Mikroşöhretleşmiş Siyaset ve Dijital Kamusallığın Yeni Estetiği: Zohran Mamdani’nin Asıl Anlamı

Yakın zamanda nihayete eren doktora araştırmam, çevrimiçi varlıklarıyla siyaset kültürünü dönüştüren yeni bir politikacı kuşağını – Alexandria Ocasio-Cortez, Ilhan Omar, Marjorie Taylor Greene ve Lauren Boebert – mercek altına alıyordu. Bu isimleri incelerken, siyasi otoritenin giderek sosyal medya görünürlüğü ve influencer kültürünün mantığı üzerinden inşa edildiğini tarif etmek için mikro-şöhretleşmiş siyasetçi (microcelebrified politicians) kavramını geliştirmiştik. Zohran Mamdani’nin yükselişi bu tezimi yalnızca doğrulamakla kalmadı; sosyal medyanın siyasetin ta kendisini nasıl başkalaştırdığını artık görmezden gelmeyi imkânsız kıldı. Bu yazıda onun yükselişini bu bağlamda tartışmak istiyorum. Bunu yaparken, sosyalist bir siyasi içerikten yoksun bir biçimin nihayetinde içi boş bir kalıptan ibaret kalacağını açıkça kabul ediyorum. Amacım, onun başarısını salt bir sosyal medya başarısına indirgemek değil; biraz da uzmanlık alanımın gereği olarak bu başarının inşa edildiği mikro-şöhret dinamiklerine odaklanmaktır. Mamdani’ye odaklanmak istiyorum zira onun her anlamda çok önemli bir örnek olduğunu ve küre çapında yükselen bir fenomenin en net, belirgin, karizmatik örneği olduğunu düşünüyorum. Mamdani’nin dijital varlığı, defalarca sosyal medya çevrelerinin dışına taşarak ana akım medyada da yankı bulmuştur. The Nation ve Jacobin gibi yayınlar onun sosyalist gündemini övgüyle ele alırken, The New York Times onu yeni bir ilerici Demokrat kuşağının parçası olarak tanıtmıştır. En dikkat çekici olanı ise TIME dergisinin 2025 yılında Mamdani’yi kapağına taşımasıdır; bu, sosyalist siyasete kök salmış, bir dönem polis departmanının fonlarının kesilmesini savunacak kadar radikal söylemlerde bulunan bir politikacının küresel bir medya figürüne dönüşebileceğini simgeleyen bir andır. Ayrıca bu örnekler, platformlar için üretilen içeriğin geleneksel mecralara taşınarak görünürlüğü artırdığı ve sosyalist siyasetin ana akım içinde nasıl yeniden çerçevelendiğini, bu geri besleme döngüsünü ortaya koyar.

Mamdani’nin görünürlüğü –Andrew Cuomo’yu geride bırakarak 2025 New York Demokrat Parti belediye başkanlığı ön seçimlerini kazanmasıyla doruğa ulaşan başarısı– sırf estetik tercihler ya da dijital becerilerle açıklanamaz. 1991’de Uganda’nın başkenti Kampala’da doğan ve New York’ta büyüyen Mamdani, hem bir diktatörlük tarafından yurdundan edilmiş bir göçmen ailenin hikâyesini, hem de öğrenci borcu, güvencesizlik ve ırksal adaletsizlikle radikalleşmiş bir kuşağın hassasiyetini yansıttığı için, bunun siyaset dilindeki ifadesini başarıyla kurduğu için bugün küresel bir figür haline gelmiştir. Siyasete atılmadan önce konut danışmanı ve kiracıların haklarını savunan örgütlerde çalışan Mamdani, siyasi vizyonunu elit politika çevrelerinden değil, New York’un emekçi semtlerindeki gündelik mücadelelerden devşirdi. Ünlü akademisyen Mahmud Mamdani’nin oğlu olmasına karşın, kendi siyasi kimliğini bilinçli bir şekilde akademiden ziyade, mahalle ölçeğindeki örgütlenme ve seçim mücadelesi üzerinden, sokaktaki insanlarla somut bir mücadele yürüterek inşa etti.

Bu yaşam öyküsü, onun siyasi kişiliğinin tam merkezinde yer alır: sadece sosyal medya estetiğini iyi kullanan bir politikacının dil becerisini değil, altını çizdiği krizleri bizzat yaşamış ve onlara karşı örgütlenmiş birinin inandırıcılığını da yansıtır. Mamdani’nin başarısı, kapitalizmin çelişkilerini – konut, borç, sağlık, ırksal adaletsizlik – arı bir dille ifade edebilmesinde ve bu çelişkileri günümüzün medya ortamında filizlenen bir siyasi kişilikte somutlaştırabilmesinde yatar. Sosyal medya hesapları, bireysel mücadeleleri sistemsel eleştirilerle bağdaştırarak ötekileştirilmiş sesleri duyurur. Görünürlüğün metalaştığı ve muhalefetin etkisizleştirildiği bir kültürde Mamdani, sosyalist siyasetin platform kapitalizminin araçlarını, bizzat o kapitalizme karşı nasıl kullanabileceğinin canlı bir örneğidir. Ama tabi ki bu durum beraberinde birçok “tehlikeyi” de beraberinde getirir.

Mikro-Şöhretleşmiş Siyasetçiler ve Platform Kapitalizmi

Literatürde “celebritization of politics” (Driessens, 2012; Street, 2012; 2015), genellikle siyasetin medya aracılığıyla popüler kültürün bir parçası hâline gelmesi süreci olarak tanımlanır. Bu süreçte siyasetçiler, yalnızca temsilciler veya karar alıcılar değil; aynı zamanda izlenebilir ve tanınabilir kişilikler hâline gelir. Siyasi figürlerin özel yaşamları, dış görünüşleri, duygusal tepkileri veya kişisel hikâyeleri, hatta eşlerinin görünüşleri ve ne giydikleri, politik eylemlerinden daha fazla ilgi çeker. Böylece siyaset, kamusal tartışma alanı olmaktan uzaklaşarak seyirlik bir olguya, yani “magazinleşmiş siyaset”e dönüşür. Bu dönüşümün kökleri 20. yüzyılın ikinci yarısında, özellikle televizyonun siyaseti medyatikleştirmesiyle atılmış olsa da günümüzde sosyal medya platformları bu süreci hızlandırarak yeni bir aşamaya taşımıştır. Theresa Senft (2008) tarafından geliştirilen ve Alice Marwick (2018) ile Bethany Usher (2020) gibi akademisyenler tarafından genişletilen mikro-celebritisation kavramı ise, çevrimiçi alanda sürdürülen öz sunum, samimiyet ve izleyiciyle etkileşim pratikleri üzerinden kamusal bir persona inşa etme sürecini tanımlar.

Bu yazıda ben, “celebritization of politics” kavramını “magazinleşmiş siyaset” olarak çevirmeyi daha uygun buluyorum. Zira bu terim, yalnızca siyasi figürlerin görünürlük biçimlerini değil; aynı zamanda siyaset yapma tarzının, kamusal algının ve yurttaşların siyasete olan ilgisinin nasıl magazinel bir çerçeveye sıkıştığını da daha kapsamlı ve isabetli bir biçimde yansıtmaktadır. Kanaatimce, “magazinleşmiş siyaset” kavramı bu dönüşümün özünü en iyi şekilde yakalamaktadır. Zira bu ifade hem halkın siyasete yaklaşımının hem de siyasetçilerin siyaset yapma biçimlerinin giderek magazinsel bir mahiyete bürünmesine, bu şöhret kültürünün dinamikleriyle aynılaşmasına işaret eder. Bununla birlikte, microcelebritization of politics kavramı için “mikro-magazinleşme” ifadesini kullanmayı tercih etmiyorum. Zira bu ifade hem dilde doğal bir karşılık bulmamakta hem de kavramın taşıdığı dönüşümü tam olarak yansıtmamaktadır. Burada söz konusu olan, siyasetin magazinleşmesinden çok daha derin bir olgudur: siyasetçinin, kendi “şöhretini” belirli bir siyasi proje, ideolojik yönelim veya toplumsal amaç doğrultusunda bilinçli bir şekilde inşa etme sürecidir. Bu durum, geleneksel magazinleşmeden farklı olarak; siyasal öznelliğin bizzat medya mantığına göre biçimlendiği ve görünürlük stratejisinin politik eylemin ayrılmaz bir parçası hâline geldiği yeni bir aşamaya işaret etmektedir. Geleneksel anlamda siyasetçiler için “şöhretleşme” kavramı anlamlı değildir; zira siyasetçi zaten kamusal görünürlüğe sahip, ün sahibi bir figürdür. Yalnızca sunumu ve davranış biçimleri magazinsel bir nitelik kazanabilir ki o durumda bir “ünlüleşmeden” bahsedilemez. Oysa mikro-şöhretleşme bambaşka bir sürece işaret eder: burada siyasetçi, en başından itibaren kendi şöhretini sosyal medyanın mantığına, görünürlük ekonomisinin dinamiklerine ve takipçi kültürüne göre inşa eder. Bu süreç, bir seçim kampanyasından çok daha uzun vadeli, sürekli ve stratejik bir kişisel marka inşası biçiminde ilerler. Yazının devamında göstermeye çalışacağım üzere, bu inşa süreci, temelde “influencer” ya da “fenomen” olarak anılan çevrimiçi figürlerin şöhret üretme pratiklerine büyük ölçüde benzemektedir.

Bu bağlamda “mikro-şöhretleşmiş siyasetçi”, dijital çağın kişisel markalaşma ve tabandan örgütlenme dinamiklerini bir araya getiren yeni bir figürü temsil etmektedir. Sosyal medya, siyasetçiye hem kendi hikâyesini anlatma hem de doğrudan kitlelerle ilişki kurma olanağı sunarken; bu süreçte siyasal kimlik giderek kişiselleşmekte, kamusal temsil biçimleri “samimiyet”, “yakınlık” ve “özgünlük” gibi duygusal kodlar üzerinden yeniden inşa edilmektedir. Artık mikro-şöhretleşmiş siyasetçi, parti hiyerarşileri ya da geleneksel medya kanalları aracılığıyla değil; kendi kişisel platformları ve takipçi toplulukları üzerinden meşruiyet üretmektedir. Dolayısıyla “mikro-şöhretleşme”, “neoliberal platform kapitalizminin” sunduğu görünürlük olanaklarını kişisel bir siyasal sermayeye dönüştürme biçimidir. Hem özneyi güçlendiren hem de onu piyasanın görünürlük rejimine bağımlı kılan ikircikli bir süreçtir.

Artık günümüzde yalnızca “magazinleşmiş siyasetçi” değil, “mikro-şöhretleşmiş siyasetçi” çağından söz etmek mümkündür. Bu yeni dönemde siyasetçiler, görünürlüklerini profesyonel medya kuruluşları aracılığıyla değil; doğrudan kişisel sosyal medya hesapları üzerinden inşa eder. Bu durum, ünlü olma mantığını mikro ölçeğe taşır: takipçi sayısı, beğeni oranı ve etkileşim gibi metrikler, siyasal meşruiyetin yeni ölçütleri hâline gelir. Dolayısıyla siyaset artık yalnızca kamusal tartışma ve temsil biçimi değil; bireysel performans, duygusal etkileşim ve imaj yönetimi üzerinden şekillenen bir “mikro-şöhretleşme” alanıdır.

Mamdani’nin Instagram ve TikTok pratikleri, mikro-şöhretleşmiş siyasetin uygulamadaki karşılığını somut biçimde ortaya koymaktadır. En çok paylaşılan videolarından biri, yılın ilk günü Coney Island kıyısında çekilmiştir: Mamdani takım elbisesiyle buz gibi suya atlayarak “Donuyorum… tıpkı New York’un bir sonraki belediye başkanı olarak kiralarınızı donduracağım gibi!” der. Bu mizahi performans, bir yandan platform estetiğine uygun bir “viral” eylem niteliği taşırken, öte yandan kira dondurma politikasına dair son derece net bir siyasal mesaj içerir. Mamdani’nin bu tür eylemleri, siyasal mesajın biçim ve içerik düzeyinde bütünleştiği, kamusal imajın hem politik hem de kültürel sermaye ürettiği yeni bir siyasal temsil biçimini gözler önüne sermektedir.

Yapısal sorunları insani ve acil bir mesele hâline getirmek için mizahı, “meme” estetiğini ve bedensel performansı kullanmaktadır. Örneğin, *SubwayTakes* adlı TikTok röportajının 407. bölümünde bir metro vagonunda otururken MetroCard’ı sahte bir mikrofon olarak kullanmış, absürt siyasal argümanlara yanıt verirken gülmüş ve polislik ile vergiler gibi konular hakkında doğrudan, samimi ve anlık bir biçimde konuşmuştur.

Instagram’da Mamdani, kampanya anlarını gündelik yaşamla birleştirir: yemek yerken, yürürken, müzik dinlerken ya da küçük kişisel ayrıntılar paylaşırken görülür. Bunu geleneksel medyaya da taşır. Örneğin The Nation dergisindeki bir söyleşisinde, sabah rutininde müziğin önemli bir yer tuttuğunu–Lucky Ali’nin “O Sanam”ı ya da soca müziği gibi parçaları dinlediğini–belirtir; bu da sosyal medya paylaşımlarında kendini gösterir ve onun zevklerine, kültürel yönelimlerine ve yaşam ritmine dair ipuçları sunar.

Ayrıca Mamdani’nin paylaşımlarında belirgin biçimde “icra edilen sıradanlık” (performed ordinariness) dikkat çeker. Astoria’da ikinci el bir mağazadan alınmış takım elbise, Bollywood referanslarının ironik biçimde harmanlanması ya da trende müzik dinlerken kaydedilmiş gündelik sahneler, siyasetteki geleneksel temsil normlarına meydan okuyan bilinçli tercihlerdir. Bu görüntüler, siyasetçiden beklenen cilalı, profesyonel ve hiyerarşik imajı tersyüz eder. Kendi bedenini ve gündelikliğini “kamusal malzeme”ye dönüştürürken Mamdani, görünürde spontane ama aslında yüksek derecede hesaplanmış bir görsel samimiyet stratejisi uygular. Bu estetikteki önden çekim kameralar, dar kadrajlar, mizah ve gündelik dile yaslanan ifade biçimleri, izleyicide “yakınlık yanılsaması” (illusion of intimacy) yaratır. Mamdani artık uzaktaki bir iktidar figürü değil, sıradan mekânları, ekonomik kısıtları ve duygusal kırılganlıkları paylaşan bir “bizden biri” olarak konumlanır. Ancak bu “bizden biri olma” hali, siyasal otantikliğin yeniden tanımlandığı dijital bir sahnelemeye işaret eder.

Burada samimiyet bir duygu değil, bir stratejidir; “aşırı profesyonellikten arınmışlık” fikri, aslında güven inşasının ve görünürlük optimizasyonunun yeni biçimidir. “Stratejik amatörlük” (strategic amateurism) bu bağlamda kilit bir rol oynar. Mamdani’nin suya atladığı videonun etkisi, üretim değerinin düşüklüğünde değil, bu düşüklüğün anlam üretiminde yattığı noktada gizlidir. Videonun kusurluluğu, fiziksel rahatsızlık ve “ıslanma” metaforu, bir davaya bedel ödemeye hazır olmanın, “bedenini riske atan siyasetçi” imajının duygusal altyapısını kurar. Dolayısıyla bu içerikler, amatör estetiğin ardına gizlenmiş profesyonel bir politik performanstır: duygusal bağ kurma, güven telkin etme ve takipçiyi ideolojik olarak mobilize etme araçlarıdır. Bu bağlamda “icra edilen sıradanlık”, neoliberal dijital kültürün duygulanımsal mantığıyla kesişir: erişilebilir görünmek, kırılganlığını sergilemek ve “kusurlu” olmayı performatif biçimde üstlenmek artık etkili siyasal iletişimin temel bileşenlerine dönüşmüştür. Mamdani’nin örneğinde olduğu gibi, bu stratejiler yalnızca bir estetik tercih değil, siyasal meşruiyeti duygusal temsiller üzerinden yeniden kuran post-karizmatik bir liderlik biçiminin de göstergesidir.

Mamdani’nin dijital görünürlüğü, icra edilen sıradanlık ve stratejik amatörlük kavramları etrafında şekillenirken, bu estetik yalnızca kişisel bir tercih değil, aynı zamanda günümüz dijital kapitalizminin duygusal ve iletişimsel mantığına içkin bir siyasal stratejiyi de yansıtır. Jodi Dean’in (2005; 2009) “communicative capitalism” olarak adlandırdığı olgu, demokratik katılımın yerini sürekli dolaşım, paylaşım ve görünürlük ekonomisine bıraktığını savunur. Bu düzende, içerik üretmek ve paylaşmak siyasal müdahale değil, sistemin kendi meşruiyetini yeniden üretme biçimidir. Mamdani’nin gündelik hayat sahnelerini, kusurlu çekimlerini ya da “sıradan” jestlerini kamusal alana taşıması, tam da bu mantığın içinde işleyen bir tür siyasal katılım biçimi olarak okunabilir. Burada siyaset, iletişimsel kapitalizmin koşulları altında “duygusal performans”la özdeşleşir; politik özne, konuşan, paylaşan, hisseden bir kullanıcıya indirgenir.

Zizi Papacharissi’nin (2015) tanımladığı affective publics ise bu durumu başka bir boyuttan açıklar. Papacharissi’ye göre dijital kamusal alanlar artık rasyonel müzakere değil, duygulanımın dolaşımı üzerinden şekillenir. Bu nedenle siyasal meşruiyet de duygusal yankı üretme kapasitesiyle ölçülür. Mamdani’nin paylaşımlarındaki samimiyet jestleri–ıslanan gömlek, selfie kadrajları, mizahi dil–duygulanımsal bir kamusallığın içinde işlev görür; izleyicide bir “yakınlık” ve “ortaklık” hissi uyandırarak siyasal bir bağ kurar. Ancak bu bağ, Papacharissi’nin de belirttiği üzere, kalıcı bir kolektif eylem yerine geçmez; aksine, duyguların geçici bir dolaşımıyla tatmin olan bir “sahte katılım” hissi üretir.

Bu noktada Mamdani’nin stratejisi çelişkili bir alanı temsil eder: bir yandan, neoliberal platform mantığının içinde işleyen iletişimsel kapitalizmin kodlarını tersine çevirir–sistemin dayattığı parlaklık, filtrelenmişlik ve yapay profesyonellik yerine amatörlüğü, doğallığı ve duygusal kırılganlığı sergiler. Fakat diğer yandan, bu “doğallık” da platform kapitalizminin ödüllendirdiği içerik biçimlerine, algoritmik görünürlük rejimlerine ve duygusal performans ekonomisine sıkı sıkıya bağlıdır. Böylece Mamdani’nin stratejik amatörlüğü, hem direniş hem uyumun iç içe geçtiği bir alanı açar: sistemin estetik kodlarını reddederken, görünür olabilmek için tam da o kodların içinde hareket eder.

Sonuçta, icra edilen sıradanlık ve stratejik amatörlük politik bir sahicilik vaadi taşır; fakat bu sahicilik, Dean’in deyimiyle “katılım yanılsaması”nın, Papacharissi’nin de belirttiği “duygusal yankı”nın ötesine nadiren geçer. Mamdani örneğinde gördüğümüz, temsilin ötesinde bir eylem değil, temsilin duygusal yoğunlukla yeniden üretimidir: duyguların dolaşımı siyasal anlamın yerini almış, siyaset bir performansa, performans da bir içerik türüne dönüşmüştür.

Küresel Perspektif: Dersler ve Çelişkiler

Mamdani bu eğilimde yalnız değildir. Birleşik Krallık’tan Zara Sultana, Şili’den Gabriel Boric veya Kanada’dan Jagmeet Singh gibi figürler de benzer dinamikleri somutlaştırmakta; Instagram ve TikTok aracılığıyla destekçilerini harekete geçirmek, siyaseti daha insani bir düzleme taşımak ve takipçileriyle parasosyal bir bağ kurmak için bu platformları etkin bir şekilde kullanmaktadır. Benzer şekilde, Amerika’da Alexandria Ocasio-Cortez ve Jamaal Bowman gibi genç Demokrat siyasetçiler, dijital platformları salt mesaj yaymak için değil, aynı zamanda topluluk inşa etmek ve kolektif eylemi görünür kılmak için stratejik olarak kullanmaktadır. Kısacası, bu olgu küresel bir nitelik taşır; hem sol/sosyalist hem de muhafazakâr kanatlar, “dikkat ekonomisinin” mantığına uyum sağlayarak siyasi kimliklerini bu platformlar üzerinden yeniden inşa etmişlerdir.

Solda mikro-şöhretleşme, sosyalist seferberlik için yeni olanaklar yaratabilir; siyaseti daha erişilebilir ve kolektif bir deneyim hâline getirebilir. Ne var ki bu durum kendi içinde derin çelişkiler barındırır. Mamdani, Sultana veya Boric gibi sosyalist siyasetçiler, görünürlüklerinin sermaye çıkarlarına dayalı kâr odaklı platform mantıkları tarafından belirlenmesi anlamına gelen, kapitalist teknoloji tekellerine ait altyapılara bağımlıdır. Direnişi temsil etseler dahi, bu siyasi kişilikler neoliberal dikkat piyasalarında paketlenir, dolaşıma girer ve nihayetinde birer tüketim nesnesine dönüşür.

Öte yandan, aşırı sağ, aynı dijital dinamikleri çoğu zaman çok daha az kısıtlamayla ve daha agresif biçimde kullanma konusunda dikkate değer bir “beceri” göstermiştir. Amerika’da Marjorie Taylor Greene, Lauren Boebert, Donald Trump, Ben Shapiro ve Charlie Kirk gibi isimler, öfke, komplo teorileri, mizojini ve gösteriş üzerine kurulu mikro-şöhretleşmiş politik kimlikler inşa etmişlerdir. Bu figürler, algoritmaların duygusal yoğunluğu yüksek, kışkırtıcı ve kutuplaştırıcı içerikleri ödüllendiren yapısından ustaca yararlanarak, platform kapitalizminin duygusal ekonomiyle nasıl iç içe geçtiğini açık biçimde sergilemişlerdir. Kirk’ün suikast sonucu ölümü bile, çevrimiçi aşırı sağ ağlarca bir “şehitlik” ve “kahramanlık” anlatısına dönüştürülmüş; şiddet, fedakârlık ve ulusal kurtuluş mitleriyle çevrimiçi mitopoetik bir kolektif hafıza yaratılmıştır.

Birleşik Krallık’ta Nigel Farage, Tommy Robinson, Katie Hopkins veya GB News çevresi, popülist teatral söylemler ve gündelik “gerçek insan” temsilleriyle, ana akım siyasete karşı “halktan” bir öfke estetiği üretmişlerdir. Reform UK ve benzeri hareketlerin TikTok ve Instagram hesapları, popülizmi renkli “mem” estetiğiyle sararak genç seçmenlere cazip bir biçimde sunmaktadır. Estetikleşmiş öfke, mizah ve milliyetçi nostalji iç içe geçerken, siyasal söylem bir tür “duygulanımsal performans”a dönüşmüştür. Bu örnekler, gerici ve otoriter eğilimlerin, dijital platformların ödüllendirdiği gösteriş, öfke ve sadakat ekonomisini, solun çoğu örnekte yapamadığı kadar etkili biçimde araçsallaştırdığını göstermektedir. Aşırı sağın bu “becerisi” hem neoliberal platform mantığının hem de çağdaş siyasal iletişimin yapısal zaaflarını görünür kılmaktadır: duygulanım, etkileşim ve kimlik performansı artık ideolojik içeriğin yerini almış; siyaset, hızla “izlenebilirlik” ve “etkileşimle” ölçülen bir şov ekonomisine dönüşmüştür.

Türkiye’de ise Ümit Özdağ, Zafer Partisi lideri olarak, özellikle hapisten önceki dönemde, sosyal medyayı sistematik bir nefret makinesi hâline getirmiştir. Kısa, yoğun duygusal yüklü videolar ve provokatif içeriklerle mülteci ve göçmen karşıtı söylemleri viral hâle getirerek, toplumsal gerilimi besleyen bir propaganda aygıtı inşa etmektedir. Özdağ, kurgusal canlı yayın tartışmaları, sahnelenmiş kavgalar ve kendisini ulusun tek savunucusu olarak resmeden stilize görsellerle, ırkçı politikayı bir eğlence ve gösteri nesnesi hâline dönüştürmüştür. Bu yükselişin kaynağı parti örgütleri değil, yabancı düşmanlığını dijital medya mantığıyla tüketilebilir bir sosyal medya gösterisine çevirme becerisidir. Ortaya çıkan siyasal kültür, otoriter popülizme meşruiyeti tartışma ya da kurumsal müzakere yoluyla kazandırmaz; bunu doğrudanlık estetiğiyle sağlar. Lider, savaşçı ve kahraman olarak sahnelenir; kalabalık tanık, gösteri ise hakikat olarak sunulur. Sosyal medya, sadece bir iletişim aracı değil, aşırı sağ için bir propaganda, manipülasyon ve ideolojik mühendislik sahası hâline gelmiştir. Bu, neoliberal dijital ekonomiyle beslenen bir siyasal performans rejimidir: nefret, korku ve kutuplaştırma hem içerik hem de görünürlük açısından ödüllendirilir.

Benzer biçimde, Alparslan Türkeş’in “mirası”, günümüz aşırı sağcı influencer’ları tarafından “mem” formatlarında yeniden paketlenerek dolaşıma sokulmakta ve milliyetçi söylem, genç kitleler için popüler kültür estetiğine dönüştürülmektedir. Abdurrahman Uzun, Fatih Tezcan, hatta Cübbeli Hoca ve diğer YouTube ve Instagram fenomenleri, milliyetçi, cinsiyetçi ve komplo teorileriyle örülü içeriklerini “doğrudan halkla konuşan”, samimi ve “dijital mücahit” bir üslup içinde sunmaktadır. Bu figürler, bir yandan politikayı kişiselleştirirken diğer yandan takipçi ekonomisinin sunduğu görünürlük ve etkileşimi siyasal sermayeye dönüştürmektedir. Böylece, neoliberal platform mantığına tam uyumlu, duygusal yatırım ve ideolojik öfke üzerine kurulu bir mikro-celebrity siyaseti ortaya çıkmaktadır. Artık bu, marjinal bir uygulama değil, Türkiye’de aşırı sağ siyasetin neoliberal platform kapitalizmi üzerinden kendini yeniden üretmesinin temel göstergesidir. Kısaca, küresel ölçekte gözlemlenen siyasetin ve kamusal alanın bir bütün olarak platform kapitalizmi ile influencer kültürü tarafından dönüştürülmesi olgusu, bugün Türkiye’de tüm yönleriyle mevcuttur. Ne var ki, bunun karşısında aynı ölçüde etkili bir sosyalist ya da sosyal demokrat pratik yoktur.

Dijital Sahnede Sosyalist Stratejiler: Görünürlüğün Avantajları ve Riskleri

Sosyalist bir bakış açısından bu durum, neoliberalizmin medya düzeninin merkezindeki temel çelişkiyi gözler önüne sermektedir: Sosyalist ifadenin önünü açan dijital platformlar, yapısal olarak gerici siyasete eğilimlidir. Kapitalist altyapılar özgürleşmeyi değil, etkileşimi en üst düzeye çıkarmayı hedeflediğinden, duyusal olanı, bölücü olanı ve ticarileştirilebilir olanı sistematik biçimde kayırır. Aşırı sağın bu alandaki “başarısı” tesadüf değildir; bu, siyasetin viral bir gösteriye indirgendiği medya kapitalizmiyle neoliberalizmin derin iç içe geçmişliğinin doğal bir sonucudur.

Bu bağlamda Mamdani’nin mikro-şöhretleşmesi hem bir güç ve başarı hem de bir kırılganlık olarak okunmalıdır. Güç ve başarıdır, zira sosyalist siyasetin geniş kitlelere ulaşmasını ve duygusal bir dayanışma üretmesini sağlar. Ancak aynı zamanda kırılgandır, çünkü gerici mikro-şöhretleri de besleyen aynı platform mantığı içinde varlığını sürdürmektedir. Sosyalist siyaset için asıl görev, yalnızca influencer kültürünün diline hâkim olmak değil, görünürlüğün üretildiği koşulları dönüştürmek–siyasal yaşamı neoliberal ticarileşmeden kurtarmaktır. Ancak o zaman mikro-şöhret, kapitalist bir gösteri tuzağı değil, özgürleşmenin gerçek bir aracı hâline gelebilir.

Günümüzde neoliberal ekonomi hayatın her alanına hâkim olurken, artık insan ruhunu, dikkatini ve zamanını da ticarileştirerek tüketim nesnesine dönüştürmektedir. “Mikro-şöhretleşmiş siyasetçi” bu dönüşümün siyasetteki uç noktasını temsil eder: Artık siyasetçi yalnızca lider değil, takipçileriyle sürekli etkileşim kuran, duygusal ve görsel performansını yöneten, kendi markasını üreten dijital bir figürdür. Zohran Mamdani, sosyalist siyaseti influencer kültürünün estetik ve mantıklarıyla birleştirerek meşruiyet, yakınlık ve görünürlük inşa eden tipik bir örnektir. Onun yükselişi, bireysel karizmanın ötesinde, siyasal kültürün teknoloji tekelleri tarafından kâr, veri ve dikkat ekonomisi ekseninde yeniden şekillendiğini göstermektedir. Bu zeminde hareket etmek, kapitalist mantık tarafından özümsenme riskini de taşır.

Sosyalistler için Mamdani’nin başarısı hem fırsat hem uyarıdır. Mikroşöhretleşmeyi adalet odaklı bir araç olarak kullanabilmesi, dijital altyapıların neoliberal mantığa karşı kısmen tersine çevrilebileceğinin ufak bir göstergesi olarak okunabilir. Zira bu taktikleri ve platformları göz ardı etmek, influencer kültürünü yüzeysel görmek veya bunları dışlayan bir konuma çekilmek tarihi bir hata olurdu. Sol, bu alanlarda stratejik biçimde var olmayı öğrenmeli ve her “otantik” bağın kapitalist platformlar üzerinden aracılık edildiğinin bilincinde olmalıdır. Amaç, sadece sağdan daha iyi oynamak değil, oyunun kendisini açığa çıkarmak, dijital yakınlığın estetiğini özelleştirme, güvencesizlik ve mülksüzleştirme karşıtı daha geniş mücadelelere bağlamaktır.

Sonuç olarak ve tekrar pahasına, Mamdani’nin mikroşöhretleşmesinin bu derece buyuk yankı uyandırması hem güç hem kırılganlıktır: seferberlik ve bağ kurma aracı olmakla birlikte neoliberal platform kapitalizminin mantıklarıyla sınırlıdır. Sol hem aşırı sağa hem de neoliberalizme karşı durmak istiyorsa, bu yeni zemini ne reddetmeli ne romantize etmelidir; onun mücadele zemini dönüştürme çabasından vazgeçmeden alandaki yerini almalıdır. Ancak o zaman mikroşöhretleşmiş siyaset, görünürlüğün tuzağı olmaktan çıkarak kolektif özgürleşme için bir kaldıraç haline gelebilir.


KAYNAKÇA

Dean, J. (2005). “Communicative Capitalism: Circulation and the Foreclosure of Politics.” Cultural Politics, 1(1), 51–74.

Dean, J. (2009). Democracy and Other Neoliberal Fantasies: Communicative Capitalism and Left Politics. Durham: Duke University Press.

Driessens, O. (2012) 'The celebritization of society and culture: Understanding the structural dynamics of celebrity culture', International Journal of Cultural Studies, 16(6), s. 641-657.

Marwick, A.E. (2013) Status Update: Celebrity, Publicity, and Branding in the Social Media Age. New Haven: Yale University Press.

Marwick, A.E. (2018) 'The Algorithmic Celebrity', in Abidin, C. and Brown, M.L. (ed.)

Microcelebrity Around the Globe. Emerald Publishing Limited, pp. 161-169.

Papacharissi, Z. (2015). Affective Publics: Sentiment, Technology, and Politics. Oxford: Oxford University Press.

Senft, T.M. (2008) Camgirls: Celebrity and Community in the Age of Social Networks. New York: Peter Lang.

Street, J. (2012) 'Do Celebrity Politics and Celebrity Politicians Matter?', The British Journal of Politics and International Relations, 14(3), s. 346-356.

Street, J., Inthorn, S. and Scott, M. (2015) 'From Entertainment to Citizenship: Politics and Popular Culture', in From Entertainment to Citizenship. Manchester: Manchester University Press.

Usher, B. (2020) 'Rethinking microcelebrity: Key points in practice, performance and purpose', Celebrity Studies, 11(2), s. 171-188.