Sağlık Çetesi

Sağlık ile çete kelimelerinin yan yana gelişini tahayyül etmememiz gerekirken varıp geldiğimiz yer “Yenidoğan Çetesi” oldu.

Cehennem bu değilse başka nedir ki?

Öyle ya “yaşamak sırası sende” diyerek dünyaya gelen/getirilen yenidoğanların, tıbbi gereklilik olmadığı halde, sırf Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan daha çok para alabilmek için gereksiz yere yoğun bakım ünitelerinde tutulduğunu, çocukların ailelerinden çeşitli gerekçelerle haksız gelir elde edildiğini, bu rezillikte bazı bebeklerin yoğun bakımlarda hayatını kaybettiğini ve tüm bunların mesleklerinin gereği yaşatmak olan sağlık çalışanları, hekimler tarafından yapıldığını insan aklı tasavvur edemiyor.

Ne iyi ki tasavvur edemiyor - ki bu nedenle mevcut bataklıktan çıkma şansımız halen var.

Toplumsal vicdanı derin biçimde yaralayan bu tür olaylardan sonra sıklıkla bu suçların faillerinin bizden olmadığı iddia edilir. Tanımlanan biz hali ise etnik köken, inanç ya da mesleki bir grup olabilir. Kendi kimliğinin saf ve temiz olduğunu zannedenler, böylesi bir suçun kendi kimliklerinden birileri tarafından işlenebileceğini tasavvur edemezler ve bu kişileri dışlayarak kendi kimliklerini temize çıkarmaya çalışırlar. Kuşkusuz “öteki”ni suçlu ilan etme hali, pek çok zaman, kimi grupları hedef göstererek konunun tartışılmasını da engelleme amacını taşır. Tıpkı Adalet ve Kalkınma Partisi eski MKYK üyesi Mücahit Birinci’nin Yenidoğan Çetesi hakkında, “Çete mete değil. Türk milletinin geleceğine kasteden Siyonist bir terör örgütüdür” dedikten sonra hızını alamayarak, “Bu örgütün geçmişte neler yaptığı, kaç Türk bebeğin katledildiği araştırılmalı! Tabipler birliği bir hususu görmezden geliyorsa, Siyonistler hemen işin arkasındadır” demesi gibi…[1]  

Daha önemlisi eğer toplumun böylesi affedilmez bir suçu yaratan ortamla yüzleşmeye takati yoksa ya da bu suçu var eden ortamı yaratanların arzu ettiği biçimde konunun nedenlerinin tartışılması istenmezse böylesi suçları işleyenlerin insan olmadığı, ya da akıl – ruh sağlığı hastalığına sahip olduğu iddia edilir -ve ruh sağlığına sahip hastalar haksız yere itham edilir. Tıpkı Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun bu suçları işleyenleri, “İnsanlıktan nasibini almamış kişiler bunlar. Gerçekten canice ve kabul edilemeyecek bir çete” sözleriyle tanımlamasında olduğu gibi...[2]

Oysa ne konu hakkında Türk Tabipleri Birliği susmuş, ne de olaya Siyonistler karışmıştı. Öte yandan tarihte yaşanan büyük utançlardan birisi olan Yahudi soykırımı, bu suçu işleyen Nazi subaylarının -Sağlık Bakanı’nın Yenidoğan Çetesi failleri hakkındaki tespitlerinin aksine- gayet “normal” insanlar olduğunu ve hatta pek çoğunun evde sevecen bir eş, iyi bir anne-baba ve hatta klasik müzik dinlemekten zevk alan yüksek kültür seviyesine ait kişiler olduğunu gösterdi. Hannah Arendt’in yazdıkları ve The Zone of Interest filminin gösterdikleri görmek, duymak, bilmek isteyenlere kötülüğün ne kadar sıradan olabileceğini gösteriyor. Tıpkı “Yenidoğan Çetesi” gibi…

Önce Kendi Mahallemiz

Kötülüğün sıradan olması bir toplumun başına gelebilecek en kötü durumdur. Çünkü sıradanlık kanıksanmışlık demektir. Ancak bu sıradanlık, “doğası gereği” olan bir durum ya da sonuç değildir. O nedenle hiç kimse, yenidoğan bebeklerin öldüğü şu ortamda ölen çocukların en azından anne ve babalarına empati yapma nezaketini dahi göstermeden, “piyasa sistemi içerisinde bu tür etik ve kanun dışı işlemler işin doğası gereği sık” falan demesin.[3]

Çünkü bu cümle her şeyden önce piyasa sistemi içerisinde yaşanan etik sorunları doğallaştırır, kanıksanmasına yol açar ve onları sıradanlaştırır. Kötülüğün sıradanlığı tam da böyle kişisel ve örgütsel sinik tutumlarla gelişir ve yetkinleşir. O nedenle toplumsal yapıda infiale yol açan bu tür büyük utançlar karşısında herkes önce kendi evini, sokağını, mahallesini gözden geçirmelidir. Çünkü -Yeni Türkü’yü anarak ifade edeyim ki- halen yolumuz bozkırlardan geçiyor olsa da bilelim ki denizlere ancak o kirli sokakların, bizatihi o sokaklarda yaşayan insanlar tarafından temizlenmeye başlamasıyla çıkmak mümkündür. Bu nedenle Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı Dr. Alpay Azap’ın, olaya karıştığı iddia edilen hekimleri ve sağlık çalışanlarını kastederek, “Burada sadece sistemin çürümediğini insanın da ne denli çürüdüğünü gördük” saptaması önemlidir, değerlidir.[4] Benzer biçimde Türk Tabipleri Birliği çatısı altında yer alan uzmanlık derneklerinin ortak açıklamasında açık biçimde yer verildiği gibi, günümüz Türkiye’sinde hekimlik temel etik değerlerinin ortadan kalktığının ifade edilmiş ve durumun “mesleki ortamımız çürümüştür” açıklığıyla belirtilmiş olması bu karanlıktan çıkış için atılan kıymetli adımlardır.[5]

Şimdi yapılması gereken tabip odalarının, bir bütün olarak Türk Tabipleri Birliğinin, sağlık alanındaki uzmanlık derneklerinin, sağlık alanındaki hekim dışı meslek örgütlerinin hep birlikte meslek etik değerlerini ortadan kaldıran, mesleki ortamı ve sağlık çalışanlarını çürüten koşulları, “piyasa sistemi”ne kaçmadan ama ondan da kaçınmadan tüm veçheleriyle ortaya koyması ve bu düzenin bağrında sorunlara yönelik çözümler için kısa, orta ve uzun vadeli öneriler geliştirmesidir. Türk Tabipleri Birliği tarafından yıllardır ifade edilen eşit, ücretsiz, anadilde, nitelikli ve kamucu bir sağlık politika önerisi uzun vade için kıymetlidir. Hedefin böyle olması yürünecek yolu aydınlatması bakımından kıymetlidir. Ancak unutmayalım ki bu bir hedeftir ve bu hedef için kısa ve orta vadeli politikaların belirlenmesine de ihtiyaç vardır.

Bununla birlikte hedef ne kadar iyi olursa olsun Dr. Azap’ın vurguladığı “insanın çürüme” sorununa da bir çözüm yolu önerilmeden iyi bir sağlık ortamına ulaşmak mümkün değildir. Bu nedenle her değeri metalaştıran kapitalist tahakküme direnmenin bir yolu da eskinin bağrında olabildiğince yeni bir düzenin tahayyülünü, fikriyatını ve olabildiğince (hekimlik) praksisini her ortamda yaşama geçirebilmektir. Galleani’nin sözcükleri ile ifade edecek olursak, “eski hurafeleri, bencilliği, kendinden menkul cehaleti, ahmakça kibirliği ve ahlaki kusurları(mızı) bir yana bırakıp, devrimi kendi içimizden (de) başlat”abilmektir. En azından böylesi bir yola çıkmak için toplum olarak gereken cesaret gösterebilmek değerlidir. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik başta olmak üzere her değeri, her kavramı ticarete ve kazanca indirgeyen neoliberal hegemonyaya karşı itiraz etmek gereklidir. Ama öte tandan bireylerin karşılaştıkları her sorun (ve çözüm) için de sol camianın sistemi adres göstererek konuyu bir gölge boksuna çevirmemesi gereklidir. Sağlık alanı bağlamında hekimin / sağlık çalışanının, bu sistem içerisinde mağdur kadar fail olabildiğini ve kolaylıkla sistemi yeniden üretebildiğini görmek; kronik mağduriyet anlatısının ötesinde bir tartışmayı önce kendi mahallemizde başlatabilmek ve sonra diğer sokaklarla birlikte bu tartışmayı sürdürebilmek hayatidir.

Hepimizi yarıştıran ve savaştıran durumların “küçük şeyler”de saklı olduğunu bilerek, sistem içi/dışı tartışması yapmadan her yerde doğru dokunuşlarla sistemi zorlamak, sistemin çeperlerini esnetmek ve adeta ahir zaman peygamberi gibi davranıp sol fetvalar vermek yerine “Yenidoğan Çetesi” gibi konuları sadece sisteme havale etmeden incelikle peşine düşerek her statükonun meşruiyetini sarsmak, mevcut düzenin istemese de mecburi adımlar atmasını sağlamak ve yaşamın bilinci belirlediğini bilerek, yaşamı piyasa sisteminin “doğası gereği” denilen kirlerinden olabildiğince uzakta kurmaya çalışmak, bunun için bir yandan mesleklere sahip çıkarken diğer yandan mesleki özeleştiri ortamlarını hazırlamak ve herkesin bu konularda adımlar atmasını, toplumu savunmasını, hak temelli savunuculuk yapmasını sağlamak zorunludur.

Sorular Sormak

Bildiğimiz kadarıyla bir sağlık çetesi 12 bebeği öldürdü. O halde her birimiz, bu ülkedeki her bir örgüt ama öncelikle bu sağlık sistemini kuranlar, bu ülkeyi onca yıldır yönetenler utanmalı, susmalı ve arabayı çamura sapladığımızı/sapladıklarını kabul etmelidir(ler).

Şimdi her birimizin iman ettiği ezber yanıtlarını ötekinin üzerine kusmak yerine sorular sormak zamanındayız.

Soru sormak yerine her daim kendi uhdesinde doğru yanıtların saklı olduğunu zanneden kibirlerimizi toprağa gömülen çocukların yanına bırakalım. Bilmediğimizi, fena halde yanıldığımızı, resmen çuvalladığımızı ve bunun bedelini de masum çocukların ödediğini kabul ederek başka gerçeklikleri görmek için yeni sorular soralım, cevapları birlikte arayalım.

Ve ölen çocukların hatırına, onlara karşı işlediğimiz affedilmez suçumuzun bir parça hafiflemesi adına İstanbul’un göbeğinde çocuk ölümlerini fark edemeyenleri, gereğini hızla ve layıkıyla yapmayanları istifaya davet etmekle başlayalım.


[1] https://t24.com.tr/haber/akp-li-birinci-yenidogan-cetesi-icin-siyonist-teror-orgutu-dedi-ozdag-tepki-gosterdi-bu-milleti-aptal-yerine-koymayin,1190830

[2] https://www.trthaber.com/haber/gundem/bakan-memisoglu-suclular-ve-suc-isnat-edenler-tutuklandilar-883132.html

[3] https://istabip.org.tr/8130-yenidogan-cetesi-olayinda-buyuk-resme-bakmak.html

[4] https://www.evrensel.net/haber/531289/ttb-baskani-saglikta-donusum-hem-sagligi-hem-insani-curuttu

[5] https://www.ttb.org.tr/udek/haber_goster.php?Id=596