabanı mevcuttur. Görüldüğü gibi, işçiler çalışırken veri oluştururken, şirketler bunun üzerinden de bir kâr sağlamaya başladı. Bu süreç aynı zamanda bir veri madenciliğini dayatıyor.

Bu çalışma rejiminin yaygınlaşmasının önemli nedenlerinden biri de, işçi ölüm ve kazalarında şirketlerin herhangi bir yaptırımdan uzak kalma isteğidir. İşçi sağlığı ve güvenliği önlemleri işverenler için maliyeti yüksek, takibi zor bir masraf kalemi haline gelmiş durumda. Her ne kadar dünyada bu kavram hukuken tartışılsa da, mahkemeler henüz işçi aleyhine kararlara imza atmasa da, bu çalışma tarzının yaygınlaşması ile anayasanın ve iş yasalarının yeniden yazılacağını öngörebiliriz.

Yerin altından uğultular geliyor!

Küresel kapitalizmin yükselişi ve ticaretin dijital platformlar aracılığı ile yaygınlaşmasıyla taşımacılık iş kolunda GIG ekonomisine bir yönelim başladı. Türkiye’de bazı taşımacılık şirketlerinde ve dijital platforrmlarda “kendi hesabına çalışan esnaf kuryeler” maaşlarına yapılan zammı kabul etmeyerek kontak kapatma, yol kesme ve iş bırakma eylemi yaptılar. Covid-19 pandemisi yüzünden herkese evde kalması tavsiye edilirken, kuryeler temel ihtiyaçlarını temini için durmaksızın çalıştılar. Pandemi boyunca performans ve verimlilik beklentisi rafa kalkmadı. Ölümüne çalışan kuryelere, hayatta kalmalarını bile sağlayamayacak bir zam dayatıldı. Onlar da haysiyetlerine ve statü mücadelelerine sahip çıktılar.

Kaplanlar ve köstebekler bir araya geliyor!

İşçiler direnişlerinin temeline zammı alırken, GIG işçiliğini de hedef almayı başardılar. Statüsüzlüğün ve istihdamsızlaştırmanın karşısında durarak yeni bir yol açtılar. Toplu iş sözleşmesinde anlaşmazlık durumunda işçi sınıfının bir silahı haline gelen iş bırakmanın meşruiyetini tekrar hatırlattılar. Bu kazanımdan ve iş durdurmadan etkilenen işçiler, iş bırakmaya başladılar. Bu çoban ateşi bir kere yandı; işçilerin toplu iş sözleşmesi sendikacılığı yapan yapıları da dönüşüme zorlayacakları kesin gibi duruyor. Türkiye’deki işçi mücadelesinin temel dinamiklerini incelediğimiz zaman, kitlesel eylemlerin hantal sendikal yapıları da hedef aldığını görebiliriz. İşçilerin en büyük taleplerinden birinin istihdam edilmek olduğunu görüyoruz. Çoğu işçi esnaf kurye modelinden usanmış halde, güvenceli ve maaşlı bir işin hayalini kuruyor.

Gelecekte toplu iş sözleşmesi sendikacılığının rafa kaldırılacağı artık kesin gibi duruyor. Kastettiğim Toplu İş Sözleşmesi (TİS) süreçleri değildir; sadece bunu merkeze alan sendikal süreçlerdir ve yapılardır. Türkiye’deki örneğine baktığımız zaman, Umut Sen yıldızı parlayan bir siyasal odak haline gelmeye başladı. Her ne kadar bütün eylemcileri yönlendirecek kadar güçleri olmasa da, sendikalardan daha fazla ilgi odağı oldukları bilinen bir gerçek. Eksikleri yok mu, var, ama çokça eleştirerek, çokça kızarak, çokça darılarak destek olmakta fayda var. Sınıf hareketinin geleceği, TİS ve iş kolu sendikacılığında değilmiş gibi gözüküyor.

Sendikal yapılar için GIG işçiliği, nereye koyacaklarını ve nasıl anlamlandıracaklarını bilmedikleri bir kavram. Oysa onların varlığı ve mücadeleleri, sınıf mücadelesi için sonsuz imkânlar barındırıyor. Bu kavramın gelecekte çalışma dünyası ve sınıflar arası ilişkilere kesinlikle damga vuracağını düşünüyorum. Çalışmanın yeni formu GIG işçiliği olabilir. Yeni çalışma biçimleri yeni örgütlenme tarzları doğuruyor. Kapitalistler ne kadar yaratıcıysa, işçiler de o kadar yaratıcı olmak zorunda. Pandemi öncesi mekânsal ayrılıkların sınıf mücadelesinin önünde büyük bir engel olduğu yazılıp çizilirdi. Oysa bunun da bir imkân barındırdığı su götürmez bir gerçek! Şartlar oluştuğunda birbiri ile ortak mekânda bulunmayan onlarca işçinin, klakson sesiyle eyleme geçtiğini görmek heyecan verici. İşçiler üye olarak, toplu iş sözleşmesi öncesi zam tartıştıkları bir sendikaya artık değer vermemeye başladılar. İşçiler, sendikal pratiklerin işgal ve iş bırakma ile birleşmediği zaman etkili olmadığının farkına vardılar. Eskiden hukuk önünde aradıkları meşruiyeti, artık sınıf bilinçlerinde ve toplumun vicdanında aramaya başladılar.

Bu mücadelelere çok büyük anlamlar yüklememeliyiz, her an sönebilir. Bu mücadelelere çok anlam yüklemeliyiz, gelişebilir ve sınıfı mücadelesini dönüştürebilir. Gelecek bizi düşünmeye, yeni kavramlar için kafa yormaya davet ediyor.


[1] Bu örneği benimle paylaştığı için DİSK Uluslararası İlişkiler Müdürü Kıvanç Eliaçık’a teşekkür ederim.

[2] Karl Marx, Ücret, Fiyat ve Kar, Yordam, 2019, s. 55.