1979’dan bu yana beş yılda bir ve doğrudan yapılır Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri. Ondan önce Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi gibi üye devletlerin ulusal parlamentolarından vekiller katılırdı AP toplantılarına.
AP, AB Komisyonu ve esas karar mercii AB Konseyi ile birlikte AB’nin temel kurumlarından biri. Ne var ki “parlamento” sözcüğünün çağrıştırdığının aksine yasama görevi son derece kısıtlıdır ve sınırları diğer iki kurumca belirlenir. Tam da bu yüzden AP seçimleri AB yurttaşlarınca kendi ulusal parlamento seçimleri ayarında değildir ve AB’liler bunu bilerek oy kullanır ve çoğu zaman da kullanmaz. Katılım oranı kıtada yapılan envaiçeşit seçime kıyasla hep düşüktür. 9 Haziran 2024 seçimi bu eğilimi değiştirmedi ve katılım yüzde ellinin bir gıdım üzerinde kaldı.
Oy kullanan AB yurttaşlarının oy vermedeki esas kıstası ulusal siyasettir, AB hedefi ve AB’nin geleceği daima ikincildir. Ya da AB hedefi kimi sol ve sağ partilerin günah keçisi konumundadır. Bu partilerin adayları, tuhaf bir şekilde, parlamentoya AB karşıtı köşeli laflarla seçilir, beş yıl boyunca dolgun maaşını alır, meclise uğramaz, sağda solda AB’ye mütemadiyen hakaret ederler.
Seçimlerin ve parlamentonun ne işe yaradığına bakarsak, bu yoklama sonucunda parlamentoya ilaveten Komisyon da değişir. Yeni yasama, Komisyon’un yeni üyelerini ABD’de olduğu gibi sözlüye çeker, kimi Komisyon üyesi adayı reddedilebilir.
AP’nin bu işlevinin yanı sıra tek karar mercii olduğu en hayatî görevi trilyon avroluk AB bütçesini onaylamaktır. Yasama anlamı taşıyan kanun teklifleri bağlayıcı değildir, ancak Komisyon ve/veya Konsey ile birlikte sundukları ortak teklifler, konunun ne kadar federal ne kadar hükümetlerarası olduğuna bağlı olarak kanun mertebesine gelebilir.
AP, Birliği ilgilendiren her konuda görüş bildirir ancak görüşleri daha ziyade kamuoylarına ve sivil topluma hitap eder, belirttiğim gibi bağlayıcı değildirler.
Bu seçimlerde anketlerin öngördüğünün aksine aşırı sağcı güçler genelde kazanımlar elde etse de anketlerden çıkan dip dalgası gerçekleşmedi. Fransa’da Ulusal Birlik oyların neredeyse üçte birini alarak yeni parlamentoda en güçlü grup olarak yerini sağlamlaştırdı. İtalya Başbakanı Giorgia Meloni'nin İtalya Kardeşleri de benzer şekilde yükselişe geçti ve seçmenlerin dörtte birinden fazlasının oyunu aldı. Böylece AP’de yelpazenin en sağında yer alan iki grup, Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri (ECR) ve Kimlik ve Demokrasi (ID) grupları, mecliste 131 sandalyeye sahip olacak.
Ne var ki bu gruba Almanya için Alternatif’in (AfD) 15 milletvekili, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın Fidesz partisinin 10 temsilcisi, Polonya’nın Konfederasyon partisinin altı üyesi ya da Bulgaristan’ın Kremlin yanlısı Revival partisinin üç üyesi dahil değil.
Eğer aşırı sağ tek bir grup oluşturabilseydi, geleneksel olarak baskın olan Avrupa Halkları Partisi’nin (EPP) ardından parlamentodaki en büyük ikinci güç olurdu. Aşırı sağ partilerin karakteristiklerinden biri aşırı milliyetçi olmaları; bu yüzden diğer ülkelerin ve genellikle komşu ülkelerin aşırı sağ partileriyle aynı gruba dahil olmaları nefret üzerine kurulu fıtratları gereği mümkün değil. Diğer deyişle faşistler, hele kendi ülkelerini ilgilendiren konularda diğer faşistlerle birlikte hareket edemez.
Bir diğer sonuç, Yeşillerin çöküşü oldu. Fransız Yeşilleri son otuz yılın en kötü performansını sergiledi. Ucu ucuna parlamentoya girdiler. Alman Yeşilleri ise 2019’da ikinci geldiydi, şimdi aşırı sağcı AfD ikinci. Yeşillerle birlikte liberal sağın hatırı sayılır oy kaybı AP’nin çalışmalarına yansıyacaktır. Ama 2019 parlamentosundaki dengeler ve en büyük üç grup, Avrupa Halkları Partisi, Avrupa Sosyalistleri ve liberal Renew Europe arasında, kritik oylamalarda bulunan koalisyonlar değişmeyecektir. Zira son tahlilde, bu üç büyük grup ile Yeşiller AB taraftarı, diğer bütün irili ufaklı sağ ve sol gruplar ile bağımsız vekiller AB karşıtıdır.
Gelelim AB’nin dinamosu tabir edilen Almanya ve Fransa’ya! Herhalde bu iki ülke AP seçimlerinden en çok sarsılan üye ülkeler oldu. Almanya’da yıllardır yükselişte olan AfD doğum yeri olan eski Doğu Almanya’yı sildi süpürdü. Almanya haritasına baktığımızda eski Batı ve Doğu Almanya ayan beyan görünüyor. 1945’ten bu yana soykırımcı geçmişiyle nispeten yüzleşebilmiş Batı Almanya’nın aksine Doğu Almanya, birleşme sonrasında sözkonusu yüzleşmeden azad edildi. 1945-1989 yılları arasındaki Stalinci tercihleri sayesinde topluma unutturduğu büyük suçun artçıları bugün AfD vasıtasıyla paldır küldür rücu etmiş halde. Buna, Filistin Soykırımı’na verilen ahlâksız tepki sayesinde ülkenin tümüne hâkim olmaya başlayan yabancı, Arap ve Müslüman düşmanlığı ile iklim değişikliği inkârcılığını eklediğimizde nurtopu gibi popülist bir siyasa ortaya çıkıyor.
Bu siyasanın ikizi Fransa’da baş göstermiş halde. Üstelik ülkeyi “seçilmiş kral” gibi yönetmeye çalışan Macron’un fahiş hatalarıyla artık yönetilemez hale gelen Fransa’da AP seçimleri görülmemiş bir şok yarattı. Macron’un aldığı Ulusal Meclisi fesih ve bu ay sonunda erken seçim kararını da bu şok bağlamında değerlendirmek gerekiyor. Macron’un zaten tükenmiş yönetimini Nisan 2027’ye kadar idare edecek taze kana ihtiyacı var. Ne var ki aranan kan klasik sistem partilerinde bulunamayabilir. Paramparça muhalefet ise milletvekili seçimlerinde, hemen ilk turda tek sol ve çevreci aday çıkarmaktan başka çaresi kalmadığını idrak etmiş durumda, bakalım becerebilecekler mi?
Filistin Soykırımı bağlamında İrlanda, İspanya, Slovenya dışında ahlâki iflas yaşayan Avrupa ülkeleri bu tutumlarını AP seçimlerine yansıtmış gibi görünüyor. Almanya ve Fransa’da şekillenen popülist ucubeler, mâlum aşırı sağ tınılarının ötesinde, yabancı, Arap, Müslüman düşmanlığında vücut bulan Haçlıvarî, İsrailperver, derin ve yeni bir Batıcı (ya da Kuzeyci) üstencilikle temayüz ediyor.
Bugüne kadar hiçbir AP seçimi, herhalde, bu kadar anlam yüklü olmamıştı.