Eskinin münakaşacı ve fikriyat bakımından gürültülü kahvehaneleri ile günümüz Starbucks’ının gitgide daha da hedonist ve ticari nitelikli bir hale gelen tüketimci rejimini birbiriyle kıyaslamaya kalkışmak, kamusal alanın dönüşümüne yapılacak absürt tanıklık açısından ilginç olurdu herhalde. Hatta teknik olarak, Starbucks sözcüğü ile kamusal alan kavramının aynı cümle içinde kullanılması bile yaşam tarzı işletmeciliğinin neredeyse tüm dünyada tartışmasız tek hâkimi konumundaki küresel bir markaya fazladan değer biçmek anlamına gelirdi. Amerikalı sosyolog Robin Wagner-Pacifici de bu acı ironiyi fark etmiş olmalı ki, 2021 yılında yazdığı bir makaleye “Habermas Starbucks’ta. ‘Üçüncü Yer’de Müşteriler, Aylaklar ve Başıboşlar” (2021) adını vermiş. Yazar, makalesinde Starbucks’ın yarattığı hazcı-tüketimci mitos ve toplumsal etkileşim odağında gözlemlerini ve yorumlarını hem bir mahallenin kentsel ortamına hem de ABD’deki ırkçılık ve kapitalizmin sosyal ve kültürel mirasının tarihine yerleştirerek belgelemeye çalışmış.
Starbucks’ın, sözde herkese açık gibi duran bu alanlara girme ve buralarda kalma zorunluluklarının (çalışma, tüketme, aylaklıktan kaçınma, vb.), ziyaretçilerin müşteri olarak kabul edilip edilmediklerine bağlı olarak farklı biçimlerde tasvir ve tasnif edildiği ve bunun da tüketici müdavimler hakkında çeşitli izlenimler ve kategorik ayrımlar yarattığı bir mekân olduğunu yazıyor Wagner-Pacifici [1]. Bu yoruma göre, toplumsal statüsü yüksek aylaklar ve başıboşlar, ödeme güçleri ölçüsünde meşru kimseler addedilirken; Zygmunt Bauman’ın küreselleşme üzerine kaleme aldığı kitabında “ikinci dünyanın insanları” [2] dediği otostopçu ve kampçı aylaklarsa, damgalı kişiler. Wagner-Pacifici’ye göre, burada “başıboş olanlar”, sosyal ve ekonomik statülerinin göstergelerine ve aynı zamanda da ten renklerine göre ayırt edilirler. Gerçekten de, Starbucks alelade bir kafeterya türü değil, orada kolektif ve toplu bir görüntü içindeyken bile “sosyal yalnızlıkların” uğultulu sesi, bireysel varoluşların emperyal anıtı yükselir; diğerlerinin dış dünyayla yalıtılmış bağlantının ürünü bir içe bakış alanının sınırları dışında kaldığı, müdanasız etkileşimin, konforlu ilişkisizliğin, ruhsal boşluğun dingin ve görece korunaklı meşguliyetlerle tamamlandığı böylesi bir uzamda, neredeyse her tür düşünsel alışverişin sesi kısılmış gibidir. Vaktiyle National Geographic dergisi için söylendiği gibi, Starbucks da bu anlamda “ideolojisiz” ve “çatışmacı mülahazalardan arınmış” bir coğrafyadır. Burada, adeta zaman veya tarih dışı, gerçeklik dışı bir edayla oturmak, klasik anlamda vakit öldürmek veya saatlerce aylaklık etme olanağı da yoktur; genellikle akıp giden insan koridoruna uzak veya yakın bir iskemle ve tekli bir masa işgal edilir, saatlerce dikkati ve zihnî kuvveyi laptopa yahut başka bir mobil cihaza nişanlamış biçimde zapturapt altında tutmak ve öylece kalmak gerekir. Mümkünse de tıpkı yolculuk esnasında işe zincirli esnek zaman kapitalizminin vaaz ettiği üzere, parçalı veya görünüşte belli bir mühletle sınırlı ofis işleri, özgürlüğü ağırlaştırılmış bir kişisel sorumlulukla takas eden “mcjobs”, “freelance” veya “business” tipi esnek çalışma biçimlerinin self-gözetimci hayaletleriyle meşgul olunur. Ama ne olursa olsun, asla boş durulmaz, her halükârda “bir iş yapılır.” Bu, deyim yerindeyse, geç kapitalist evrenin ürünü yeni bir aylaklık türünün doğuşunu, tüketime bitişik çalışma yükümlülüğünün daha az hissedilebilen, ancak sonuçları bakımından çok daha yıkıcı heryerdeliğinin şeffaf denetimiyle birleştirir. Tüm bunlara, Slavoj Žižek’in Bir Sapığın İdeoloji Rehberi (The Pervert's Guide to Ideology) isimli belgesel filminde zikrettiği, “saf ve basit tüketiciliğin” insanı kötü hissettiren vicdan azabından arındırıcı ideolojisi de dahildir. Žižek’e göre, kendi markasına sadık saf ve basit tüketiciye, salt tüketim yaparak, dünyanın herhangi bir yerindeki yoksul insanların müşküllerini veya Guatemalalı kahve üreticilerinin organik tarım yapmalarının önündeki engelleri ortadan kaldırmak için, sözde iyilik yapma fırsatı vermeyi taahhüt eden ideolojik işleyişi de, olsa olsa markanın ve tüketilen ürünün değerini arttırır! Nitekim Žižek’in deyimiyle, “tüketicilikle savaşacak karşı tedbirin bedeli, zaten metanın [Starbucks etiketli bir bardak kapuçinonun] fiyatına dahil edilmiş durumda”dır [3].
Wagner-Pacifici’ye göre ise, Starbucks “kapitalist üçüncü yer”dir, bir başka deyişle, bireylerin vakit geçirmek, bilgi veya beceri kazanmak, başkalarıyla tanışmak ve sosyalleşmek için bir araya gelebildikleri kamuya açık bir alandır. Kavramı, ev ve işyeri arasındaki bir ara bölge diye tarif edenler de vardır. Buna göre, üçüncü yerler “nötr, eşitlikçi, temel aktivitesi sohbet olan, herkesin kolaylıkla ulaşabildiği, ateşli müdavimleri olan, sade bir profili ve neşeli ruh halini içeren, evden uzak ama ev gibi olan” yerlerdir [4]. Bu yerlerde etkileyici ve dikkat çekici konuşmalara, analitik düşünme alıştırmalarına pek yer yoktur. Bu iletişimsel aktiviteler müdavimler tarafından fazlasıyla sıkıcı bulunur. Bu nedenle, özellikle ticarileşmiş üçüncü yerlerde “ciddi konuşmaların süresi uzun olmaz, endişe ve resmiyet hüküm sürmez ve bu yerlerin temeli gülme ve eğlenceye dayanır. Böylece bu yerlere geliş tekrarlanır [5]. Bununla birlikte, bu yerlere geliş-gidiş sıklığının yoğunluğu, yüzeysel ve gevşek bağlarla birbirine bağlı üyelerden oluşan bir topluluk fikri oluşumuna da zımni olarak yataklık eder. Dahası, üçüncü yerler, “topluluk hayatının sabitleyicileri olup, gündelik yaşamda yaratıcı etkileşimleri mümkün kılarlar” [6]. Gündelik yaşamın yaratıcı etkileşimlerinden kasıt; büyük ölçüde Instagram, Youtube, Facebook, X, vb. sanal ortamlarda icra edilen çevrimiçi iletişimsel etkinlik biçimleridir. Wagner-Pacifici’nin makalesi, işte bu kapitalist üçüncü yeri, Habermas’çı kamusallık kavramından, özel olarak da münakaşacı/müzakereci kahvehane kültüründen ayıran yapısal ve etkileşimsel niteliklerin genel bir betimlemesini sunar. Zira kapitalist üçüncü yer, her şeyden önce ticari mantığın egemen olduğu bir yerdir ve Habermas’ın kamusal alan tanımlamasına dahil ettiği nezaket, demokratik açıklık ve evrensel erişilebilirlik kriterlerini görece içermekle birlikte, temelde Habermas’çı kamusal alan kavrayışından “ihtilaf/müzakere” sözcüklerini yeniden düşünmeyi gerektirecek türden bir sapma oluşturur. Başka bir deyişle, ihtilaflı durumlara belli ölçülerde zemin hazırlar, ama tümüyle başka bir bağlamda. Zira Philadelphia’daki Starbucks’takine benzer vakalar (Starbucks kahvelerinin içindeki akrilamid maddesinin kanser yaptığıyla ilgili tartışmalar) veya Los Angeles’taki ırkçı tavır [7], vb. olaylar dikkate alındığında, söz konusu markaya atfedilen niteliklerin olumsuzluğunun yalnızca ırkçı ve ideolojik nitelikli değil, aynı zamanda kamu sağlığı ile ilgili olduğu görülür [8].
“Kamusal alanın Starbucks’laşması” şeklinde adlandırılabilecek olgunun en belirgin boyutunu ise, bu mekânların açık biçimde kodlanmış yerler olmaları oluşturur. Başka bir deyişle, kültürel olarak kodlanmış [9] ve belirli ölçüde sosyal ve simgesel bir sermaye türüne ev sahipliği yaptığı söylenebilecek olan bu mekânlar, farklılıkların müzakere edilerek ahlaki bir oydaşmaya varıldığı platformlar olmaktan ziyade, özellikle belli bir kimliği veya yaşam tarzını paylaşan kesimlere yönelik bir çağrı anlamı taşır [10]. Starbucks ve muadili kafelerin bu anlamda kültürel kapitalizmin etkileriyle biçimlenmiş alışkanlıklar setinin psikocoğrafik bir muhitini temsil ettiği söylenebilir. Kuşkusuz söz konusu muhit veya muhitlerin sahip oldukları ekonomik değer açısından son derece imtiyazlı ve rağbet gören yerler olduğunu söylemeye gerek bile yoktur. Gerçekten de Starbucks ve satış noktalarının yakın çevresindeki bölgesel, sosyal ve ekonomik dönüşümler arasında çarpıcı ilişkiler olduğunu ortaya koyan bazı çalışmalar mevcuttur. Söz konusu dönüşümlerin genellikle sahip olunan arazi veya mülkün değerlenmesine işaret etmesiyse, Starbucks’ın kapitalizmin ışıltılı yüzünün bir kanıtı gibidir. Nitekim Seattle merkezli emlak listeleme şirketi Zillow’un ABD mahallelerinde artan emlak fiyatları ile yakınlardaki Starbucks şubelerinin varlığı arasında anlamlı koşutluklar kuran araştırmasının sonuçlarına göre; 2017 yılından sonra bir Starbucks’a bitişik mülklerin fiyatı %96 oranında artmıştır. Aynı şekilde, diğer benzer araştırmalar da Starbucks’ın dört yüz metre yakınındaki mülklerin fiyatının (2017 ile 2022 arasını kapsayan) son beş yılda %21 daha fazla arttığını göstermiştir [11]. Haliyle, söz konusu ekonomik dönüşümün değerler alanında somut bazı karşılıklarının olmaması da düşünülemez. Frontin’in deyimiyle [12], “bu tür dükkânların ve çevredeki tesislerin sayıca çoğalması, beraberinde tarihsel niteliklerine ve kullanım biçimlerine tamamen yabancı olunan değer, alışkanlık ve ideallerin yaygınlaşmasını da getirmiştir.” İşin bir başka boyutu ise, bu mekânların yalıtılmışlık ilkesi uyarınca biçimlenmiş (Habermas’çı kamusal alan kavrayışının aksine, dışa kapalı) bir topluluğa ev sahipliği yapmasıdır [13]. Deyim yerindeyse, Starbucks’ta, duvarların arasında, dışarıda kendisini çevreleyen gerçeklikten tamamen kopuk, kendi kozasında soluklanan homojen nitelikli bir topluluğun self-imajına göre şekillendirdiği, yoğun bir “kendilik duygusuyla” yoğrulmuş bir tür tüketimci “habitus” hüküm sürmektedir. Alışılagelmiş kamusal alışveriş veya buluşma alanlarından uzak olan bu kafeler, daha ziyade yarı-özel bir alan olarak algılanmaya müsaittirler. Hakeza, insanların birbirleriyle iletişimini teşvik ve tesis edecek bir toplanma yeri olmaktan ziyade, ağa bağlı bir toplumun aktarım noktaları olarak işlev görürler. Dolayısıyla bu mekânlar, toplumsal dünya gerçekliğini de çoğunlukla iç gözlem yerleri olarak deneyimlemeye izin verirler [14]. Bu anlamıyla, nasıl ki “kamusal mekânı kalmamış bir yöre, normların tartışılmasına, değerlere karşı çıkılmasına, karşılaştırılıp müzakere edilmesine pek şans tanımaz” ise [15], Starbucks gibi küresel ve tek biçimli yaşam tarzlarının, değer ve pratiklerinin imalatçısı olan yerler de müzakereci, tartışmacı veya ihtilafçı söylemlere hayat vermek bir yana, uyumluluğu ve onun “öteki yüzü olan hoşgörüsüzlüğü” güçlendirme rizikosu içerirler [16].
Fransız Société dergisinde yayımlanmış olan ve çokuluslu Starbucks modelinin günümüz Çin toplumunun sosyo-kültürel bağlamı içinde yayılışını analiz eden “Yeni Hareketlilikler ve Toplumsal Pratikler: Pekin’deki Starbucks’lar” başlıklı bir başka makalede ise, temelde mobilite kavramına odaklanılarak Pekinli Starbucks müşterilerinin faaliyetlerinin mekânla ilişkisi sorgulanmaktadır. Makalenin genel bakış açısına göre, çokuluslu Starbucks, kesintisiz Wi-Fi erişiminin sağlanmasıyla ABD’de öncü bir role sahip olmuşken; Çin’de hareketlilik bölgelerinin yarı kamusal yarı özel nitelikli alanlar olarak biçimlenmiş olması nedeniyle, başlarda gözle görülür bir mekânsal üstünlük elde edememiştir [17]. Çin’de bu mekânların az çok “üçüncü yer” hüviyeti kazanmaya başlaması ancak 2002 yılından sonra mümkün olabilmiştir. Starbucks yöneticileri de bu tarihten itibaren, bireylere profesyonel veya özel etkileşimlerin kesintisiz olduğu ve hatta eşzamanlı olabileceği yerler sağlamak suretiyle, markanın kentsel uzamı işgal etmeye başlamasında etkili olmuşlardır. Ancak uzamsal yayılım, etkinin yalnızca bir boyutudur. Gerçekteyse, “McCoffee” vizyonu, kelimenin tam anlamıyla modernizasyonun kentsel bir ürünü, estetik olmayan bir atık-uzamdır. Avrupa kahvehane modeli, burada kimsenin zihniyle etkin olmadığı bağlamlar içinde hareketliliğe uyarlanmıştır [18]. Dolayısıyla, klasik Avrupa kahvehanelerinin sıklıkla politik yönelimli entelektüel ve düşünsel etkinliğinden farklı olarak, Starbucks’ta tekil veya kolektif müdavimliğin sosyal tanınma ve kimliklenme ihtiyacıyla bütünleştiği bir mobilite biçimi esastır. Başka bir deyişle, Starbucks stratejisinin temeli şu ilkeye göre şekillenmiştir: “Birbirine benzer kümeler halinde konumlanmak” [19]. Söz konusu benzerlik, hiç kuşkusuz, manevi yakınlıktan çok, fiziksel uzamın sıkışık düzende pazarlanmasına, dolayısıyla mekânsal dolulukla kârın en-çoklaştırılmasına imkân sağlayacak türden bir anlayışa karşılık gelir. İşin ticari boyutu gerçekten de ussal ve kamusal aklın o denli önüne geçmiş durumdadır ki, birçok otel, motel, eğlence mekânı, vb. işletme, web sitelerinde kendi coğrafi konumlarını belirtmek için bir Starbucks’a atıfta bulunmak zorunda hissetmektedir [20].
Žižek de, “Neden Tüketim ile İlgili Suçluluk Duygularımız Her Şeyi Tüketiyor?” başlıklı yazısında, Starbucks’ın bu küresel ölçekli görsel turizm imajının altını çizerek, marka üzerinden “kültür kapitalizmi” ve “kültürel artı değer” kavramlarını tartışmaya açar. Buna göre Starbucks, kapitalist değer ve itkilerin “jouissance” (haz) kavramıyla harmanlanmış kültürel terkibinin öncülüğünü yapan bir markadır. Bu saptamayı doğrulayan en somut göstergelerden birisi kuruluşun bizzat reklam kampanyalarından birinde vurguladığı “Sadece satın aldığınız şey değil, benimsediğiniz şey de önemli” ifadesidir. Starbucks gerçekten de bir bardak kahveden daha fazlasıdır; pseudo-küresel-duyarlılıkların simge ismi, bireysel sorumluluk duygusunu evrensele yayan kayracılığın yeni sürümü, tüm dünyada ekolojik, etnolojik, toplumsal, vb. açıdan aydınlanmış zihinlerin kalıbını döken ideolojik bir retoriktir. Bu nedenle, “fiyat” diye yazar Žižek, “başka yerlerden daha yüksektir; çünkü satın aldığınız şey aslında çevreyi önemseyen, üreticilere karşı sosyal sorumluluk sahibi ve size ortak yaşam içinde yer alabileceğiniz bir mekân sunan ‘kahve etiği’dir [21]. Žižek’in sözünü ettiği şey, yalnızca bir kahve markasının, sunduğu basit bir içecekle birlikte ürettiği kültürel artı değer değildir; aynı zamanda, deneyimlediğimiz konforun bizde yarattığı zımni suçluluk duygusunun tüketimle bastırıldığı düşüncelere yönelik bir yorumdur. Oysa kamusal alanın suçluluk veya vicdan rahatlığıyla bir ilgisi yoktur; kavram, tartışmalı konuların farklı sivil platformlarda söylemsel olarak müzakere edildiği bir çoğulculuk mekânını, bir markanın veya özel müteşebbisliğin ticarileştirmeye çalıştığı öznel etik davranışların sermaye lehine savunuculuğunu değil; her şeyden önce demokratik bir pratiği, bir iletişim ve etkileşim biçimini, en çok da birbirinden farklı görüş, düşünce, kanaat ve bakış açılarının belli bir çoğulculuk düzleminde dolaşımını anlatır. İkinci olarak, Starbucks’ın “çalışarak dinlenme ya da dinlenirken çalışma”ya olanak sunması bağlamında kapitalist iş ve çalışma etiğinin ritüalistik bir görünümünü temsil ettiğini iddia edenlere göre, müesseseyi kamusal alan tanımı içinde tasavvur etmek de hayli zordur. Bu görüşe göre, “çalışarak dinlenme ya da dinlenirken çalışma ritüelinin bir parçası olarak, Starbucks Coffee’lerde sadece okumanız için değil, ayrıca dizüstü bilgisayarınızı rahatlıkla kullanabilmeniz için de gerekli olan her şey düşünülmüştür. İlk bakışta, kapitalist sistemin temelini oluşturan emek, çalışma mekânı ve üretim ilişkileri ile Starbucks’lar arasında kurulamayan doğrudan ilişki, mekânın incelenmesiyle ortaya çıkmaktadır” [22]. Mekân, gerçekten de davetkâr bir ofisi veya atölyeyi andırmakta gibidir; tüm ortama dengeli biçimde dağıtılmış soft aydınlatma düzeneği, bariz bir uyum duygusuyla baskın uyaranların bertaraf edilip nezih bir odaklanmayı mümkün kılacak orta karar bir ortam gürültüsü veya uğultusu, müşterilerin birbirleriyle göz temasından korundukları ve böylece biçimsel bir saygıya yer açan yoğun bir kendilik duygusu, vb. tüm bu etkenler klasik bir çalışma düzeninde kesintisiz ve zahmetli bir mesaiye değil de, bir küçük “kahve molasını dahi, artı değerin ve emeğin üretildiği bir zaman dilimi olarak kurgulayan” [23] tecimsel bir mantığa göre ayarlanmış izlenimi verir. Özetle, günümüz Starbucks’larının baskın tasarım mantığı, yalnızca kapitalist çalışma etiğinin temsilî bir kesitini sunmakla sınırlı olmayıp, aynı zamanda sosyalliğin ve bir araya gelmenin iletişimsel/etkileşimsel niteliği açısından da büyük ölçüde sorunludur; bu katıksız dışa kapalı bireysellik mekânlarının ikişer veya en fazla üçer kişilik gruplaşmalara izin veren küçük ve etkileşimsel yoğunluğu azaltılmış masalarında bir araya gelen hemen her yaştan müdavim, uzamı kültürel bir çoğulluk, çeşitlilik ve zenginlik içinde değil, daha ziyade asgari bir karmaşa, maksimal bir rahatlık ve süreğen bir konfor düzleminde deneyimler.
Peki tüm bu söylenenlerden hareketle, Starbucks’ın politika dışı bir alan oluşturduğu sonucunu çıkarabilir miyiz? Özellikle küresel enformasyon toplumu, neoliberalizm ve çok kültürlülük kavramları bağlamında söylenilenler, kuşkusuz hiper küresel bir içecek markası ve onun dünya çapında pazarlamaya çalıştığı değerler için de söylenebilir. Özellikle de seçenekte çoğulculuk ilkesiyle tahkim edilmiş özgürlük ve “raflardaki demokrasi” açısından düşünüldüğünde… Nitekim şirket gerçekten de çokkültürlülüğün hakkını mükemmelen vermektedir; uzmanlar için zeytinyağlı “oleato” kahvelerden [24], havalı gençler için pembe içeceklere; kişiye özel servislerden sıradan olanı soylulaştırmak için başvurulan daha başka akrobatik pazarlama taktiklerine varıncaya kadar pek çok ikna edici “seçenek” sunmaktadır. Üzerinde kendi ön adının yazılı olduğunu gördüğü yeşil “krown”lu karton bardağa ancak şükran ve sempati duyabilir insan. Fakat aynı göndergeyi emperyal sermayenin sinsi bir işareti olarak algılayanlar da çıkacaktır. Bu noktadan sonra istediğiniz kadar apolitik olduğunuzu söylemeye çalışın, faydası yoktur. Mekânla yoğrulmuş sermaye, mekân siyasetine girer neticede. Hele de sermayenin menşei semitik veya hasidik ırk veya kültürlerle ilişkilendirilince tartışma daha da alevlenir. Konu, sadece kültürel kapitalizme bitişik neoliberalizm eleştirisi veya İngiliz emperyalizminin küresel çapta yarattığı alerjiyle sınırlı değildir, bundan da önemlisi, özellikle son yıllarda Filistin-İsrail husumetinin manifester art yöresinin de temel sorunsalı, deyim yerindeyse, “vandetta”sı olmasıdır. Bunun dışında, verili imajı kimi trajik veya dramatik toplumsal olaylara verdiği gecikmiş tepkiyle birlikte düşünüldüğünde [25], şirketin sadece yabancı sermayeye yönelik yerli öfkenin değil, aynı zamanda kamusal vicdanda infial yaratan kimi söylem ve eylemlerin de odağı haline geldiği görülür. Markaya yönelik doğrudan kimi aleni suçlamalar söz konusu olduğunda ise (örneğin “Starbucks soykırım için içecek hazırlıyor”, “Starbucks finanse ediyor, İsrail bombalıyor”, vb.), eleştirinin boyutları daha da genişleyip işin ucu türlü sataşmalar ile fiziksel saldırılara kadar varabilmektedir. Benzeri hadiselere sadece Türkiye’de değil, dünyanın değişik yerlerinde de sıklıkla rastlanılmaktadır. Bu tür tepkilerin genellikle sağ muhafazakâr eğilimi temsil eden kesimlerden geliyor olması ise, mevzunun bir tür dinsel cihat eylemine dönüştürüldüğünün kanıtı gibidir adeta [26]. Nitekim söz konusu cenah için, şirket, hemen her zaman İsrail karşıtı protestoların hedefindedir; dahası, Starbucks adı bile başka birçok musibetin müsebbibi konumundadır. Şirket, bu yüzden her ne kadar her fırsatta politik bir gündeminin olmadığını beyan etme gereği duysa da kamusal algıdaki menfi imajından bir türlü sıyrılamamaktadır. 7 Ekim 2023’de Gazze çitlerini geçen bir buldozer resminin yanında “Filistin’le Dayanışma” yazan bir tweet nedeniyle, Workers United adlı şirketi kınayıp ardından dava açmış olmasına, 2023’ün sonlarında ise, “sosyal medyada yayılan asılsız iddialara rağmen kendisinin hiçbir hükümete veya askeri operasyona hiçbir şekilde katkıda bulunmadığını” belirten bir açıklama yayınlamak zorunda kalmış olmasına rağmen, durum böyledir [27]. Bu açıklamaların hiçbirinin, söz konusu kesimler nazarında bir değer taşımadığı, benzeri protesto eylemlerinin şiddetlenerek artmasından da bellidir.
Starbucks’a yönelik sol, sosyalist çevrelerin genel tepkisi ise büyük ölçüde kapitalist küresel sermaye ve onun bir simetrisi olan neoliberal hayat tasavvurunun yıkıcı etkilerine odaklıdır. Bu eleştiri örneklerinin mükemmel bir özetini sunması bakımından Foti Benlisoy’un Boğaziçi Üniversitesi'nde gerçekleşen Starbucks işgali üzerine bianet.org sitesinde yayımlanmış olan “Öğrenci Muhalefeti ve Starbucks” başlıklı yazısını zikredebiliriz. Benlisoy’un, bugünle kıyaslandığında hayli eski tarihli sayılabilecek yazısında, meseleyi “soylulaştırma yoluyla öğrenci kamusallıklarını tahrip etme girişimine karşı sembolik bir karşı çıkış”, “sermayenin üniversiteyi kolonize etmeye dönük girişimlerini sabote etme”, “neoliberalizmin üniversitedeki tezahürlerini karşısına alan” bir tepkisellik ve “öğrenci yaşamının gerek maddi gerekse manevi sefaletinin yarattığı boşluk, tatminsizlik, çıkışsızlık hissinin” “kolektivist-dayanışmacı-özgürlükçü bir politizasyona yol açabileceği” bir eylemsellik bağlamlarında değerlendirildiğini görürüz [28]. Muadillerine nazaran daha derinlikli ve bütüncül bir kültürel kapitalizm eleştirisi çerçevesi ortaya koyan yazarın, özellikle “kampüslerin mutenalaştırılması ve sermaye hakimiyetindeki ‘steril’ mekânlara dönüştürülmesine, üniversite topoğrafyasının AVM'leşterilmesine karşı mekâna orada yaşayan ve üretenler adına el koyma eylemlerine” [29] çektiği dikkatin kültürel kapitalizm eleştirisinin sınırlarını da aşarak etkin bir praksis bilincinde temellenmesi oldukça önemlidir. Bugün de konuyu benzer açılardan ele alıp değerlendirebilecek birçok kişi çıkabilir ve bu, kuşkusuz muteber addedilebilecek bir eleştiri olur yine.
Özetle, Starbucks, tartışmalı mekân siyasetinin en gözde konusu olmanın yanı sıra, kimlik ve hayat tarzı işletmeciliği anlamında da küresel popüler kültürdeki müstesna yeri nedeniyle, daha uzun süre gerek ekonomi-politik gerekse sosyo-kültürel ve ideolojik söylemin odağında olmayı sürdüreceğe benzemektedir. Burası, uyum baskısıyla biçimlenmiş kendilik imgesinin birincil aynalanma yeri, arzuyu gerçeklikle takas eden narsisizmin sıçramalı tramplenidir. Bunca dikkat çekici bir kitlesel rağbete mazhar olması ise, Adorno’nun deyişiyle, “ben zayıflığının sömürüsü ve teşviki” işini üstlenen kültür endüstrisi içinde varoluşa yönelik zımni algıyı aşırı vurgulu bir anlama dönüştürmesi yüzündendir. Zira Tourya Guaaybess’ın da deyimiyle, ne de olsa “görünürlük ve dolaylı olarak görünmezlik, sosyoteknik araçlarla işgal edilmiş çağdaş toplumların anahtar kelimeleridir” [30].
NOTLAR
[1] Robin Wagner-Pacifici, “Habermas au Starbucks. Clients, oisifs et traînards dans le tiers-lieu capitaliste", Les Politiques Sociales, 2021, (N° 1-2) :27 à 53, s. 25-38.
[2] Zygmunt Bauman, Küreselleşme, çev. Abdullah Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2006, s. 101.
[3] Slovaj Žižek, “The Pervert's Guide to Ideology”, https://www.webteizle.top/izle/altyazi/the-perverts-guide-to-ideology, erişim: 28.10.2024.
[4] Fahri Çakı ve Betül Kızıltepe, “Üçüncü Yerler Olarak Kafeler ve Gençlik: Balıkesir Örnek Olay İncelemesi”, Akademik İncelemeler Dergisi, 2017, 1(12): 173-202, s. 175-176.
[5] A.g.e., s.177.
[6] A.g.e., s.275.
[7] Los Angeles`ta Latin Amerikalı bir müşterinin verdiği siparişte, bardağına adının yerine Meksikalıları aşağılayıcı “beaner” sözcüğünün yazıldığı olay. Haberin ayrıntısı için bkz. “Starbucks`ta bir ırkçılık vakası daha”, www.milliyet.com.te, 18.05.2018. Beaner, “Meksika mutfağında fasulyenin bolca kullanıldığını ifade eden ırkçı bir terimdir.” Bkz. https://eksisozluk2023.com/beaner--1526453, erişim: 05.11.2024.
[8] İngiliz Action on Sugar derneği de Starbucks üzerinden bir yetişkin için günde önerilen dozun dört katı olan 99 grama kadar şeker içerebilen içeceklere karşı uyarıda bulunmaktadır. Bkz. “Starbucks: sous le vernis, une multinationale comme les autres”, https://www.lemonde.fr/televisions-radio/article/2018/08/28/starbucks-un-peu-fort-de-cafe_5346851_1655027.html, erişim : 18.11.2024.
[9] Bauman’ın da belirttiği gibi, belli bir zamansal sürekliliği olan buluşma yerlerinin kimliği ve kültürü tanımlayıcı gücü tartışılmazdır. Zira “buluşma yerleri aynı zamanda normların yaratıldığı yerlerdir.” Bkz. Bauman, Küreselleşme, s.34.
[10] Jérémie Frontin, “Starbuckisation de l’espace public”, https://derivations.be/archives/numero-6/starbuckisation-de-l-espace-public.html, erişim :12.11.2024.
[11] A.g.e., 2023.
[12] A.g.e., 2023.
[13] Jurgen Habermas’a göre, kamusal alanın kurumsal ölçütlerinden birisi kamusal topluluğun dışa kapalı olmamasıdır.
[14] Frontin, a.g.y., 2023.
[15] Bauman, a.g.e., s.34.
[16] A.g.e., s. 56.
[17] “Nouvelles mobilités et pratiques sociales: les Starbucks à Pékin”, Société, JUILLET- AOÛT 2006 • No 96:.35-45, s. 36.
[18] A.g.e., s. 37.
[19] A.g.e.., s. 37.
[20] A.g.e., s. 40.
[21] Slovaj Žižek, “Neden Tüketim ile İlgili Suçluluk Duygularımız Her Şeyi Tüketiyor?”, https://dusunbil.com/neden-tuketim-ile-ilgili-sucluluk-duygularimiz-her-seyi-tuketiyor/, erişim: 12.10.2024.
[22] Yeşim Kaptan, “Üçü Bir Arada: Melez Bir Mekânın Kuruluşu ve Starbucks Üzerine Gözlemler”, Kültür ve İletişim, 2013, 16(2): 73-96, s.84.
[23] A.g.e.., s. 85.
[24] Oleato, şirketin buzlu çalkalanmış espresso ve zeytinyağlı latte içeren kahve türü.
[25] 6 Şubat depremleri konusunda örneğin.
[26] Bu konuyla ilgili tipik haber örnekleri için bkz. https://www.haber7.com/guncel/haber/3468095-starbucks-onundeki-protestolar-artiyor-haksizliga-karsi-susan-dilsiz-seytandir, https://www.haber7.com/guncel/haber/3468095-starbucks-onundeki-protestolar-artiyor-haksizliga-karsi-susan-dilsiz-seytandir, https://www.yenisafak.com/video-galeri/gundem/israil-destekcisi-starbucksa-bir-grup-gencten-ironik-protesto-vatandas-gercek-zannedip-tepki-gosterdi-4617756, https://www.youtube.com/watch?v=cLj46i2CpFA, vb.
[27] “Starbucks et le boycott d’Israël”, https://fr-cjpme.nationbuilder.com/fs_241, erişim: 12.11.2024.
[28] Foti Benlisoy (31 Aralık 2011). “Öğrenci Muhalefeti ve Sratbucks”, https://bianet.org/yazi/ogrenci-muhalefeti-ve-starbucks-135117, erişim: 20.11.2024.
[29] Benlisoy, a.g.y.
[30] Tourya Guaaybess, “L’invisibilité dans l’espace public et médiatique”, in L’Espace public éclaté (Sous la direction de Éric Dacheux), pp.49-65, CNRS Éditions, Paris, 2024, s. 49.