Son dönemlerde dünyada otoriter-sağ siyaset yükselişteyken, umudun kıvılcımlarının ulusal hükümetlerden çok kentlerde parlamaya başladığı sıkça dile getirilen bir yargı. Özellikle kimi büyük şehirler, hak ve özgürlükleri kısıtlayan merkezlere karşı birer aykırı şehir sığınağı olarak görülüyor. Donald Trump’ın seçilmesi sonrasında ABD’de birçok belediye yöneticisi, yerel yönetimleri “kurumsal direnç cephesi” ilan ederek Trumpçı gündeme karşı kalkan yaptı. Avrupa’da ise 2015’te İspanya’nın Barselona ve Madrid gibi kentlerinde “korkusuz şehirler” muhafazakâr merkezi hükümete meydan okuyarak mültecileri kucaklayıp özelleştirilen hizmetleri kamulaştırmaya yöneldi. Bu gelişmeler, ilerici kent yönetimlerinin küresel ölçekte nasıl umut odağı haline geldiğini gösteriyor. Hatta bir makalede vurgulandığı gibi, “Amerika’nın şehirleri ve yerel liderleri Trump yönetimine karşı direnişin ön safında yer almakla kalmayıp, gerçek demokrasiyi inşa etmek için de muazzam bir potansiyele sahip” (Baird, Huhhes, 2021). Kimi belediye başkanları (Galiçya) ise daha ileri giderek, merkezî iktidardan umudunu kesen halkın “asi şehirlerden oluşan bir ağ” kurarak dünya çapında bir hareket yaratmaları gerektiğini savundu.
Benzer bir ikilem Türkiye’de de yaşandı. 2019 yerel seçimlerinde İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyükşehirleri muhalefet kazanırken anti-Leninist bağlamda “ikili iktidar” tartışmaları alevlendi. Yerelde CHP’li ve HDP’li belediyeler merkezi iktidara karşı alternatif bir odak olarak görülürken, özellikle Kürt illerinde bu tablo uzun sürmedi. Örneğin, 2019 seçimlerinde HDP, 65 belediyeyi kazanmıştı. Ancak 2016’dan bu yana toplam 149 belediyeye kayyım atandı. Aynı bağlamda, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Mart 2025’te tutuklandı ve görevden uzaklaştırıldı. Böylece Türkiye’de yerelde kazanılan mevziler, devletin kayyım ve hukuki baskı araçları karşısında ne denli kırılgan hale geldiğini somut biçimde gösterdi. Bu tecrübe, yerelde elde edilen politik mevzilerin merkezi ölçekte de kazanımlar elde etmeden ne denli kırılgan kalabildiğini acı şekilde gösterdi.
Kanalizasyon Sosyalistleri
Aslında “belediye sosyalizmi” kavramı yeni bir fikir değil. 20. yüzyıl başlarında Amerika Birleşik Devletleri’nde sosyalistler birçok kentte yönetime gelmiş ve kentsel yaşamı dönüştürmüştü. ABD’nin ilk “sosyalist” belediye başkanı, 1898’de Massachusetts eyaletinin Haverhill kentinde seçilen John C. Chase’di. Bunu izleyen yıllarda sosyalist harekette büyük bir yükseliş yaşandı. 1910’larda ülke genelinde yüzlerce şehirde sosyalist belediye başkanları görev yapıyordu. Özellikle Milwaukee, Wisconsin, “kanalizasyon sosyalistleri” adıyla anılan belediye sosyalistlerinin başarı simgesi haline geldi. Milwaukee’de Sosyalist Parti kökenli Emil Seidel, 1910’da belediye başkanı seçilerek orayı ülkenin “ilk solcu şehri” yaptı.
Seidel ve yoldaşları sanayileşmenin yarattığı tahribatı onarmak için kolları sıvadı. Yolsuzluk ve kayırmacılığı bitirdiler, mahallelere kanalizasyon ve temiz su sistemi kurdular, elektrik, toplu taşıma ve parklar gibi kentsel hizmetleri belediyeleştirip geliştirdiler. Bu “belediye sosyalistleri”, komşu kentlerde alışılmış kronik rüşvet düzenine karşın Milwaukee’de dürüst ve verimli bir yönetimin mümkün olabileceğini ispatladı. Nitekim Milwaukee’nin yönetimi kısa sürede “ülkenin en iyisi” olarak anılır oldu. Sosyalist Belediye Başkanı Daniel Hoan’ın 1916’dan 1940’a dek aralıksız 24 yıl görevde kalması, Milwaukee’yi “belediye sosyalizmi” modelinin örnek kenti haline getirdi. Yalnız Milwaukee değil, Bridgeport, Connecticut (belediye başkanı Jasper McLevy, 1933-1957) ve Reading, Pensilvanya (belediye başkanı J. Henry Stump, farklı dönemlerde 1927-1947) gibi kentlerde de sosyalistler uzun yıllar yönetimde kalarak geniş halk desteği kazandı. Bu dönemi kimi şehirciler, ABD tarihinde “Belediye sosyalizmi çağı” olarak tanımladı.
Ne var ki ikinci paylaşım savaşı sonrasına gelindiğinde Amerikan siyasetinde sosyalist hareket geriledi. Soğuk Savaş’ın başlamasıyla yükselen antikomünizm rüzgârı ve Demokrat Parti’nin New Deal (Yeni Mutabakat) politikalarıyla işçi sınıfının desteğini büyük ölçüde soğurması, bağımsız sosyalist siyasetin alanını daralttı. Milwaukee’nin efsanevi sosyalist belediye başkanı Frank P. Zeidler 1948-1960 arasında görev yaptıktan sonra emekliye ayrıldığında, büyük kentlerde sosyalist belediye başkanları dönemi de sona ermiş oldu. Zeidler’in 1960’ta görevden ayrılmasıyla, yaklaşık altmış yıl boyunca hiçbir büyük Amerikan kentinde açıkça “sosyalist” kimlikli bir belediye başkanı görülmedi.
Bernie Sanders ve Belediye Sosyalizminin İkinci Baharı
ABD’de yerelde sosyalizm tartışmalarının yeniden doğuşu, 1980’lerin başında küçük bir kentte gerçekleşti. 1981’de Bernie Sanders, Vermont eyaletinin 40 bin nüfuslu kenti Burlington’da bağımsız sosyalist aday olarak belediye başkanlığını kazandı. Sanders böylece New England bölgesinde 1950’lerden bu yana ilk “sosyalist” iddialı belediye başkanı oldu (ondan önce bölgede bu unvanı taşıyan son kişi, 1940’larda Bridgeport’ta görev yapan Jasper McLevy’di). Bernie Sanders’ın zaferi, yalnızca on oy farkla kazanılan sürpriz bir galibiyetti. Fakat Sanders kısa sürede “marjinal bir kaza” olmadığını kanıtladı. O, mütevazı bir sanayi kenti olan Burlington’da vergide adalet, toplumsal hizmetlerin genişletilmesi, şehir planlamasında halk katılımı gibi konuları cesurca gündeme taşıdı. Muhalif şehir meclisiyle defalarca karşı karşıya gelse de, yoksul mahalleleri örgütleyerek belediye meclisinde kendi tabanından üyelerin seçilmesini sağladı ve zamanla yönetimde uyumlu bir koalisyon kurmayı başardı. Sanders liderliğindeki Burlington Belediyesi; kooperatif konut projeleri, işçi haklarını gözeten bir istihdam politikası, gençlere, yaşlılara ve evsizlere yönelik sosyal programlar gibi adımlarla kenti “daha insancıl ve yaşanır” hale getirdi. 1987 yılında U.S. News & World Report dergisi Bernie Sanders’ı Amerika’nın en başarılı 20 belediye başkanından biri olarak gösterdi (kendisi o listeye giren tek “sosyalist” idi). Burlington deneyimi, uzun bir aradan sonra “legal-demokratik sosyalizm”in yerel yönetimde somut sonuçlar verebileceğini göstererek birçok sol adaya ilham verdi.
1980’lerin sonunda Bernie Sanders artık ulusal bir figür haline gelirken, ülke genelinde de yerel düzeyde ufak da olsa bir sol kıpırdanma başlamıştı. Örneğin 1979-1986 arasında Berkeley, Kaliforniya’nın belediye başkanlığını yapan Gus Newport, Sanders gibi kendini sosyalist olarak tanımlayan bir siyasetçiydi ve kenti daha katılımcı, toplum yanlısı politikalarla yönetmişti (Newport ileride ABD Demokratik Sosyalistler organizasyonunun onur üyesi olacaktı). Yine Burlington’da Sanders sonrasında kurulan Vermont İlerici Partisi gibi oluşumlar, yerel seçimlerde başarı kazandı ve Peter Clavelle gibi ilerici belediye başkanlarını çıkardı. Ancak tüm bu örnekler genellikle küçük-orta ölçekli kentlerle sınırlı kalmış, büyük şehirlerde “sosyalist” bir belediye başkanı olasılığı halen uzak görülmüştü. Bu durum, Bernie Sanders’ın 2016 ve 2020’deki ABD başkanlık yarışlarında ulusal çapta büyük destek toplayıp popülerleşmesiyle değişmeye başladı. Sanders’ın kampanyaları genç kuşaklara sol düşüncenin tabu olmadığı mesajını verdi ve Amerika’da Demokratik Sosyalistler (DSA) gibi sol hareketleri kitleselleştirdi. Bunun doğal bir yansıması olarak 2010’lar ve 2020’lerde sayısız DSA üyesi veya bağımsız sosyalist eğilimli aday, şehir meclislerine, okul kurullarına ve eyalet meclislerine seçildi. Jacobin dergisinin verilerine göre 2024 itibariyle ABD genelinde DSA bağlantılı 200 kadar seçilmiş kamu görevlisinin yaklaşık yarısı şehir meclislerinde görev yapıyordu ve aralarından 7 kişi bizzat belediye başkanıydı. Yani “sosyalist” yerel yöneticiler, bir asır önceki kadar yaygın olmasa da artık Amerikan siyasetinde yeniden varlık gösteriyordu.
ABD’nin Amed’i: Jackson
Bu yeni dalganın en dikkat çekici örneklerinden biri, ABD’nin güneyindeki yoksul bir eyalet olan Mississippi’nin başkenti Jackson oldu. 2013’te Jackson’ın belediye başkanlığına seçilen Chokwe Lumumba, siyah özgürlük mücadelesinden gelen radikal bir sosyalistti. Lumumba, “Halk İçin Yeni Toplum” vizyonuyla belediyeciliği salt hizmet sunmanın ötesine taşıyıp kentte ekonomik demokrasi ve öz-yönetim tohumu ekmeye çalıştı. Ne yazık ki Chokwe Lumumba görevde bir yıl bile dolmadan kalp kriziyle vefat etti. Fakat onun mirasını oğlu Chokwe Antar Lumumba devraldı. Genç Lumumba, Trump’ın iktidara geldiği 2017 yılında Jackson’a %93 oy gibi ezici bir destekle belediye başkanı seçildi. Seçilir seçilmez verdiği mesaj, Mississippi gibi sağcı bir eyalette bile halkın ilerici değişime aç olduğu yönündeydi: “Jackson halkı, kenti ilerici bir yola sokmaya hazır olduğunu ezici biçimde gösterdi. Amacımız sadece sorunları düzeltmek değil, ülkeye örnek olacak kolektif dehânın neler başarabileceğini ortaya koymak” dedi.
Kendisi de tıpkı babası gibi Demokrat Parti etiketi taşımasına rağmen düzene meydan okuyan bir sosyalist olduğunu gizlemedi. Hatta bir röportajda sorulduğunda “liberal değil, devrimci olarak tanımlıyorum kendimi” diyecek kadar açık sözlüydü. Lumumba yönetimi altında Jackson, Cooperation Jackson (Jackson İşbirliği) adlı taban inisiyatifiyle işbirliği içinde, işçi kooperatifleri kurma, kamusal toplu konut ve yerel gıda güvenliği projeleri gibi cesur girişimlere sahne oldu. Siyah nüfusun çoğunlukta olduğu bu yoksul kentte, uzun vadede kendi kendine yeterli, katılımcı bir “dayanışma ekonomisi” yaratma hedefi belirdi. Chokwe A. Lumumba’nın deyimiyle Jackson, “ülkenin en radikal kenti” olma iddiasındaydı – ve bu iddia dünya çapında ilerici çevrelerde hayranlık uyandırdı. Nitekim 2017’de Guardian gazetesi Lumumba’yı “liberal değil devrimci bir belediye başkanı” diye manşetine taşıyarak, onun başarısının Trump Amerikası’nda bile farklı bir gelecek mümkün diyenler için büyük bir moral olduğunu vurguladı (theguardian.com, 2017). Bugün Jackson kenti yeni nesil belediyecilik hareketleri içinde Rojava ile birlikte otonom belediyecilik akımının bir parçası olarak tanımlanır.
Buffalo’da Başlamadan Biten Hayal
ABD’de sosyalist fikirler yerel düzeyde yeniden filizlenirken, bu birikimin kırılma noktalarından biri 2021 yılında New York eyaletinin Buffalo kentinde yaşandı. O yıl, kentin tarihinde görülmemiş bir sürpriz gerçekleşti. India Walton adlı genç bir siyah kadın, Demokrat Parti’nin önseçiminde dört dönemdir belediye başkanlığı yapan güçlü rakibi Byron Brown’ı yenilgiye uğrattı. Walton, kendisini açıkça “sosyalist ve toplum aktivisti” olarak tanımlıyor ve kampanyasını yoksulların, kiracıların ve işçilerin sesi olma iddiasıyla yürütüyordu. Ulusal basın bu sonucu “ABD’de onlarca yıl sonra büyük bir kentin ilk açık sosyalist belediye başkanı seçildi” manşetleriyle duyurdu. Çünkü son kez 1960’ta, Milwaukee’de Frank Zeidler sosyalist kimliğiyle bir büyükşehri yönetmişti.
Ancak bu umut kısa sürede sarsıldı. Yenilgisini kabullenmeyen Byron Brown, bu kez bağımsız aday olarak yeniden seçime girdi. Kentin sermaye çevrelerinden, sendikalardan ve medya kuruluşlarından aldığı yoğun destekle olağanüstü bir kampanya yürüttü. Sonuçta seçmenlerin bir kısmı, “radikal” olarak sunulan Walton’dan çekinerek Brown’a geri döndü ve Brown az bir farkla yeniden başkan seçildi. Böylece Buffalo, tarihî bir dönüm noktasını kıl payı kaçırdı.
Bu olay, sosyalistlerin yerel iktidara yürürken hangi duvarlarla karşılaşabileceklerini gözler önüne serdi. Demokrat Parti’nin kendi içindeki statükocu kanat, sosyalist bir aday partiden çıkınca, o adayı durdurmak için Cumhuriyetçilerle fiilen işbirliği yapmaktan çekinmemişti. Bu durum aslında yüzyıl önceki deneyimleri hatırlatıyordu. 1917’de Minneapolis’te belediye başkanı seçilen sosyalist Thomas Van Lear, bir sonraki seçimde Cumhuriyetçi ve Demokratların ortak adayının karşısında aynı şekilde yenilgiye uğramıştı. Sistem, sosyalist bir adayın kazandığı anda birleşip onu tasfiye etmeye meyilliydi.
India Walton olayı sonrasında birçok sosyalist yorumcu bu tabloyu ders niteliğinde değerlendirdi. Onlara göre, ilerici hareketler mevcut düzenle uzlaşmaya çalıştığında, yani sistemin kabul edebileceği kadar ılımlı hale geldiklerinde, kendi güçlerini de yitiriyorlardı. Walton da yenilgi sonrasında benzer bir özeleştiri yaptı: “Kazanmak uğruna fazla ılımlı görünmeye çalıştık, bu da enerjimizi ve kararlılığımızı zayıflattı.” Böylece partisinin uzlaşmacı ve statükoyu koruyan çizgisini açıkça eleştirdi. Onun deneyimi, ABD’deki sosyalist hareket için acı ama öğretici bir hatırlatma oldu: yerel bir seçimde bile halktan yana radikal bir aday kazandığında, sermaye çevreleri, medya ve partilerin üst kanatları hızla birleşip bu tehdidi bertaraf edebiliyor.
Kapitalizmin Kalbinde Bir Sosyalist: Zohran Mamdani
Tüm bu tarihsel arka plan, yakın zamanda Zohran Mamdani’nin New York şehrine belediye başkanı seçilmesini daha iyi okumamızı sağlayabilir. New York, Amerika’nın en büyük metropolü ve finans merkezi olarak uzun süre sosyalistlerin değil, geleneksel Demokrat veya Cumhuriyetçi siyasetin kalesi olarak bilindi. Hatta geçmişte “New York’ta bırakın sosyalisti, Demokrat ön seçimi kazanmamış biri bile asla başkan olamaz” denirdi. Fakat 2025’te bu ezber bozuldu. Henüz 34 yaşındaki Uganda doğumlu, Hintli bir Amerikalı olan Mamdani, New York Belediye Başkanlığı yarışını kazanarak kentin ilk Müslüman ve açıktan sosyalist olduğunu iddia eden belediye başkanı oldu. Mamdani aslında kâğıt üzerinde Demokrat Parti adayıydı, ancak Demokratik Sosyalistler (DSA) üyesi kimliği ve sosyalist politikalarıyla tanınıyordu. Seçimde karşısındaki rakipler de az değildi. Biri yolsuzluk skandallarıyla itibarı zedelenmiş eski New York Valisi Andrew Cuomo, diğeri ise sağ popülist kimliğiyle bilinen Cumhuriyetçi Curtis Sliwa idi
Mamdani özellikle gençlerin, emekçi mahallelerin ve etnik azınlıkların yoğun desteğiyle, güçlü rakiplerine rağmen oyların %50’sinden fazlasını alarak ipi göğüsledi. Bu başarının ardında, Mamdani’nin alışılmış siyasetçilere benzemeyen tarzı yatıyordu. Sosyal medyayı ustalıkla kullanan, New York’un gündelik sıkıntılarını neşeli ve yaratıcı videolarla dile getiren, “hayat bu kadar zor olmak zorunda değil” mesajıyla insanların kalbine dokunan bir kampanya yürüttü. Örneğin kiraların aşırı yükselmesini eleştirirken çektiği esprili videolar, Coney Island plajında “kira donduracağız” diyerek buzlu suya atlaması gibi hafızalara kazınan performanslar, ona büyük bir takipçi kitlesi kazandırdı (theguardian.com, 2025). Mamdani’nin vaatleri de somuttu: Kentte kira artışlarını dondurma, Herkese ücretsiz okul öncesi eğitim, Ücretsiz belediye otobüsleri, Kamuya ait gıda pazarları açma, Daha fazla sosyal konut inşa etme gibi öneriler sundu.
Aslında bu öneriler, ilk bakışta çok radikal görünse de kentin mevcut imkânlarına dayanıyordu. Zira bugün New York’ta su ve kanalizasyon hizmetleri, kütüphaneler, parklar, bazı konutlar zaten kamusal sektörde. Mamdani’nin mesajı şuydu: “Yaşamın her alanını piyasanın insafına bırakmak zorunda değiliz, belediye halk için çalışabilir ve hayatı kolaylaştırabilir.” Bu yaklaşım, devasa eşitsizliklerin şehri New York’ta adeta bir nefes oldu.
Zohran Mamdani’nin seçim gecesi sadece New York’ta değil, dünya genelinde sol çevrelerde de sevinç dalgası yarattı. Guardian gazetesi, Mamdani’nin zaferini, sadece şehrin değil, Amerika’nın ve hatta dünyanın dört bir yanının dikkat kesildiği tarihi bir an diye niteledi. Gerçekten de Mamdani, bir yıldan kısa süre önce adı sanı bilinmeyen bir eyalet meclisi üyesiyken, kısa sürede küresel ölçekte ilgi uyandıran bir figüre dönüştü. Mamdani başarısı, Demokratların siyasetinin klasik kalıplarını da sarstı. Kendi partisinin “eski muhafız” kanadından Cuomo’yu alt etmesi, Demokrat Parti içindeki ideolojik bölünmeyi gözler önüne serdi: Halk, statükoyu temsil eden, zengin bağışçıların desteğindeki bir adaydansa, gerçekten değişim vadeden, heyecan uyandıran bir vizyona sahip adayı tercih etti (theguardian.com, 2025). Rekor düzeydeki katılım oranı da bunun kanıtıydı. Mamdani’nin kampanyası gençleri ve daha önce oy vermemiş kesimleri sandığa çekti ve “yeni bir kuşağa siyaset yaptırdı” yorumları yapıldı. Kuşkusuz, New York seçimindeki bu sonuç, dünya genelinde yükselen aşırı sağ popülizme karşı da moral verici bir karşı-hikâye sundu. İtalya’dan Brezilya’ya, Hindistan’dan Macaristan’a ve ülkemize kadar pek çok yerde otoriter-sağ liderlerin zaferleriyle sarsılan küresel ilerici kamuoyu, New York’taki bu gelişmeyi coşkuyla karşıladı.
New York’ta Belediye Sosyalizminin Sınırları
Ancak tüm bu heyecanın içinde, gerçekçiliği de elden bırakmamak gerekiyor. Geçmiş deneyimler gösteriyor ki bir belediye başkanına (hele ki koca bir kenti tek başına dönüştürmesi beklenen bir “kurtarıcı” figürüne) aşırı anlam yüklemek hayal kırıklığıyla sonuçlanabilir. Bugün Mamdani için “yeni Obama” benzetmesi yapanlar var. Onun da Obama gibi büyük umutlarla gelip sonradan düzenle uzlaşmasından korkuluyor. Nitekim Barack Obama 2008’de başkan seçildiğinde dünya çapında benzer bir coşku yaşanmış, ama ardından gelen hayal kırıklıkları solda derin bir moral bozukluğu yaratmıştı. Mamdani veya başka herhangi bir sosyalist belediye başkanı için de benzer bir risk söz konusu. Bu riskin somut nedenleri var:
İlki, belediye yönetiminin yapısal kısıtları, ABD gibi federal bir ülkede şehirlerin yetkileri eyalet yasalarıyla sınırlı. Örneğin Mamdani, zenginlere şehir vergisi koymak istese dahi, New York Eyaleti’nin onayına ihtiyaç duyabilir ki bu da çok zorddur Birçok büyük politika adımı (toplu taşımayı ücretsiz yapma, kapsamlı konut projeleri vb.) için eyalet veya federal fon desteği şart. Dolayısıyla, belediye sosyalistleri geniş bir vizyon ortaya koysa bile, bunu hayata geçirmek için daha üst idari birimlerle boğuşmak zorunda kalıyor. 20. yüzyılın başındaki belediye sosyalistlerinin birçoğu da benzer engellere takılmıştı: şehirlerin vergi koyma yetkisi sınırlı olduğu için sosyal programları finanse etmekte zorlandılar ve eyalet yönetimleri ilerici kent yönetimlerini kısıtlamak için yasalar çıkardı. Günümüzde de benzerini görüyoruz. Örneğin bazı muhafazakâr eyalet yönetimleri, sol eğilimli şehirlerin asgari ücreti yükseltmesini veya kiracıyı koruyan yasalar çıkarmasını engelleyen önlemler alıyor. Yani evdeki hesap sık sık merkezin çarşısına uymuyor.
İkinci olarak, siyasî engeller ve iktidarın karşı hamleleri göz ardı edilmemeli. Sosyalist bir belediye başkanı seçildiğinde, kentteki çıkar ve sermaye çevreleri ve geleneksel partiler genellikle geçici husumetlerini bir kenara bırakıp ona cephe alabilir. Tarihte sosyalist belediyeleri devirmek için Cumhuriyetçi ve Demokratların birleştiği örnekler çokça mevcut. Benzer şekilde bugün de düzen medyası, iş dünyası ve hatta kendi partisinin merkezi, Mamdani gibi figürlere karşı ortak hareket edebilir. Nitekim Mamdani New York’ta ön seçimi kazandıktan sonra bazı Demokrat parti kodamanlarının onu desteklemek yerine bağımsız aday arayışına girdiği, hatta Cumhuriyetçi adayın kazanmasının daha “ehven” olacağını düşündükleri kulislerde konuşulmuştu. Bu tür “füzyon” siyaset, sosyalistlerin şehirdeki çoğunluğunu bölerek onları yenilgiye uğratmayı amaçlar. Bu yüzden Mamdani gibi isimler, sadece seçimi kazanmanın sonrasında iktidarlarını korumakla da sınanacaklar.
Üçüncü ve belki de en önemli husus, halk desteğinin ve taban hareketinin sürekliliği. Bir belediye başkanının ne kadar solcu veya idealist olduğu tek başına belirleyici değildir. Esas mesele, o politikaları sürekli kılacak bir örgütlenme ve bilinç düzeyini toplumda yerleştirmektir. Belediye sosyalistlerinin geçmişte karşılaştığı tuzaklardan biri, karizmatik lidere odaklanıp kurumsal yapıyı ve kitle desteğini ihmal etmek oldu. Örneğin Bernie Sanders Burlington’da efsaneleşti ama o gittikten sonra kurduğu düzenin bir kısmı dağıldı. Benzer şekilde Milwaukee’de sosyalistlerin 50 yıllık yönetimi 1960’ta sona erdiğinde parti örgütü zayıfladığı için geri dönüşü olmadı. Shelton Stromquist gibi tarihçiler, belediye sosyalizminin sürekliliği için güçlü bir parti disiplini ve halk komiteleriyle hesap verebilirlik mekanizmaları gerektiğini belirtiyor – ki bu da bir yere kadar. Mamdani’nin kampanyasını zaferle taçlandıran şey, yüz binlerce New Yorklunun heyecan duyması ve sandığa gitmesiydi. Şimdi görev, bu kitleyi siyasetin içinde tutmak, belediye politikalarını tabanın yönlendirmesiyle şekillendirmek ve liderin rehavete kapılmasını önlemektir. Eğer bu başarılamazsa, sistem zamanla en idealist yöneticileri bile sıradanlaştırabilir. Unutmayalım, geçmişte birçok radikal belediye başkanı, makamın avantajları veya bir üst pozisyona geçme hırsıyla vaatlerinden taviz vermiş, “düzen başkanı” haline gelmiştir. Halkın örgütlü baskısı olmadığında, en sosyalist başkan bile belediye bürokrasisinin ve çıkar gruplarının arasında eriyip gidebilir.
Sonuç: İhtiyatlı Bir İyimserlik
Bütün bu uyarılar elbette ki umutsuzluğa kapılmak için değil, aksine umudu gerçekçi bir zemine oturtmak için. Zohran Mamdani’nin New York’ta belediye başkanı seçilmesi, ABD’de ve dünyada yükselen aşırı sağ dalgaya karşı önemli ve kutlanması gereken bir başarıdır. Bu gelişme, tıpkı İspanya’daki korkusuz kentler veya Latin Amerika’daki asi şehir koalisyonları gibi, kentlerin demokratik dönüşüm gücünü kanıtlıyor. Ancak tarihsel perspektif bize şunu öğretiyor: Hiçbir seçim zaferi tek başına altüst oluşlara neden olmaz. Yerel zaferin kalıcılığı sadece bir belediye başkanının radikal olmasının yanında, o kentin emekçilerinin, gençlerinin, yoksullarının ortak çabasının ürünü olursa kalıcı iz bırakır. Eğer Mamdani ve benzeri “sosyalist” yöneticilerden mucize bekler, sonra da onları kendi hallerine bırakırsak, bir süre sonra hayal kırıklığına uğramamız kaçınılmaz olacaktır.
Fakat öte yandan, bu deneyimlere gereğinden fazla kuşkuyla yaklaşmak da yanlıştır. Nasıl olsa merkezin baskısıyla bir şey yapamazlar deyip baştan ümitsizliğe kapılmak, değişim ihtimaline kendi elimizle ket vurmak olur. Doğru tutum, ihtiyatlı bir iyimserlik ve yönetsel ölçekler arası diyalektik politik yaklaşım olmalıdır: Evet, Mamdani’nin zaferi bir umut ışığıdır, ama bu ışığı büyütmek bizim elimizdedir. Dünyanın dört bir yanında kentler; insan haklarına, eşitliğe, dayanışmaya dayalı yeni bir siyaset kültürünün laboratuvarları olabilir. Bunun için hem belediye başkanlarına cesur adımlar atmaları için baskı yapmalı ve denetlemeli, hem de karşılaştıkları engellerde onlarla dayanışmalıyız. Yerelde sosyalizm için çabanın geçmişten gelen güçlü mirası bize şunu söylüyor: “Kent hakkı” için verilen mücadeleler, bazen ulusal ölçekteki tıkanmışlığı aşmanın yolu olabilir. Yeter ki bu mücadele, hayalperest bir romantizm ile katı bir karamsarlık arasındaki dengede, kararlılıkla sürdürülebilsin. Zohran Mamdani’nin New York’taki başarısı da tam olarak bunu yapmamız için bir çağrıdır – ona gereğinden fazla paye vermeden, fakat onun temsil ettiği umudu da boşa harcamadan yol almaya devam etmek…
Kaynakça
Baird, K. S., & Hughes, S. (2016, November 29). America needs a network of rebel cities to stand up to Trump. In These Times. https://inthesetimes.com
Betts, A. (2025, 4 Kasım). Zohran Mamdani elected mayor of New York on winning night for Democrats. The Guardian.
https://www.theguardian.com Campbell, L. (2025, 4 Kasım). Who is Zohran Mamdani, New York’s Democratic socialist new mayor? The Guardian.
https://www.theguardian.com Cooperation Jackson. (2017). The Jackson-Kush Plan and building a solidarity economy. https://cooperationjackson.org Early, S. (2024, 15 Ekim). Richmond Progressive Alliance’s lessons for local organizers.
https://jacobin.com In These Times. (2016, 29). America needs a network of rebel cities to stand up to Trump.
https://inthesetimes.com (2024). DSA electeds and the rise of municipal socialism in the US (feature).
https://jacobin.com Lartey, J. (2017, 11 Eylül). A revolutionary, not a liberal: Can a radical black mayor bring change to Mississippi? The Guardian.
https://www.theguardian.com Moberg, D. (2016, January 29). How Bernie Sanders put socialism to work in Burlington: A profile from 1983. In These Times.
https://inthesetimes.com Stromquist, S. (2025, June 30). Zohran Mamdani and the history of municipal socialism. LAWCHA LaborOnline.
https://www.lawcha.org S. News & World Report. (1987). America’s best mayors (feature list).
https://www.usnews.com Villarreal, A. (2021, June 23). ‘First of many’: Socialist India Walton defeats four-term Buffalo mayor in primary upset. The Guardian.
https://www.theguardian.com Wisconsin Historical Society. (n.d.). Milwaukee sewer socialism.
https://www.wisconsinhistory.org Yörür, F. (2024, 11 Kasım). Türkiye’nin kayyum geçmişi: 1980 darbesi sonrası geçiciydi, 2016 darbe girişiminin ardından kalıcı oldu. Amerika’nın Sesi (VOA Türkçe). https://www.amerikaninsesi.com

