Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ) tarafından kamuoyuna sızdırılan Panama Belgeleri, giderek birbirleriyle kesişen iki grup haline gelmekte olan süper zenginlerin ve siyasetçilerin vergi kaçırmak amacıyla servetlerini offshore vergi cennetlerinde sakladıklarını gözler önüne seriyor. Belgelerin gösterdikleri ve açtığı tartışmalar günümüzde prosedürel demokrasinin işlediği düşünülen ülkelerde dahi demokrasi açığının ne denli büyük olduğunu göstermesi açısından öğretici.
Panama Belgeleri ekonomik küreselleşme üzerine çalışan araştırmacıların bildiği bir hikâyenin karakterlere gerçek isimler koyarak daha canlı bir koreografiyle sahnelenmesinden başka bir şey değil. Servetlerin, yaratıldığı ülkelerdeki vergi sistemlerinden kaçırılmalarının hukuken ve teknik olarak olanak sağlanması yeni bir olgu değil. Yani mesele uzun yıllardır “kara para aklamayı” kapsayan, ancak bu meselenin ötesinde, zaman zaman kanuna uygun bir biçimde servetleri vergiden kaçırma meselesi[1]. Süper zenginlerin yararına şekillenen ekonomik küreselleşme, daha az nötr adıyla neoliberal kapitalizm, neredeyse 40 yıllık bir süreçte servetlerinin “yurtsuzlaşmasının” yavaş yavaş önünü açtı. Dolayısıyla vergi kaçırmak (tax evasion) ve vergiden kaçınmak (tax avoidance) arasındaki sınırlar giderek muğlaklaştı.
Vergi kaçırmak kanunlara aykırı hareket ederek, yasal olmayan şekilde, ödenmesi gereken verginin ödenmemesine işaret ediyor. Vergiden kaçınmak ise kanunların izin verdiği çerçevede az vergi vermek veya vergi vermemeyi niteliyor. Yani kanunları bilerek ve faydalanarak vergi vermekten yasal bir şekilde kaçınmayı, vergi kaybına sebep olmaya işaret ediyor. Vergi kaçırmak bir suç iken vergiden kaçınmak bir suç teşkil etmiyor. Halbuki Panama Belgeleri’nin de gösterdiği gibi bu iki süreci birbirinden ayırmak pek de kolay değil. Bu nedenle ikincisi ile de mücadele edilmeden, ilkini ortadan kaldırmak olanaklı görünmüyor.
Panama Belgeleri’nin başarısı, bu süreci yaşayan aktörler üzerinden ortaya koymasında ve yaşayan aktörler arasında önemli siyasi figürlerin de yer aldığını göstermesinde. Belgeler bize şunu öğretiyor: Kâğıt üzerinde farklı siyasi yaklaşımları simgeleyen politikacılar, birbirlerine benzemez pazarlama stratejileriyle tüketicinin karşısına çıkan iş çevreleri, toplumsal olarak farklı değerleri simgeleyen birçok ünlü isim, aileleri ve yakınları servetlerini vergiden kaçırıyorlar. İşin ilginç yanı, servetlerini vergiden kaçıran bu isimlerin önemli bir kısmı vergi sisteminden kaçtıkları toplumların vergilerini ya doğrudan yönetiyorlar ya da bu vergiler üzerinde orantısız söz sahibi konumdalar. Panama Belgeleri’nin başlattığı tartışma bu bağlamda farklı ülkelerde farklı yansımalar oluşturmuş durumda.
Panama Belgeleri’nin farklı ülkelerdeki yansımaları
Adil vergilendirmeyi demokrasinin temellerinden biri olarak gören ülkelerde, belgeler ciddi siyasi krizler doğurmaya başladı bile. İlk siyasi kriz İzlanda’da yaşandı. Bu kriz, İzlanda Başbakanı Sigmundur Davíð Gunnlaugsson’un parlamentoya seçildiğinde bir offshore vergi cenneti olan Britanya Virjin Adaları’nda, bir firma hisselerinin yarısına sahip olduğu ve sonra bu hisselerini eşinin üzerine geçirdiğinin ortaya çıkmasının ardından yaşandı. Bu bilginin kamuoyu ile paylaşılmasının ardından İzlandalılar Parlamento önünde protestolar gerçekleştirdi ve sonucunda 5 Nisan’da Gunnlaugsson istifa etmek zorunda kaldı.
Panama Belgeleri’nin açıklanmasından sonra bir diğer siyasi kriz ise Büyük Britanya’da yaşanıyor. Britanya Başbakanı David Cameron’ın babasının sahip olduğu ve Britanya’dan vergi kaçırmayı kolaylaştıran offshore vergi cennetinde bulunan bir şirket üzerinden kâr elde ettiği yönünde iddialar ortaya çıktı. İddiaların duyulmasının ardından Cameron günlerce çelişkili ifadelerle durumu açıklamaya çalıştı. Sonunda Başbakan olmasından hemen öncesine kadar bir offshore vergi cennetinde bir şirketin hisselerine sahip olduğunu itiraf etti. Cameron 2013 yılında Avrupa Birliği düzeyinde vergi kaçırmayı önlemeye yönelik düzenlemeler getirilmesine karşı lobi çalışmaları yürütmüştü. Muhalefet Cameron’ın istifasını talep ediyor.
Belgelerin yansıması, günümüzde siyasi sisteminin demokratik niteliği İzlanda ve Britanya’ya göre bir hayli zayıf olan Rusya’da ise farklı oldu. Her ne kadar Panama Belgeleri’nde doğrudan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e ilişkin bir iddia yer almasa da, Putin’e yakın isimlerin yer alması tartışmayı Rusya’ya da taşıdı. İddialar özellikle Putin’in eski dostu müzisyen Sergei Roldugin’in üzerinde yoğunlaşıyor. Putin Panama Belgeleri’ni bir Amerikan komplosu olarak değerlendiriyor. Putin yönetiminin sözcüsü Batı’daki “Putinfobiden” dem vuruyor. Putin yönetiminden gelen açıklamalar büyük oranda vergi kaçırıldıysa da bunun Rus devletinin ve toplumunun âli menfaatleri için (örneğin Roldugin tarafından Rus gençlerine en gelişmiş müzik aletlerinin satın alınması için) yapıldığını ima eder nitelikte.
Uluslararası vergi kaçırma sistemi
Panama Belgeleri’nin sızdığı Mossack Fonseca dünya çapında faaliyet gösteren Panama merkezli bir hukuk firması. Web sitesinden edinilen bilgilere göre Mossack Fonseca, 500’ün üzerinde çalışanı ile kıtalararası hizmet sunuyor. Uluslararası sermayenin offshore hesaplarda gizli tutulmasına ve üretildikleri ülkelerde vergiye tabi olmamasına yardımcı olan mali yapılar kuruyor. Sunulan finansal hizmetler ile vergi cennetlerine aktarılan paralar bu sermayelerin üretildiği ülkelerin vergi idarelerinden saklanabiliyor. Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu’ndan sağlanan bilgilere göre Mossack Fonseca 14.000’den fazla banka, hukuk firması ve aracı şirket ile ortak çalışıyor. Büyük bir çoğunluğu Hong Kong, Büyük Britanya, İsviçre ve Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunan bu aracı şirketler yaklaşık kırk yıldır offshore hesaplar üzerinden devam ettirilen sistemin önemli parçaları.
Başka bir deyişle Mossack Fonseca buzdağının görebildiğimiz yüzü. Panama Belgeleri’nde öne çıkan vergi cennetleri arasında Britanya Virjin Adaları, Panama, Bahamalar, Seyşeller gibi birçok ada ülkesi öne çıkıyor. Mossack Fonseca şirketinin incelenen belgelerine göre her iki şirketten biri Britanya Virjin Adaları’nda kurulu. Bilmediğimiz çok sayıda şirket ve yer aldıkları vergi cennetleri de mevcut.
Panama Belgeleri’nin ortaya saçtığı vergi kaçırma skandalları aslında sistemli bir gidişatın semptomu olarak görülmeli. Bu sistemli gidişat süper zenginlerin servetlerini vergiden azade kılabilmelerini olanaklı kılarken, sermayenin kaynağı olan ülkelerde ciddi oranda vergi kayıplarına neden oluyor. Bu kaybın sebebi ise bu yerlerde vergi alınmaması veya düşük oranlı vergi alınarak sermayenin saklanabileceği “cennetler” yaratılması.
Süper zenginlerin vergilendirilmesine yönelik siyasi çabalar az da olsa mevcut. Örneğin François Hollande’ın başkanlığındaki Fransız Hükümeti 2012 yılında 1 milyon avronun üzerinde kazananlara yönelik %75 oranında vergi getirmişti. Bu verginin ardından önce Fransa’nın en zengini olarak bilinen Louis Vuitton’un CEO’su Bernard Arnault Belçika vatandaşlığına geçmişti. Ardından da aktör Gérard Depardieu’ye Rus vatandaşlığı Putin tarafından sunulmuştu. Süper zenginlerin yüksek oranlı vergilendirilmesine karşı yürütülen kampanyanın sonunda Fransa “güneşsiz Küba” olmaktan “kurtarılmıştı”. Bu süreçte Arnault ve Depardieu’nün ne kadar hızlı şekilde temelde servetlerini vergiden kaçırabilmek amacıyla farklı ülke vatandaşlıklarını alabildikleri düşünüldüğünde, vergilendirmede uluslararası bir siyasi oydaşmaya ne kadar ihtiyaç olduğu da ortaya çıkıyor.
Vergilendirmede uluslararası işbirliği
Hollande’ın başarısızlığı süper zenginlerin “tek ülkede vergilendirilmesi” yaklaşımının sınırlarını hatırlattı. Bu çerçevede Panama Belgeleri de gelirin üretildiği ülkelerin vergi sistemlerinden bu gelirlerin kaçırılmasına karşı uluslararası işbirliğinin önemini gösteriyor.
Bu anlamda, OECD’nin uluslararası vergi adaletini sağlama amacıyla gündeme taşıdığı Matrah Aşındırma ve Kar Aktarımı (BEPS) Eylem Planı[2] vergi alanında ülkelerarası bilgi değişim mekanizmalarının kurulmasına kapı aralıyor. Kasım 2015’te Antalya’da onaylanan 15 eylemden oluşan BEPS paketi zararlı vergi rekabeti ile mücadele açısından önem taşıyor. BEPS, vergi tabanlarının erimesini ve şirketlerin vergiden kaçınmak için düşük oranlı vergi alınan ülkelerde stratejiler geliştirilmesini engellemek üzere uluslararası işbirliğini ve ortak kuralları gündeme taşıyor.
Kurulacak bilgi paylaşımı mekanizmaları ile bireylerin ve çokuluslu şirketlerin müşteri sırrı ve vergi mahremiyeti gibi gerekçelerle bilgi paylaşımından kaçınmasının önüne geçilmesi hedefleniyor. BEPS planı doğrultusunda ülkeler belli aralıklarla çokuluslu şirketlerin kendi sınırları içindeki faaliyetleri hakkında bilgi paylaşımında bulunacak ve uluslararası işbirliği sağlayacak.
Türkiye’de de alanın önde gelen isimleri benzer çağrılarda bulunuyor. Örneğin 8-9 Nisan 2016 tarihlerinde Marmara Üniversitesi Sultanahmet Yerleşkesi’nde düzenlenen Türkiye XIII. Vergi Kongresi’nde[3] de tartışılan küresel düzlemde adil ve şeffaf bir vergi sisteminin kurulması acil bir ihtiyaç. Aksi takdirde küreselleşme ile birlikte oluşan rekabet sonucu elde edilen gelirin vergilenmemesi ve az vergi uygulanan yerlere kâr transferleri sağlanmasının önüne geçilmesi kolay görünmüyor.
Vergiler, demokrasi ve yurttaşlık
Bugün dünya toplumları iktisadi değerlerin dağıtımı anlamında geçmişe oranla daha eşitsiz toplumlar. 2015 yılında Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) tarafından yayınlanan “Aynı Gemide: Daha Az Eşitsizlik Neden Herkesin Yararına” başlıklı raporu[4] bu çerçevede, günümüzdeki gelir dağılımı adaletsizliğine ilişkin önemli veriler içeriyor. Rapora göre birçok ülkede son 30 yılda zengin ile yoksul arasındaki fark açılmış. Türkiye’nin de içinde bulunduğu OECD ülkelerinde en zengin %10’luk nüfus en yoksul %10’luk nüfusun tam 9,6 katı gelir elde ediyor. OECD ülkelerinde toplam gelirin yarısı %10’luk en zengin nüfusun elinde toplanırken, toplam nüfusun %40’ını oluşturan yoksul nüfus toplam gelirin sadece %3’ünü elde ediyor.
Birçok ülkede süper zenginlerin iktisadi değerlerin ne kadarını kontrol ettiği bilinmiyor. Credit Suisse’in 2015 yılı Küresel Servet Raporu’na[5] göre dünyanın en zengin %1’i dünya gelirlerinin yarısını elinde tutuyor. Bu veri gelir dağılımındaki adaletsizliğe ilişkin artık en zengin %10’luk ve %20’lik gelir dilimleri temelinde getirilen açıklamaların yetersizliğine işaret ediyor. Oxfam bu yılın başında açıkladığı “Yüzde Bir için Ekonomi” başlıklı raporunda Panama Belgeleri’nin kamuoyuna sızdırılmasından aylar önce vergi cennetlerinin süper zenginlerin yaklaşık 7,6 trilyon dolarına ev sahipliği yaptığını yazıyordu[6]. Bu rakam Türkiye’nin gayrisafi yurtiçi hasılasının kabaca 10 katına denk geliyor.
İktisadi eşitsizliklerin bu denli keskin hale geldiği günümüzde, bu eşitsizliklerin avantajlı konumda bulunan süper zengin azınlığın kontrolündeki orantısız servetin nasıl yeniden kamusal denetime tabi kılınacağı üzerine düşünmeden demokrasi üzerine inandırıcı sözler söylemek kolay değil. Bu nedenle Panama Belgeleri üzerine başlayan tartışmaların siyaseten farklı ülkelerde ve uluslararası boyutta nereye evrileceği demokrasinin geleceği açısından da bir hayli önemli.
Demokratik ülkelerde vergiler piyasa ekonomisinin yarattığı gelir dağılımı adaletsizliğinin azaltılmasında etkin rol oynayageldi. Fakat süper zenginleri yeniden bu model çerçevesinde vergilendirmek için bu yönde siyasi vizyonu olan siyasetçilerin uluslararası bir işbirliğine gitmesi şart. Halbuki bugün tartıştığımız, prosedürel düzeyde demokrasinin işlediği düşünülen ülkelerde dahi bu pozisyonlardaki siyasetçilerin önemli bir bölümünün süper zenginler gibi ya da süper zenginler olarak benzer vergiden kaçış mekanizmalarını kullanıyor olmaları.
Yakın tarih iktisadi eşitsizliklerin hiç de demokratik ve eşitlikçi olmayan siyasi projelerin hayata geçmesi ve toplumsal karşılık bulması için uygun alanlar oluşturduğu örneklerle dolu. Umalım ki toplumlar bugünkü gerçeklik karşısında adil çözümler üretsinler ve bu tür çözümleri üretenlerle birlikte hareket etsinler. Bugün birçok toplumun karşısında ilginç bir ikilem var: Trump gibi süper zengin siyasetçilerle mi devam edilecek? Yoksa siyaset yeniden toplumcu bir nitelik mi kazanacak? Amerika Birleşik Devletleri’nde Demokrat aday Bernie Sanders’ın sürpriz başarısı ile artık Britanya İşçi Partisi’nin lideri olan Jeremy Corbyn’in yükselişleri toplumlarda adaletsizliğe karşı seslerin siyasette de yavaş da olsa bir karşılık bulmaya başladığı anlamına geliyor olsa gerek.
Volkan Yılmaz: Yardımcı Doçent, Boğaziçi Üniversitesi.
Elifcan Çelebi: Araştırmacı, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu.
[1] Brooke Harrington, "Panama Papers: The Real Scandal is What’s Legal", The Atlantic, http://www.theatlantic.com/business/archive/2016/04/panama-papers-crimes/477156/
[2] OECD BEPS Eylem Planı. OECD (2013), Action Plan on Base Erosion and Profit Shifting, OECD Publishing. DOI: http://dx.doi.org/10.1787/9789264202719-en; OECD (2015), Measuring and Monitoring BEPS, Action 11 - 2015 Final Report, OECD/G20 Base Erosion and Profit Shifting Project, OECD Publishing, Paris. http://dx.doi.org/10.1787/9789264241343-en[3] Türkiye XIII. Vergi Kongresi. https://www.marmara.edu.tr/news/turkiye-13-vergi-kongresi/
[4] OECD. (2015), In It Together: Why Less Inequality Benefits All, OECD Publishing, Paris. DOI: http://dx.doi.org/10.1787/9789264235120-en
[5] Credit Suisse (2015), Global Wealth Databook 2015, Credit Suisse Research Institute. http://publications.credit-suisse.com/tasks/render/file/index.cfm?fileid=C26E3824-E868-56E0-CCA04D4BB9B9ADD5
[6] OXFAM Briefing Paper (2016), An Economy For The %1. https://www.oxfam.org/sites/www.oxfam.org/files/file_attachments/bp210-economy-one-percent-tax-havens-180116-en_0.pdf