Berat Albayrak’ın Burası Çok Önemli kitabı ilginç anekdotlar içeriyor. Evvela, Türkiye’nin ‘’hayallerin dahi ötesinde kalkındığı’’ bir gerçek olarak ele alınıyor. Fakat esas vurgu yapılanlarda değil, olacaklarda. Şöyle ki; içsel ve dışsal düşmanlardan ötürü çok badire atlatmış olan ve bu sebeple istenilen ekonomik kalkınmayı aslında pek de gerçekleştirememiş olan Türkiye’nin -AKP iktidarının demek istiyor galiba- önündeki yirmi yıllık süreç, eski dünya düzeninin, sınırlarının, güç dengelerinin değişeceği bir süreç olarak tahayyül ediliyor. Ülkenin ve coğrafyanın son birkaç yüzyıldaki makûs kaderini kökten değiştirecek bir süreç öngörüyor Albayrak; Cenab-ı Allah’ın yardımıyla. Nasıl olacak peki bu? 287 sayfa kitabın son 11 sayfasında açıklanıyor.
Dünya, iki yüz yıldan uzun bir süredir, en çok medeniyetimizin -Osmanlı- ve coğrafyamızın -Osmanlı coğrafyası- etkilendiği ağır bir travma yaşamıştır, kadim kültür yağmalanmış, yıkılmıştır. Bundan beş yüz yıl öncesine kadar bir ucunda Osmanlı’nın, diğer ucunda Çin’in olduğu ticaret ve ekonomi cenneti, sömürgeleştirilmiştir. Ve fakat, artık beş yüz yıllık ekosistem değişmektedir; Doğu coğrafyası yeniden her bir şeyin merkezi olacaktır. Biz, ‘’Türkiye Cumhuriyeti olarak köprüyü geçtik!’’ yazıyor Albayrak –sırat köprüsü olsa gerek; artık, dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri olma sürecimiz ‘’başlayacak’’… Önümüzdeki yirmi yıl içinde, süreci doğru yürütebilirsek -burada AKP sermayesine sesleniyor sanırım- ülkemizin dünyadaki ilk beş ülke arasına girdiğine şahit olacağız… Esas mesele şurada yatıyor; bunları başarabilmemiz için, ‘’dünyanın, tüm toplumların yaşama hakkını savunacak ve yüceltecek müesses kadim bir medeniyet tasavvuruna ihtiyaç var’’. Albayrak tam da ‘’diriliş’’ retoriği tutturmuş gidiyor dediğim sırada, ‘’bir şair demiş ya hani; bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan’’ diye yazmış. İsmet Özel’den almış ilhamını.
İsmet Özel de, Sezai Karakoç’un ‘’babası’’ olduğu Diriliş hareketinin yazarlarından. Albayrak’ın kaleminde Yitik Cennet yazarı Karakoç’un ideasının yansılarını yakalamak zor değil. Yani, kaybettiğimiz İslâm medeniyetinin yıkıntıları arasından dirilecek, bu imtihanın nihayetinde de Hakikat Medeniyeti haline geleceğiz. Sınıfsız kitle halinde yalnızca Tanrı kulu olmakla övüneceğiz. Peki şimdi, o vakte kadar ne etmeliyiz? Sezai Karakoç yazmıştı bunu Yitik Cennet’te; bıçak ve kurban psikolojisini bir bayrak gibi taşı, bekleme ve umma, hakikat ülküsü uğruna şehit ol, kurban psikolojisini hiç yitirme, nefsini boğazla, düşüş başa gelince umutsuzluğa düşme, mürid olarak şeyhine teslim ol… Nihayetinde, diriliş fecrinin Sûr’unu bu insanlar üfleyecektir ve Özülke’ye kavuşulacaktır… Sabır, tevekkül, rıza…
Anlaşılan Albayrak, seslendiği kitleyi ‘’diriliş sınavına’’ tabi tutarak ‘’biz bugün de varız, yarın da’’ diyor. Halbuki AKP iktidarının sıklıkla kullandığı söz, ‘’biz bugün varız, yarın yokuz’’ idi. Genellikle ekonomik kriz zamanlarında Recep Tayyip Erdoğan tarafından kullanırdı bu söylem; o kadar sık kullanıldı ki mottolaştı. Bakanlar, milletvekilleri, hatta ilçe teşkilatları dahil, referansı Tayyip Erdoğan olarak dillendiregeldiler ‘’biz bugün varız, yarın yokuz’’ lafını. İlginçtir, Albayrak, 2018’de, Hazine ve Maliye Bakanı görevini Mehmet Şimşek’ten teslim alırken, o zamana kadar dillendirdiği bu söylemi tersine çevirmiş; ‘’Biz bugün varız, yarın yokuz yok. Bugün buradayız, yarın başka bir yerdeyiz’’ demişti. Yine aynı teslim töreninde, Türkiye Cumhuriyeti Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nı Fatih Dönmez’e teslim ederken, ‘’biz bugün varız, yarın yokuz’’ söylemini tekrar kullanmıştı. Anlaşılan AKP literatüründe, ‘’yarın yokuz’’, bir görev ilga edildiğinde kullanılan, varlık-yokluk meseline dair bir retorik. Genellikle kriz zamanlarında ihtiyaç duyulan, İslâmi bir atalet, sebat ihtiva eden oluş hali. Burası Çok Önemli’deki diriliş anlatısı, ‘’yarın da varız’’ söyleminin geri gelişini ‘’müjdeliyor’’. Bugün de varız, yarın da…
Hâlbuki artık Türkiye’nin çoğunluğu, AKP iktidarının ve ittifakının dayattığı ‘’diriliş sınavında’’ ‘’yok oluyor’’. Kemal Can’ın dediği gibi ‘’ekmek de hayat da eksiliyor’’. Yarına dair konuşmak çoğumuz için mümkün değil, bugünün nasıl nihayete ereceğinden emin değiliz. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın son faaliyet raporuna bakıldığında, 20 milyondan fazla insanın sosyal yardıma muhtaç halde olduğu, bir o kadar kişinin de gıda yardımına gereksindiği; Tüketici Hakları Derneği’nin açıklamalarıyla, yaklaşık 50 milyona yakın insanın, yoksulluk sınırında olduğu görülüyor. Bu sayı da gittikçe çoğalıyor. Albayrak’ın kitabındaki diriliş retoriğinin seslendiği ortam bu. İnsanlar açlıktan, yoksulluktan ölüyorlar. Çocuklar, ellerinde oyuncaklar, üstleri yırtılmış, çıplak ayaklarla çöplerin üzerlerinde yorgun bakışlarla, gözlerinde nefretin gölgesi, oturuyorlar. Ve ölüyorlar. Kamusal alanda görünür olmanın kısıtlandığı, özgürce konuşma, dolaşma, eleştirme ortamının elimizden alındığı, siyasi aidiyetlerimiz ve cinsiyetlerimiz üzerinden nefret söylemlerine, ölüme mahkûm edildiğimiz bir ortamda, neşemizle, umudumuzla, vicdanımızla yok oluyoruz. Albayrak’ın seslendiği kitle biz değiliz; o halde biz, onlar için yokuz.
Fakat “Şurası da Çok Önemli”; yine de her türlü sömürüye ve baskıya karşı, siyasi mücadelelerimizle ve dayanışarak, bugün de varız, yarın da var olacağız.