Amerikan Seçimlerinin İki Yıldızı Sanders ve Trump: "Müesses Nizamın" Sonu mu?
ABD'de demokratlardan Bernie Sanders'ın ve Cumhuriyetçilerden Donald Trump'ın kazandığı New Hampshire'dan sonra Güney Carolina seçimlerini Cumhuriyetçilerden Trump kazandı. Cumhuriyetçilerden en makul aday olarak gösterilen Jeb Bush'da bu seçim sonrası yarıştan çekildi. Dolayısıyla Cumhuriyetçi Parti elitleri Trump'a karşı daha “makul” olan iki aday arasından -Ted Cruz ve Marco Rubio- seçim yapacak. Marco Rubio Cumhuriyetçi elitlerin yeni yükselen yıldızı gibi örülüyor. Ve evet Cumhuriyetçi elitler Trump'ı aşırı buluyor ve durdurmaya çalışıyor.

Güney Carolina siyah nüfusun fazlalılığının yanı sıra ve beyazların daha radikal sağ politikalara -ve hatta ırkçılığa- daha yakın durduğu bir yer. Demokratlar arası yarış 27'sinde olacak. Clinton büyük ihtimalle kazanacak çünkü siyah nüfusun Clintonlara teveccühü öyle bir-iki haftada değişecek gibi değil. Fakat oy oranları, sosyalist kelimesini Amerikan siyaseti için normalleştirmesi bile tarihe not düşülebilecek Sanders'ın kendi kampanyasının gücünü test etmesi açısından bir imtihan olacak. En son Nevada seçimleri oldu ve az farkla Clinton kazandı. Ve gene evet, Demokrat Parti elitleri de Sanders'a karşı Clinton'ı destekliyor çünkü Sanders'ı “makul” bulmuyorlar.[1]

Fakat bundan evvel hem Bernie Sanders hem de Donald Trump, Güney Carolina'dan başka demografik özellikler taşıyan New England bölgesinin eyaleti New Hamsphire'dan galip çıkmayı başardı. Eyaletin mottosu "Live Free or Die", yani "Özgür Yaşa ya da Öl". Söz Amerikan İç Savaşı zamanı kısmi bir kahramanlık hikâyesiyle ortaya çıkmış. Fakat şu an marihuana kullanmanın serbest olması, eşcinsel evliliğin yasal olması vb. daha liberal yönleriyle ortaya çıkan ufak bir eyalet New Hampshire. Uzun lafın kısası, Sanders ve Trump seçimleri için bir manşet atsaydık ana akım gazetenin birisinde, herhalde New Hampshire Sanders ile "Özgür Yaşa" derken Trump ile "Öl" dedi gibi bir şey derdik herhalde.

Tabii ki ortada bu kadar dramatik bir şey yok. New Hampshire gibi eğitimli ve gelir seviyesi yüksek nüfusun fazla olduğu, beyaz nüfusun neredeyse yüzde yüz çoğunlukta olduğu bir eyalette ne Sanders'ın kazanması ne de Trump'ın kazanması bana tuhaf geliyor. Neticede eğitimli, gelir seviyesi yüksek seçmenin azıcık sola sempatisi olanı, aileden çoğunlukla popülist ama birazcık da sol hatta ideolojik "halkçılık" tedrisatı alanı sosyal demokrat siyasete eğilim duyar, işimize gücümüze bakalım kardeşim diyen, sağa yatkınlığı "halkçılık" tedrisatının zayıflığından ya da ideolojik başkalığından ileri geleni de en sağcı ve popülist olana kolayca savrulur.[2]

Tabii şimdi böyle diyerek daha en baştan kendisini "demokratik sosyalist" olarak tanımlayan Sanders'ı sosyal demokrat da ilan edivermiş oldum el çabukluğu ile. Öyle midir değil midir, başka yazının tartışması olur belki. Şimdilik genel çerçevemi eski Yunan maliye bakanının, Yanis Varoufakis'in Sanders'ı nasıl tanımladığı üzerinden kuruyorum:

"Geçen sene, Yunanlılar bir anda solcu oldukları için seçmediler beni. Bernie Sanders'ta da benzer şekilde, New Hampshire seçmeni bir anda demokratik... sosyalistler olduklarını keşfetmediler! [...] Ama Bernie'nin ve Atlantik'in öteki tarafındaki yoldaşları olan bizlerin hedeflerimizde mütevazı olduğumuzu anladılar. Sosyalizmin çok uzaklarda olduğunu -ve hatta ancak teknolojinin daha da ilerlemesi ile gelebileceğini- kavrıyoruz. Şimdilik, tek vaat ettiğimiz şey 'müesses nizamın' herkesin pahasına (birkaç girişimci üçkâğıtçı hariç) tarihin çöplüğüne hapsettiği temel liberal değerlere dönmekten ibaret."[3]

Varoufakis aslında birbiriyle ilintili üç mühim sacayağı işaret ediyor. Öncelikle Syriza ve Podemos gibi partilerin konvansiyonel siyaset sahnesine çıkışları, Corbyn'nin İşçi Partisi liderliğine seçilmesi vb. sol için umut verici olarak gördüğümüz gelişmelerin arkasında bir anda sosyalistleşen kitleler olmadığına işaret ediyor. Dolayısıyla devrim ha geldi ha gelecek naifliğinden kurtulmak gerekiyor ki Syriza örneğinde olduğu gibi hayal kırıklığı ile karışık bir sinizme savrulunmasın.

İkincisi bir anda her şeyi değiştiren devrim fenomenini geleceğe dair tarihî bir projeksiyon olarak reddediyor. Bu Fransız Devrimi'nin, Sovyet Devrimi'nin ya da diğer her türlü devrime dair anlayışımızın teorik revizyonu talebi ve iddiası değil tabii. Bu kısım mühim ama yeri burası değil. Kısaca bu soruyla ilgilenmiyor diyelim. Ama kısaca gelecekte bu “devrimler” gibi devrim olmayacak diyor. Eskilerden bildiğimiz sosyalizmin devrimle değil evrimle gelme tartışması, sosyal demokrasinin öz anlamına dönüş talebi yani aslında iddia ettiği. Öte yandan, kimbilir belki iktisat tedrisatının etkisi ile, daha çok klasik teknolojik iyimserlik ile üretimin arttığı, emek saatlerinin düştüğü bir sosyalizmin oralarda bir yerlerde olduğunu söyleyerek sosyalizmin ütopik tahayyülünü reel siyasetin ya da en azından bizim dert tasamızın dışına itiyor.

Son olarak da esasında mevzunun müesses nizamın yozlaşması, vahşileşmesi, “sıkıcılaşmasından” mütevellit kitlelerin artık “yeni ama gerçekçi” bir şey duymaya ihtiyacına ve aslında bu “yeni ve gerçekçi” vaatlerin liberal değerlere -küfür gibi değil, tarihsel öneme haiz en geniş anlamıyla liberal değerler- dönüş olduğunu söylüyor.

Toparlarsak, üç sacayak, yani aslında o kadar da radikalleşmeyen yeni bir seçmen kitlesi, evrimle toplumu-sistemi dönüştürme fikri ve bu sistemden yozlaşmış müesses nizamı anlamak Sanders'ın da ve hatta Trump'ın da, solun da sağın da üzerine oturduğu düzlem. Bu basit şablondan farklı coğrafyalar için bir sürü çıkarılabilecek hikâye var. Bu sebeple de tartışmanın “evrenselleşmesi” için değil -çünkü bu basitçe indirgemecilik olur- ama “dünyalaşması” için önemli.

Peki birazcık daha Amerikan toplumu özelinde, bu üç genel sacayağın yerel tezahürü nedir?

Sondakinden başlayalım.

Müesses Nizam (the establishment)

Öncelikle Amerikan siyasetine dair birkaç basit noktayı not etmek lazım sanıyorum. İlk elde Amerikan seçim sistemi. İnsanların çoğu, ülkenin seçim sistemini tam olarak bilmiyor. Bunu klasik “Amerikalılar haritada ülkelerin yerini bile bilmez” minvalinde söylemiyorum ki birçok ülkenin birçok vatandaşı da haritada ülkelerin yerini bilmediği gibi seçim sistemini de tam olarak bilmez. Benim vurgulamak istediğim nokta insanların harıl harıl siyaset konuşup, en azından seçimler üzerinde politikleştiği bir ortam yok. Hani gidip sormazsanız, insanlar pek de seçimler ve “ABD'nin kaderi” temalı bir konuşmaya angaje olmuyor. Hoş sorunca da olmuyor.

İkincisi, her şeyin bir “iş” (“business” manasında) ve şov/sunum/pazarlama üzerine kurulu olduğu bir toplumda haliyle seçimlerde farklı değil. Yani başkan adaylarının katıldığı tartışma programları, kampanyalar vb. her şey açıkça herhangi bir reklamdan ve pazarlama kalkışmasından farksız. Başkan adayları âdeta birer pop-star. Çarpıcı cümleler, hazırlanmış espriler, başkan adaylarının kariyeri vb. her element ile John Carpenter'ın They Live fılminden farksız bir politik ortam. Bu sebeple başkan adayının “kim” olduğu aslında en önemli şey. Zira başkan adayı hem kendini hem de seçilirse yapacağını iddia ettiği her şeyi tek başına kamera önünde pazarlamak zorunda. Arkasındaki ekip televizyon izleyicisi için mühim değil.

Müesses nizam mevzusuna dönersek; ABD'de, Trump da Sanders da sürekli 'the establishment'a, yani müesses nizama saldırıyorlar esasında.[4] Elimizde iki farklı popülizm var bu minvalde. Peki ne bu müesses nizam? En basit anlamıyla bunca yıldır süregelen, yerleşik kurulu düzen tabii. Yani sofistike ve orta ve alt gelirlinin boğazına binen bir bankacılık sistemi, ülkenin kaderinin Wall Street'in kaderi ile at başı gitmesi vb. Kısaca ülkenin esasında ayrıcalıklı ufak bir zümrenin kontrolü altında ve onların çıkarı için var olduğu bir yapı en genel anlamıyla. İşin doğası gereği ne olduğu tam da belli değil haliyle.

Bana ABD'yi tanımla deseler, herhalde “politik doğruculuk” krallığı derim. Bu açıdan bu müesses nizama saldırı deyip durduğum şeyi popülizmin yanında, paradoksal olarak, politik diskura meydan okuma kadar politik doğruculuğun belli kademelerinin artık çalışmaması olarak da okumak gerekiyor sanıyorum. Politik doğruculuk esasında belli bir toplumsal mücadelenin sonunda da ortaya çıkan yatıştırmacı bir tutum. Ama bazen siyasi söylemi “ilerlemeci” çerçevede revize ederken o toplumsal mücadelenin yokluğuna rağmen de ekleniyor. Dahası iki çatışan grubun uzlaşma metni de olabiliyor -hani sen ortalığı daha fazla karıştırma, ben de sen bizdenmişsin gibi yapayım minvalinde.

Basitçe şunu demeye çalışıyorum: Medya'da, “yüksek” siyasette, akademide, toplumsal muhalefetin ürettiği iletişimde politik doğruculuk başat. Şimdi olan ise, mesela Trump gibi birisinin çıkıp “ırkçıyım” demeden ırkçılık yapması, göçmen karşıtı vulgar bir dili o politik doğruculuğu lağvederek, yani aradaki konsensüsü tanımayarak dolaşıma sokması ve normalleştirmesi. Önceden anormal miydi ırkçılık? Hayır tabii ki değildi, sadece kitlesel medya da ya da resmî dilde oynanan “maskeli bir balo”dan ibaretti. Trump geldi, insanların evinde ya da bir barda eşine dostuna dillendirdiği şeyleri kitlesel dolaşıma soktu. Bazı insanlar da sevdi tabii haliyle.

Peki Trump nasıl betimliyor bu müesses nizamı? Basitçe bu işi yürütecek kapasitesi olmayan insanların elindeki yozlaşmış bir ucube gibi tasvir ediyor. Wall Street'e o da saldırıyor. Müslüman ve göçmen karşıtlığı hepimizin malumu. Bin bir milletten insanın bir yerden göçmüş olmakla birleşebildiği, hâlâ daha binlerce göçmeni yeşil kartla kabul eden bir ülke için sarsıcı bir söylem tabii ki. Zira tarihî olarak “göçmüş” olma birliği -dil, din ve kültür birliği gibi!- toplumun ideolojik olarak parçasıyken, yeşil kart da emek piyasasının ucuz işgücü motoru esasında. Fakat Trump'ın popülizmi göçmen karşıtlığı üzerine kurulu temel olarak. Fakat ayrıca çıkıp Irak Savaşı'nı da eleştirip kitle imha silahlarının orada olmadığını biliyorduk gibi, gene en azından “cumhuriyetçi müesses nizam bilgisine” karşı da atağa kalkmış durumda. Tabii ki bunu “insan sevgisi” ile değil; ABD'nin Irak'tan hiçbir kazancının olmaması üzerinden kotarıyor.

Sanders'ın popülizmi ise daha ekonomik bir hattan. Dünyanın en zengin ülkesinin kaynaklarına Wall Street'tekiler tarafından el konulduğuna ve ülkenin ortalama insanının daha fazlasını hak ettiğini söylüyor. Esasında bunun Trump'ın söylediğinden çok da farklı olduğunu söyleyemeyiz en genel manasıyla. Fakat Sanders için popülizminin ekonomik odaklı olması ve belli birtakım temel hakları -ki aslında sosyalistten öte liberal haklardan bahsediyoruz- insanlara vermenin yollarını araması, daha önce mevzu bahis ettiğim sol “halkçılık” tedrisatından doğuyor. O sebeple devlet okullarının ve community college'ların[5] ücretsiz olması ve Obamacare'in daha da geliştirilerek yeni bir sağlık reformunun yapılması en çok tartışılan iki vaadi. Amerikan siyasetinin rasyonel ve faydacı doğası gereği bu tartışmalar sadece moral çerçevede ya da politik vaatler olarak yapılmıyor. Onun yerine siyaset-dışı oldukça profesyonel ve teknik öneriler gibi ele alınıyor. Örneğin Bernie Sanders kendi sağlık planının 6 trilyon dolar tasarruf sağlayacağını söylüyor. Bunun nasıl olacağını son sentine kadar açıklıyor -aynı şekilde ücretsiz üniversite için de benzer tartışmalar oluyor elbette- ve bayağı bayağı, iktisatçılar vs. televizyonda hesap kitap yapıp olasılıkları değerlendiriyor.[6] Aslında söylediği oldukça basit fakat insanlar için hayati öneme sahip bir şey. Obamacare, basitçe, alt gelir gruplarının da az da olsa prim ödeyerek sigorta sahibi olabileceği ve hâlâ binlerce özel şirketin olduğu bir sistemi hedefledi ve getirdi. Herkes değil; ama eskisine nazaran daha fazla insan sigortalandı. Sanders ise daha da ileri gidiyor ve bir sürü şirket yerine federal devletin kontrolünde tek elde toplanan bir sigorta sistemi öneriyor. Tabii ki gene özel sağlık sigortaları olacak ve hastaneler özel sektör elinde olacak. Sanders'ın tek söylediği, h3alâ dışarıda kalan 29 milyonun da sistem içine alınarak en azından en temel düzeyde sağlık hizmetleri hakkına kavuşması.[7]

ABD'deki pek çok insan için yoksul insanların yoksul olmasının sebebi tembel olmaları. Yani Sanders'ın dikkat çektiği yapısal eşitsizlik ve buna karşı sunduğu çözümler bir noktada aslında ABD siyaseti için tamamen yeni olmasa da oldukça radikal.

Müesses Nizamı Değiştirmek: Yasal Boşlukları Doldur!

Sanders'ın önerileri her ne kadar radikal olsa da, bu radikalliğin çerçevesinin Amerikan siyasetinin yapıgelişlerinden oluştuğunu hatırda tutmak lazım. Bir yerde Sanders şöyle tanımlanmış: "Sanders'ı diğer sosyalistlerden farklı kılan şey kazanmak isteyen bir sosyalist olması."[8] Tabii ki burada işaret edilen şey Sanders'ın pragmatik politikaları. Sanders özellikle ücretsiz üniversiteler ve kapsamlı tek elde toplanan bir sağlık reformu ile her ne kadar insanları şaşırtsa ve Hillary Clinton tarafından da olmak üzere, bu planların uygulanabilir olmadığı ile suçlansa da özellikle ABD'de siyaseti şekillendiren en büyük sorunlardan bireysel silahlanma ve siyahlara dönük açıklamalarında, duruşunda beklendiği kadar radikal olmamakla da itham ediliyor.

Silahlanma Sanders üzerinden tartışılan önemli başlıklardan birisi. Daha önce de söylediğim gibi başkanın “kim” olduğu ve “kariyeri” çok mühim olduğu için kendisine yöneltilen en büyük sorulardan birisi özellikle 1990’lı yıllarda bağımsız senatör olarak desteklediği bazı düzenlemeler. Örneğin daha evvel Amtrak -ABD'nin şehirlerarası tren servislerini sağlayan kurum- trenlerinde ateşli silah taşınmasını desteklemiş. Brady Kanunu’na -1993'ten 1998'de NICS geçene kadar yürürlükte olan ve silah satın alanların federal kayıtlardaki geçmişinin incelenmesini zorunlu kılan ve Clinton tarafından imzalanan bir kanun- karşıymış. Öte yandan suikast silahlarının satışının yasaklanmasını desteklemiş. Şu an televizyonlarda genel olarak söylediği ise silah üreten şirketlerin sıkı kontrol edilmesini desteklediği, sabıkası olan ya da mental bozukluk kaydı olanlara silah satılmaması ama bireysel silahlanmanın tamamen kaldırılmasına karşı olduğu. İlk bakışta bir yazıda söylendiği gibi “garip” bir duruşu var. Hatta bazı yerlerde, silah düşkünü olduğu ve Vermont gibi bireysel silahlanmanın tarihsel olarak vazgeçilemez bir hak olarak görüldüğü bölgeden olmasının etkisiyle silahlar konusunda böyle bir tutum geliştirdiği söyleniyor. Bunda haklılık payı da olabilir çünkü konuşmalarında sürekli, örneğin Vermont'un avcılık kültürünün yaygın olduğu kırsal bir alan olduğundan bahsederken Los Angeles'ta farklı dinamikler olduğundan bahsediyor. Bir diğer deyişle Vermont'ta geyik avına çıkan birisinin AK-47 ya da diğer saldırı silahlarına ihtiyacı olmadığını ve bu tip saldırı silahlarının satışının yasaklanmasını gerektiğini söylüyor.[9]

ABD'de silah mevzusu tabii ki çok daha uzun anlatılabilir. Ama toparlamak gerekirse, aslında aşağı tükürsem sakal yukarı tükürsem bıyık gibi bir durum söz konusu. Silah sahiplerinin denetiminin federal devlete açılması -bir nevi GBT- aslında siyahların ve latinoların kriminalize edilmesi ile sonuçlanan bir süreç. Yani konunun yapısal bağlamından ve silah tüccarlarının stratejilerinden bağımsız, bireysel silahlanma üzerine odaklanması ve güvenlik politikaları ile çözüm arayışı toplumun en altında gettolarda sıkışıp kalmış siyahları ve latinoları kriminalize edip, cezaevlerini onlarla doldurmaktan ibaret. Dolayısıyla Sanders'ın silahlar konusundaki “ikircikli” tavrı hikâyenin bu tarafına da bakması ile alakalı ve Amerikan siyaseti için “garip” ama dönüştürücü bir şey. Öte yandan eyaletler arasındaki farklılıklara işaret etmesi de aslında federal devletin yetkilerine dair kafasındakilere dair ipucu veriyor. Federal devlet tarafından yapılan kapsamlı kontrolleri destekliyor. Özellikle de federal devlet ile eyalet arasındaki yasa boşluklarının federal devlet düzenlemeleri ile kesinlikle doldurulmasını savunuyor. Gene de özellikle silah tipleri konusunda kafasında bir kategorizasyon olduğu açık. Her halükarda silahlar konusunda diğer konularda olduğu kadar açık ve net bir planın olmadığı da aşikâr. Hakikaten kafasında tam olarak bir çözüm de olmayabilir; birçok silah sahibini seçim öncesi ürkütmek istemiyor da olabilir tabii ki.

Diğer bir nokta da siyahlar ve göçmenler konusunda daha fazla ve net şeyler söyleyebileceği yolundaki yorumlar. Siyahlar konusuna kısaca Sanders'ın seçmen kitlesine dair konuşurken aşağıda değineceğim. Göçmenlere dair ise aslında konuşmuyor demek çok da doğru olmaz sanıyorum. Daha önce de söylediğim gibi bu suçlamaların esas sebebi, konulara Amerikan siyaset dilinin alışık olmadığı bir dili ve yaklaşımı olması bana kalırsa. Trump Meksika sınırına duvar dikip, parasını da Meksika hükümeti verene kadar giriş çıkış ücretlerinden vize ücretlerine her şeyi artırıp onun parasını çıkaracağız deyince; yakalanan kaçak göçmenlerin kayıt altına alınıp serbest bırakılması yerine sınır dışı edilene kadar gözaltında tutulmasını vaat edince ya da ABD'de doğumla kazanılan vatandaşlık uygulamasına son vereceğini söyleyince bir göçmen politikası değil de göçmen politikasızlığı önermiş oluyor aslında. Ama Trump'ı taşıyan esas dinamik onun bu göçmen “politikasızlığı” ve bence tek sebebi “politik doğruluk krallığı” dediğim yapıya saldırması.

Göçmenlik tartışması mühim. Aslında tartışma temel olarak emek tartışması. Göçmenler ülkenin ucuz emek gücü ordusu ve taşıyıcıları. Trump'a göre göçmenler beyaz Amerikalının -ona göre ülkenin gerçek sahiplerinin- işlerini ellerinden alıyorlar ve ABD'nin en büyük sorunu, başka ülkeleri ve oralardan gelen göçmenleri ABD'den daha çok önemsemesi. Göçmen sorununu “insani” boyutta konuşur gözüken politik doğruculuğun -ki Trump bunu tanımıyor- arkasında iki temel nokta var: İlk olarak çok kapsamlı bir emek piyasası tartışması. Temel soru şu: Göçmenler Beyaz Amerikalıların gelirini artırıyor mu azaltıyor mu?[10] Dolayısıyla mevzu buradan okununca aslında referans noktamızın en temelde “ayrımcılık” olduğu da ortaya çıkıyor. İkinci referans noktası ise eşitlik ya da sosyal adalet temelli yapısal bir iktisadi sistem tartışmasından ziyade Amerikan faydacılık geleneği çerçevesinde bol istatistikli ve rakamlı bir genel ekonomi tartışması. Amerikan siyasetinin sosyal fenomenleri rakamlaştırması ve teknikleştirmesi, iyimser olursak, başlı başına “sağcı” değilse bile belli moral ve politik değerler ile birleştirildiğinde haliyle elimize “sağcı” istatistikler geçiyor. Fakat bu başka uzun soluklu bir tartışma. Göçmen sorununun ikinci ayağı ise tabii ki suç tartışmaları. Yani göçmenlerin suçla ilişkisinin önüne nasıl geçileceği.

Sanders bu emek piyasası tartışması içerisinde yerini tabii ki diğerlerine nazaran daha fazla göçmenden yana bir yerde kuruyor beklendiği üzere. Göçmenleri kriminalize edip güvenlikçi politikaların ötesine geçilmesini öneriyor. Sınır dışı etme politikalarının revize edilmesini öneriyor. Özellikle çocuklar ve ülkesine gönderildiğinde ölüm tehdidi altında olanlar konusunda daha hassas olduğunu söylüyor. Bu mühim zira özellikle Latin Amerika'ya ve Meksika'ya geri gönderilen birçok göçmen uyuşturucu savaşlarında vs. hayatını kaybediyor. Trump ile ortak noktaları ikisinin de kayıtdışı ekonomin önlenmesi ve göçmenlerin kayıt altına alınması. Perspektifleri elbette farklı. Trump için daha ziyade göçmenlerin GBT'sini çıkarıp sınır dışı etmeyi kolaylaştırmak gibi bir amaç var kabaca. Sanders ise emek piyasasının ve ücretlerin kontrol edildiği ve işverenin göçmenlerin ucuz emeğinden faydalanmasının önüne geçildiği, kadına ayrımcılığa karşı ekstra uygulamalar vb. öneriler ile geliyor. Bu çerçevede hem Amerika'da doğmuş Amerikalıyı hem de göçmeni koruyacağını iddia ediyor. Fakat bunun yanında Sanders da sınırların teknolojinin artırıldığı ve daha verimli kontrolün sağlandığı teçhizatlarla “yerel topluluklara” saygı gösterilerek kontrol edilmesi gerektiğini savunuyor. Bir diğer ilginç önerisi, gerçek sınırın 100 mil etrafına kadar olmak üzere yasal bir prosedürel sınır uygulaması yaratılması ve bu alana dair düzenlemeler ile anayasadan azade olan yasal boşlukların olduğu durumların önüne geçilmesi. Aslında çok genel manasıyla yasal boşlukların doldurulması fikri hem Trump'ın hem de Sanders'ın vurguladığı bir şey. Tabii ki “doldurmaktan” tamamen farklı uygulamaları anlıyorlar.

Seçmenler

Hem Trump'a hem de Sanders'a oy veren bir kitle var ABD'de. Bir aday Amerikan ortalamasının daha sağından, birisi de daha -hatta epey daha- solundan bu kitleyi etkilemeyi başardı. Ama kim bu seçmenler? Özellikle Trump'a dair ABD'de yaygınlıkla okunan Atlantic dergisinden bir pasaj aslında birçok şeyi özetliyor:

"Amerika'nın en öfkeli ve kötümser insanları Occupy Wall Street hareketinde bir görünüp sonra kaybolan hipsterlar değil. #BlackLivesMatter -özellikle son siyah katliamları ile mobilize olan insanların katıldığı hareketliliğin genel sloganı- hashtag'ini yapanlar da değil. Amerikan emek hareketinden artakalanlar da değil [...] En öfkeli ve kötümser olanlar ortalama Amerikan diye adlandırageldiklerimiz. Orta sınıf ve orta yaşlı, zengin de değil fakir de, operatörün İngilizce için 1 tuşuna basın sesini duyunca irkilen ve 'beyaz erkek' tabirinin bir betimlemeden nasıl olup da suçlamaya döndüğünü anlamaya çalışanlar. [...] Beyaz ortalama Amerikalılar Amerikan toplumun her kurumuna yoğun bir güvensizlik duyuyorlar: sadece hükümete de değil, şirketlere, sendikalara -ve hatta genelde oy verdikleri siyasi partiye de- zayıfların ve çıkarcıların acıklı güruhu[11] olarak hakir gördükleri Romney'nin, Ryan'ın ve McConnell'ın Cumhuriyetçi partisine. Bıkmış durumda olan bu insanlar Trump ortaya çıkınca 'işte benim başkanım' diyenler. İlle de aşırı muhafazakâr değiller. Çoğunlukla ideolojik düşünmemekle beraber bu ülkenin önceden kendileri gibi insanlar için çok daha güzel bir yer olduğuna dair çok güçlü bir inançları var ve ülkenin bu eski halini geri istiyorlar."[12]

Trump'ın seçmen kitlesi az çok belli, yukarıdaki pasajın çok güzel özetlediği gibi. Peki Amerikan siyaset teamüllerini değiştiren ve müesses nizama kılıcını çektiğini iddia eden Sanders'ın seçmen kitlesi kimler?

Bu noktada işler karışıyor. Tek net olarak bilinen şey Sanders'ın en çok gençlerden oy aldığı. Iowa'da yapılan ilk ön seçimleri Clinton 0,3 puan farkla (49,9’a 49,6) farkla kazandı. İstatistiklerin açıklayabilecekleri çok sınırlı elbette ama bu önseçim yapılmadan önce Iowa'da Demokrat seçmen arasında yapılan anketler Sanders'ın seçmen kitlesine dair bir fikir veriyor. Diğer eyaletlerde de yapılan anketlerde benzer sonuçlar alındığı için temsiliyeti olan bir tablodan bahsediyoruz diyebiliriz.

Basitçe Demokrat Parti'den hangi adayı destekliyorsunuz sorusuna verilen cevaplar şöyle. Iowa seçimlerinin ardından O'Malley adaylıktan çekildi; dolayısıyla o göz ardı edilebilir.

Kaynak: http://www.quinnipiac.edu/images/polling/ia/ia01272016_I62pmst.pdf

Açıkça görüldüğü gibi Sanders'ın seçmen kitlesinin aslan payı 44 yaş altı seçmen. Fakat 65 yaş üstü seçmen Clinton'ı ezici bir üstünlükle tercih ediyor. Bir diğer dikkat çeken de 50.000 dolar altında yıllık geliri olan insanlar arasında Clinton'a üstünlük sağladığı ama 100.000 dolar üzeri geliri olan, kısaca Amerika'nın üst sınıfı denebilecek insanların daha çok Clinton'ı tercih ettiği. Bunun haricinde, buraya tablo sıkıcılığına boğulmamak için almadığım diğer anketlerde de Sanders'ın seçmen kitlesindeki üniversite mezunlarının Clinton'a göre çok farklı olmasa da daha az olduğunu ekleyebiliriz.

Bir diğer tablo da Amerikan siyasetinin ana meselelerine dair net bir özet sunuyor esasında.

Demokrat adaylardan hangisini seçeceğinize karar verirken en çok hangilerine önem veriyorsunuz?

Kaynak: http://www.quinnipiac.edu/images/polling/ia/ia01272016_I62pmst.pdf

Öncelikle sağlık hizmetleri ve ekonomi mevzusu en başat iki şey. Zaten Sanders'ın da programını üzerine inşa ettiği temel iki konu başlığı bunlar. Sağlık hizmetleri ile beklenildiği üzere daha alakadar olan, ortalama gelirin altında kalan kesim. Fakat dediğim gibi bu istatistikler ve tablolar konusunda oldukça temkinli olmakta fayda var. Zira örneğin yıllık 45.000 dolar geliri olan birisi ile aylık 130 dolar civarı değeri olan yemek kuponu ile yaşamını sürdürmeye çalışan Amerika'daki 50 milyon alt gelirli ya da hiç geliri olmayan insan bir değil; ama bu tablolarda birmişler gibi davranıyoruz. Oysa ikisinin sağlık hizmetlerine duyduğu ihtiyaç tamamen farklı.

Diğer göze çarpan birkaç şey: 65 yaş üstünün dış politikayı en çok hesaba katan grup olması muhtemelen emekli olmak, televizyon ve gazete ile daha fazla haşır neşir olmak ve Soğuk Savaş nesli olmakla alakadar olsa gerek. İlginçtir ki aslında terörizm ya da göç kimsenin en önemsediği konu başlıkları değil. Irk ilişkileri ile ilgili kimsenin ilgili olmaması da normal. Iowa yüzde 90 üzerinde beyaz olan, siyah nüfusun yüzde 2-3 civarında olduğu bir yer.

Sanders genç, beyaz, hem alt gelirli hem de orta gelirli nüfusun oyunu alabiliyorken esas sorunu siyah oylarını alamamasında. Güney Carolina seçimleri bu açıdan kritik öneme sahip zira yüzde 30'lara yakın siyah nüfusun olduğu bir eyalet. Fakat neredeyse herkes Clinton'ın seçimleri açık ara alacağından emin.

Clinton ile siyahlar arasındaki ilişki Bill Clinton dönemine dayanıyor. 90'ların başında özellikle fabrika işçisi siyahların çoğu işini kaybetmiş durumdaydı zira Soğuk Savaş sonrası bu fabrikalar uzak diyarlara ucuz emek gücü piyasalarının olduğu yerlere saldırdılar. Bill Clinton ise kampanyasını bu sorunu çözmeye dair politikalara dayandırdı ve siyahlar Clinton sayesinde bir toparlanma yaşadıklarını söylüyorlar. Güney Carolina'da siyahlarla yapılan görüşmelerden çıkan temel birkaç sonuç var. Hillary Clinton'a karşı Obama'yı desteklemelerinin Clinton karşıtlığından değil, ABD'nin ilk siyah başkanını seçerek tarih yazmak arzularından ileri gelmiş olması; Bernie Sanders'ın sağlık planı kulağa hoş gelse de şu an uygulamada olan Obamacare'in şu ana kadar gördükleri en iyi sağlık sistemi uygulaması olması -yani kimse Dimyat'a pirince giderken eldeki bulgurdan olmak istemiyor bir maceraya atılıp-; Clinton'ın çoktan Beyaz Saray'da sekiz yıllık bir tecrübesinin olması ve bu tecrübe ile başkanlık işini rahatlıkla kotarabileceği ve belki de en önemlisi insanların çoğunun hâlâ Bernie Sanders'ın tam olarak ne yapmak istediğini ve kim olduğunu bilmemesi. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi söyleşiye katılan forklift sürücüsü Clyde Wilson tarafından dillendiriliyor: “Onun adı hiç duyulmuyor. Bernie Madoff bile olabilirdi.” İki hafta sonra kendisi ile tekrar konuşulduğunda ise bu kez şöyle diyor: “Evet insanlar adını birazcık duymaya başladılar. Gene de kim olduğunu hâlâ bilmiyorlar.”[13] Bu aslında Sanders'ın hem şanssızlığı hem de başarısı. Daha önce adı hiç bilinmeyen ve tamamen uçarı görülen bir adaydan şu an Demokratlar arasındaki yarışın iki ana aktöründen birisine dönüp kaybettiği eyaletlerde bile Clinton ile başa baş mücadele etmeyi başardı. Nevada önseçimleri bu sebeple sembolik bir öneme sahipti. Fakat maalesef bu seçimi Clinton'a karşı ucundan da olsa kaybetti.

Sanders için en kritik konunun siyahların oylarını alıp alamaması olduğu tartışılıyor. Siyahlar her ne kadar Clintonları sevseler de eleştirel sesler yükseltenler de var. Clinton'ın 90'larda izlediği politikanın aslında siyahları kriminalize etmekten başka hiçbir işe yaramadığı ve Clintonların sadece göstermelik bir popülizmle siyahları kullandıkları da söyleniyor. Hatta Bill Clinton'ın “yırtıcı suçlulara”, “refah kraliçelerine” karşı olduğunu ve “büyük-müdahaleci devleti” lanetleyen Reagan'ın ırkçı politikalarının devamcısı olduğu dillendiriliyor.[14] Haksız da denilemez. Fakat şu ana kadar Sanders'ın bu konuda kitleleri hızla etkileyebilecek bir tutumu olduğu söylenemez. Örneğin siyahların köle edildikleri dönemden gelen zararlarının tazmin edilmesi talebini bölücü bularak bu fikre katılmadığını söylüyor. Yani siyahlar ve beyazlar arasındaki eşitsizliğin sonlanması gerektiğini savunuyor ve bunun için gerekli düzenlemeleri anlatıyor; projelerinin aslında bu eşitsizliklere son vermek için tasarlandığına ve esas sorunun yapısal olduğuna işaret ediyor. Fakat neticede medyaya bunlarla değil; siyahların tazminat taleplerini reddeden başkan olarak çıkıyor ve kendini anlatmak durumunda kalıyor.[15] Kaldı ki “demokratik sosyalist” iddiasının içinde bana kalırsa da özellikle ırkçılığa karşı daha hırçın bir damar var. Sanders'ın zararların tazmini fikri için bölücü -ya da ihtilaf çıkarıcı da diyebiliriz- olur demesi “müesses nizama” çok saygılı bir tonda duyuluyor. Zararların tazmin edilmesinin pratik olarak imkânı olmayabilir -ki yüzlerce yıllık köle emeğinin bir şekilde telafi edilmesinin yolu herhalde ülkeyi komple siyahların üzerine yapmayı gerektirir- fakat Sanders'ın en önemli misyonu Amerikan siyaset söylemine “marjinal” olan şeyleri tam da o siyasetin merkezine birer birer bırakması. Yarattığı siyasi alan ABD'nin esas hikâyesi ırkçılığın karşısında da oldukça önemli bir mevzi olabilir sadece siyahların oyunu kazanmak gibi pragmatik bir amaçtan ziyade. Bütün bunlar Sanders siyahların oyunu kazanamaz demek de değil. Ünlü siyah yazar ve gazeteci Ta-Nehisi Coates Clinton'ı desteklerken artık Sanders'ı desteklemeye karar verdiğini çünkü Sanders'ın söylediklerinin gerçekten ırkçılıkla mücadele olduğunu fark ettiğini söyledi. Bu gibi figürler de insanların fikirleri dönüştürecektir muhtemelen, kısmen de olsa.

Sanders ve Trump'a Dair Ufak Bir Not: Devlet Geri mi Geliyor?

Yazının daha başlarında başkanlık seçiminin de başka birçok şey gibi bir şov olduğunu söylemiştim. Bu şovu şu ana kadar en iyi kotaran ne Sanders ne de Clinton: “Tough”[16] adam Donald Trump. Trump'ın müesses nizama saldıran popülizminin iki temel aracı var: birincisi zengin olması ve kendi kampanyasını kendisi fonlayıp bağış almadığı için kendisine bağış yapacak ve kontrolü altına alabilecek her türlü güçten azade olduğu vurgusu. Kısaca müesses nizamı oluşturan ve elinde tutan diğer zenginlere karşı bir bağlılığı yok. İkincisi basitçe “en zeki ve en sinirli” olduğunu iddia ediyor. Papa Trump'ın Meksika sınırına duvar örmek istediğini duyunca, "Eğer köprüler kurmak yerine duvarlar dikmek isteyen birisi varsa, o kişi Hıristiyan değildir," dedi. Bunu duyan Trump dindar birisi olduğunu ve bir dinî liderin bunu sorgulamasını utanç verici bulduğunu belirtmekle kalmadı, "Eğer IŞİD Vatikan'a saldırsaydı, Papa sadece Donald Trump'ın başkan olmasını dileyecek ve bunun için dua edecekti," diye ekledi. Kısaca adam Papa ile bile kavga edebiliyor gerekirse. Tabii daha sonraki bir söyleşisinde Papa’yı sevdiğini, onunla tartışma içerisinde olmaktan hoşlanmadığını ve Papa’nın Meksikalılar tarafından yanlış bilgilendirildiğini söyledi ama gene de duvar politikasına dair herhangi bir şey söylemedi.[17] Bu yumuşamada muhtemelen geleneksel olarak Demokratlara daha çok oy veren Katoliklerin son yıllarda Cumhuriyetçilere kaydığının kendisine anlatılmasının payı olmalı.[18] Aslında bu minvalde Papa'nın çıkışını -her ne kadar kendisi kime oy verileceğine dair herhangi bir yorum yapmıyorum ama kim duvar yapacaksa o Hıristiyan değildir diyorum dese de- politik bir açıklama ve ABD seçimlerinde Katolik oylarını demokratlar için rekonsolide etme kalkışması olarak okumak da mümkün olabilir, eğer Papa'nın tamamen ulvi duygular içerisinde o açıklamayı yapmadığını kabul edersek.

Trump Iowa'yı az farkla Ted Cruz'a kaybetmişti ama hemen akabinde New Hampshire ve Güney Carolina'yı kazandı. Bu mühim zira iki farklı komposizyonu olan eyaleti de kazanarak farklı gruplardan oy alabilme kabiliyetini gösterdi. İkincisi Ted Cruz Güney Carolina'nın favorisi olarak gösteriliyordu ve Trump epey farkla onu geçti. İnsanlar eğer Ted Cruz Güney Carolina'yı da kazanamıyorsa nereyi kazanacak sorusunu soruyor ki Marco Rubio, Ted Cruz'u az farkla geçti son seçimde. Esas önemli olan Cumhuriyetçi Parti elitlerinin Trump'a karşı Marco Rubio'yu desteklemeye karar verdiğine dair yapılan tartışmalar. Tıpkı Demokrat Parti elitlerinin Clinton'ı desteklemesi gibi, Cumhuriyetçi Parti elitleri de Trump'ı aşırı buluyor.

Sanders için geçen sene ancak entelektüel çevrelerde “sosyalist” ve adaylığı bile rüya olarak konuşulan -bu entelektüel ağlar dışında da onun haricinde de kimse kim olduğunu bilmiyordu zaten- bir figürden bambaşka bir şeye dönüştüğünü söylemiştim. Trump için de neredeyse benzer bir şey geçerli. İlk olarak adaylığı konuşulduğunda ve adaylığını koyduğunda Trump Amerikalılar için aşırı zengin, gayrimenkul sektörünün en büyük aktörlerinden fakat kaba saba, magazin programlarında eşini boşaması ve yeni sevgilileri ile bilinen bir figürdü. İlk başkan adaylığını açıkladığında televizyon programlarında “Trump'ın programı aşırı saçma olduğu için onu tartışmayıp geçiyoruz” gibi espriler yapılıyordu. Televizyonlarda hâlâ her adayın olduğu gibi kendisinin de parodisi yapılıyor ama şu an insanlara daha önce “kazanır mı?” suali sorulduğunda verdikleri “yok artık” cevabı duyulmuyor, zira iki eyalette seçimleri kazandı ve birisinde de ucundan kaçırdı. Papa dahil herkesle kavga edebiliyor, en çok sevdiği kelime “kazanmak” ve politik doğruculuk ile hiç alakası yok. Sanders'ın yarattığı momentumun bir benzerini -hatta daha iyisini- o yarattı.

Netice-i kelam, Sanders ve Trump kendi aralarında dış ticaretin daha kontrollü olması, sağlık sigortasının tek elde toparlanması gibi konularda benzer fikirdeler. İkisi de farklı sebeplerle nispeten korumacı politikaları savunuyor. Fakat motivasyonları ve yöntemleri tamamen farklı. Daha mühimi ne Trump Tea Party hareketinin kopyası bir tanıdık aşırı sağcı ne de Sanders demokratların “liberal” -Amerikan faydacılığı çerçevesinde bir liberal olarak- taleplerini azıcık sola bulayan tanıdık bir söyleme sahip. İkisi de Amerikan siyasetine yeni ve “garip” fikirler getirdiler. Trump Irak'ta kitle imha silahları vs. olmadığını iddia ederken bir yandan Reagan'dan beri gelen ve Bill Clinton'ın bile kullandığı “müdahaleci devlet dönemi bitmiştir” cumhuriyetçi söylemini de -ki Tea Party hareketi nezdinden bu söylemin dorukları görülebilir- önerdiği müdahalecilik ve korumacılık ile tamamen tasvip etmiyor. Buna devlet demiyor da sürekli “yasa” diyor ama neticede aslında bahsettiği federal devlet elbette.

Sanders da daha önce anlatmaya çalıştığım gibi daha “halkçı” sol bir tandanstan müdahaleciliği savunuyor. Trump'ın zenginim ve diğerlerinden bağımsızım söylemine karşı Sanders demokrat sosyalistim ve bu sebeple ideolojik olarak diğerlerinden bağımsızım ile cevap veriyor. Aslında daha yazının başına söylediğim gibi sosyalizm-sosyal demokrat tartışmasının en başındaki evrim ve devrim tartışmasında evrimden yana yerini alıyor ve sosyal demokrat profili çiziyor.

ABD seçimleri için en ilginç olan şu. Kim kazanırsa kazansın, iki uçtaki aday da devletten ve müdahalecilikten bahsediyor. Hatta Hillary Clinton bile Bill Clinton'ın daha az devlet dediği 90'lardan bugüne değişmiş durumda ve belli korumacı politikalar ve sosyal güvenlik politikalarından söz ediyor. Aslında bu Obama'nın 90'lar ertesinde patlayan yeni ekonomik krizle baş etme metodu ve Obamacare gibi sosyal güvenlik sistemini düzeltmeye çalışan nispeten devletin daha fazla müdahil olduğu programları uygulaması ile hâsıl oldu. İnsanlar da bunu sevdi. Kısacası aslında Obama'nın Amerikan siyaset algısında yarattığı değişiklik -sırf Amerikan siyaseti de değil elbette; keza dünyanın her yerinde başlayan toplumsal hareketlilikler- şimdiden sonuçlarını veriyor. Dünyanın diğer bölgelerinde de olduğu gibi bu süreç kimi yerlerde sol siyasetin yükselişi ile -her ne kadar hayal kırıklığına da iliştirilse- kimi yerlerde ise aksine sağın yükselişi ile devam ediyor.

1 Mart'ta Süper Salı olacak, yani 12 eyalette aynı anda seçim. Bu birçok şeyi belli edecek tabii. Fakat görünen o ki Amerikan geleneksel siyaset metotları tükeniyor. İnsanlar bu seçimde Hillary Clinton ya da Marco Rubio'yu da seçebilir elbette ve geleneksel Amerikan siyasetini bir süre daha ayakta tutmaya çalışabilir. Böyle bir süreç “müesses nizamdan” hazzetmeyen insanların tekrar kazanılmasına da yol açabilir. Avrupa'da sol ve sağın eşzamanlı yükselişine tanık olduk fakat seçimleri en nihayetinde merkezde olanlar kazandı birçok yerde de. Fakat şu an gözüken, hem Trump'ın hem Sanders'ın varlığı yeni bir siyaset ihtiyacına işaret ediyor. Sanders'ın Amerikan siyaset literatürüne “sosyalist” kelimesinin bir canavara işaret etmediğini göstermesi bile başlı başına bir şey.

Sonuç: E Peki Sanders Kazanabilecek mi?

Bir yazıda Clinton'ın Sanders'a karşı dört temel -birbiriyle çelişen- argümanı sıralanmış:[19]

1. Clinton ve Sanders'ın amaçları genelde ortak ama Clinton bu amaçlar için daha gerçekçi planlara sahip. (Güney Carolina'daki siyah vatandaşların Obamacare elimizdeki en iyi sağlık reformu diyerek Sanders ile bir maceraya girmek istememeleri Clinton'ın bu argümanını sürekli dillendirmesi ile anlaşılabilir herhalde.)

2. Sanders'ın sağlık hizmetleri, eğitim ve vergilere dair sol politikaları aslında aşırı sol ve daha merkez sol politikalar adına reddedilmeli. (Özellikle zenginlere yönelik yüksek vergiler ile finanse edilecek üniversiteler ve sağlık sistemi projesi Clinton'ın bu noktadan da hedef tahtasındaki ki Obama'nın komünist olduğunu düşünen insanların hiç de az olmadığı bir toplumda Clinton'ın yaptığı akıllıca bile denebilir.)

3. Sanders aslında göründüğü gibi solcu değil; silah kontrolü konusundaki duruşu ve 2007 Göç Reform Yasası'ndaki oyundan bunu anlayabilirsiniz. (Bu Clinton'ın farklı seçmen gruplarına gönderdiği farklı mesajlardan birisi elbette. Ama bir yandan da Sanders'ın özellikle göçmen politikaları ve silah kontrolü konusunda kendisini açıklayamadığını gösteriyor. Ya da açıkladı ama hakikaten “o kadar da solcu” değil.)

4. İster Sanders'ı seçin ister seçmeyin, Clinton'a oy vermelisiniz zira Sanders'ın genel seçimleri Cumhuriyetçilere karşı kazanma şansı yok. (Bu hakikaten kritik olabilecek bir madde zira Iowa'da örneğin insanların yüzde 70'i Clinton'a oy verme sebeplerini Clinton'ın Cumhuriyetçiler karşısında kazanabileceğini düşünmeleri olarak açıklıyor. Sanders için bu oran sadece yüzde 12 civarı.)

Sanders şu ana kadar sadece New Hampshire'ı kazanabildi. Iowa ve Nevada seçimlerini az farkla da olsa kaybetti. Anlaşılan o ki bir sonraki seçimin olacağı Güney Carolina'da da pek bir şansı yok. Bunun haricinde önseçimleri kazansa bile Demokrat Parti’nin tüm delegelerinin aşağı yukarı dörtte birini oluşturan süper delegeler (superdelegates) var ve onların desteğini de alabilmiş değil. Süper delegeler Demokrat Parti ileri gelenleri ve elitleri. İstedikleri adaya oy vermekte bağımsızlar ve şu ana kadar çoğunluğu Clinton'ı desteklemekteler. Fakat yine de Sanders geçen sene başkanlığa aday olması muhtemel bağımsız bir sosyalist “meczup” gibi bahsedilirken, bu kadar kısa zamanda Clinton'ı zorlayan, diğer adayların seçimden erkenden çekilmesini zorlayan, yollarda ve toplu taşıma araçlarında Bernie rozetleri taşıyan insanlar yaratabilen bir momentum kazandı.

Dananın kuyruğu bu momentumun insanları Sanders'ın seçimini kazanabileceğine ikna edip edemeyeceğinin ortaya çıktığı noktada kopacak. Zira birkaç eyalet daha kazanıp, rüzgârı arkasına alabilirse, hem insanların seçimi zaten kazanamaz endişesini kırmayı başaracak hem de muhtemelen siyah ve latino oylarına daha fazla ulaşacak.
[1] Bu yazıyı bitirmeye yakın Nevada'da Clinton ve Güney Carolina'da da Trump'ın kazandığını öğrendim. Dolayısıyla etraflıca değerlendirmek mümkün değil ama özellikle Nevada'da sembolik olarak Sanders'ın ve seçmeninin moralini toparlamak açısından önemliydi. Gene de az farkla kaybetmiş olması Sanders'ın kampanyasının canlılığını ve ivmesini koruduğunu söylüyor.

[2] Burada halkçılık derken Altı Ok'un halkçılığından Fransız Devrimi'nin Fraternité'sine, kelimenin tüm bagajına işaret etmeye çalışıyorum. Bu kapsamıyla halkçılık her coğrafyada öyle ya da böyle önemli bir kavram en nihayetinde.

[3] Tim Fernholz, “Bernie Sanders’ backers aren’t voting for socialism”.
http://yanisvaroufakis.eu/2016/02/16/bernie-sanders-backers-arent-voting-for-socialism/

[4] Türkiye'deki “eski Türkiye” nefreti ile müesses nizam ima edilmez mi? Yani tabii şimdi başka bir müesses nizamımız ha oldu ha olacak. Zaten müesses nizam, onu değiştirecek olan popülizmin kurulduğu referanslara göre daha beter hal de alabilir, daha iyi hal de. Tanıl Bora yenice kurumlar üzerine yazdı. Onlar da müesses nizamın parçası neticede.

[5] Genellikle iki yıllık devlet üniversiteleri. Fakat meslek yüksekokulu demek doğru olmaz zira her türlü bölümün olduğu ve bazıları için dört yıllık bir okula geçmek için zıplama tahtası olarak işlev gören okullar. Haliyle alt sınıfların üniversite derecesi alabilmek için gittiği okullar bunlar.

[6] Türkiye'de de 7 Haziran seçimlerinde asgari ücret vb. üzerinden buna azıcık benzeyen değişik, bayağı rakamların konuştuğu enteresan bir seçim tartışmasına tanık olmuştuk. “Batı tipi siyaset iktisadileşmesi ve teknikleşmesi” desek yeridir herhalde. Zaten o kadardan ibaret oldu. Sonra o rasyonel pragmatizm kayboldu tekrar.

[7] Şu Sanders'ın kampanyasının sitesi: https://berniesanders.com/issues/medicare-for-all/. Şu da mevzuya dair birkaç tartışma: http://www.nytimes.com/2016/02/16/us/politics/left-leaning-economists-question-cost-of-bernie-sanderss-plans.html?ref=politics, http://www.cnn.com/2016/01/17/politics/bernie-sanders-medicare-plan/, http://www.cnn.com/2016/01/29/politics/hillary-clinton-bernie-sanders-health-care/index.html, https://www.jacobinmag.com/2016/01/vox-bernie-sanders-single-payer-ezra-klein-matt-yglesias/.

[8] Jonathan Topaz, "Bernie Sanders' awkward history with guns in America". http://www.politico.com/story/2015/06/bernie-sanders-awkward-history-with-guns-in-america-119185

[9] Şu sitelerde bugüne kadar bu konuda ne yaptığı bulunabilir: http://www.ontheissues.org/2016/Bernie_Sanders_Gun_Control.htm ve http://www.politifact.com/truth-o-meter/statements/2015/jul/10/generation-forward-pac/did-bernie-sanders-vote-against-background-checks-/

[10] Burada mevzuya dair bir makale var meraklısına: http://www.theatlantic.com/business/archive/2015/01/does-immigration-harm-working-americans/384060/

[11] Güruh kelimesine dair gene Tanıl Bora'dan okunması elzem bir “şerh” için bkz. http://www.birikimdergisi.com/haftalik/7484/guruh#.VskWC_IrLWI

[12] David Frum, "The Great Republican Revolt". http://www.theatlantic.com/magazine/archive/2016/01/the-great-republican-revolt/419118/

[13] Richard Fausset, "Bernie Sanders Intrigues South Carolina Town That Loves Hillary Clinton". http://www.nytimes.com/2016/02/12/us/bernie-sanders-intrigues-a-south-carolina-town-that-loves-hillary-clinton.html

[14] Michelle Alexander, "Why Hillary Clinton Does not Deserve the Black Vote". http://www.thenation.com/article/hillary-clinton-does-not-deserve-black-peoples-votes/. Bu arada Welfare queen (refah kraliçesi) sosyal güvenlik sisteminden dolandırıcılık ya da sahte beyan ile fazla ödenek alan özellikle kadınları ima ediyor. Reagan bunu kullandığında esasen siyah kadınları ima ediyordu. Benzer şekilde devletin küçülmesi talebi de yemek kuponlarının kaldırılması vs. gibi uygulamaları öneriyor. Yırtıcı-vahşi suçlular ise tabii ki gene siyahlar. Kısaca aslında tüm bu diskur toplumun alt tabakasını oluşturan, madunlaşmış, kriminalize edilmiş siyah ve latino nüfusu işaret ediıyor.

[15] Genel olarak Sanders'ın siyahlara dair politikaları için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=vt3n7ugOj80. Sadece siyahlara tazminata dair yorum yaptığı kısa bir video için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=pUFrErawm4c.

[16] Bu basit gündelik kelimenin “yüksek” siyaset dolaşımına sokulması popülist bir strateji tabii. Bilerek kötü altyazı çevirisi gibi sert adam, sağlam adam yazmak istemedim. Bir nevi korkusuz bıçkın delikanlı, ama daha mühimi kendimizden gidelim. Bir nevi “reis”, “uzun adam” iması...

[17] Trump ve Papa arasındaki hikâyeye bakmak için: http://abcnews.go.com/International/pope-francis-donald-trump-christian/story?id=37024966 http://www.nytimes.com/2016/02/19/world/americas/pope-francis-donald-trump-christian.html?_r=0,
http://www.cnn.com/2016/02/19/politics/donald-trump-pope-francis/.

[18] Katoliklerin oy verme davranışlarına dair birkaç yazı: http://www.catholicworldreport.com/Blog/3414/catholics_beginning_to_move_away_from_the_democratic_party.aspx, http://www.pewforum.org/2012/11/07/how-the-faithful-voted-2012-preliminary-exit-poll-analysis/, http://www.salon.com/2015/03/15/the_democratic_party_is_facing_a_catholic_apocalypse/.

[19] Matthew Yglesisas, "Pundits Think Bernie Sander is Doomed because He cannot Win non-White Votes. I am not so Sure". http://www.vox.com/2016/2/11/10961910/bernie-sanders-minority-vote.