Lao-Tzû'ya atfedilen Tao Te Çing metni, dinsel bir öğretiye ait bir kitap gibi değil de, düşünce yapıtı gibi rahatlıkla okunabilir. Bu metinde, yavaşlık felsefesine ait bir fikriyatın izleri bulunabilir. Bu terbiyenin esası, bir şey yapmadan “oturmak”tır. Beden ve ruha ilişkin duyum ve ifade olanaklarını kapatmak, anlama ve anlatma uğraşı içine girmeden, içeride ya da dışarıda cereyan edene katılmamaktır. Bütün mistik öğretilerde olduğu gibi, benlik ya da nefs idaresi önemli yer tutar. Benliği ayaklandıran, dünyevi arzuya, türlü heveslere sürükleyen "deliklerin" kapatılması bu terbiyenin esasını oluşturur. Delikleri doğası gereği kapalı ya da sonradan kapatan kimse, kendi halinde yavaşlamış olur. Çünkü duymak ve ifade etmek bu delikler yardımıyla olur. Nefs, kendi içine bakıp, kendisini dışavurmayı yine bu delikler marifetiyle gerçekleştirir. Bunlar, sadece beş duyu organı değildir; ruhsal aygıt içerisinde ortaya çıkabilen sayısız başka delik de olabilir. Bunlar kapatıldığında, içerideki dışarıya, dışarıdaki içeriye giremez olur. Bu sayede Tao ile buluşmak, yolun kendisi olmak kolaylaşır. Lao-Tzû, bunu tam manasıyla başarmış, tasavvuftaki karşılığıyla Kâmil İnsan’a ya da onun ifadesiyle Kutsal İnsan'a rastlamanın neredeyse imkânsız olduğunu düşünse de. Buna varabilme uğraşı Taocu öğretinin esasıdır. Yolda olmak, hareketsiz kalmakla, delikleri yolculuk boyunca birer birer kapatmakla olanaklıdır. Bu yolda ilerledikçe, içerisi ve dışarısı, ruh ve beden sadeleşir, kendini ifade etme, ifşa etme zorlamasından, buyruğundan sıyrılır.
Lao-Tzû, kendisinden bir bilge gibi söz etmez; kendini, "aptal" bir kişi, "sönük ve kalın kafalı", "beceriksiz" sayar (2017: 21). Kendi ifadelerine göre, dışarıdan bakınca niteliksiz ve hatta gülünç derecede kılıksız bir kimsenin görünüşüne sahiptir. Sadece dışarıdan değil, içeriden de öyledir. Çoğu zaman söyleyecek sözü yoktur; kendisine yöneltilen sorulara bile belirli cevapları yoktur. Dışı gibi, içi de "kaba saba"dır. "Halkın idraki dışında kaldığı" için biraz da böyledir. Herhangi bir "fuzuli" çaba göstermediğinden, fark edilmeden kalır. Bu kayıtsız ve kaygısız görünümü, gündelik dünyadan uzak, öte dünyayla fazlaca meşgul olmaktan da değildir. Genelde "dünyevi ve cismani" bir boyutta kalır; ne bu ne de ötesine dair bir düşünüm, ilginin içerisinde değildir. Bedeni bu dünyada olmadığı gibi ruhu da ötelere kaçmaz. Çünkü bedeni ve ruhu çekiştiren deliklerini kapatmıştır.
Tao, bilinmesi mümkün olmayan bir âlemin kendisi olduğundan, orasıyla duyular üstü bir yerden irtibat kurulabilir; türlü delikler marifetiyle değil de, biraz sezgisel yollardan hemhal olunabilir; bilgi istiflerini çoğaltmak için delik sayısını artırmak çare olmaz. Bu delikler sayesinde, Tao'nun önce Bir, sonra İki, daha sonra Üç, en sonunda On bin Nesne'ye sudur etmesinin yarattığı kesret âlemini anlamak belki mümkün olsa da, Tao'nun nitelik ve nicelikten yoksun, isimsiz cevherini dile getirmek olanaksızdır. Varoluşa, var olanlara dair bir kavrayışa bu delikler içerisinden ulaşmak denenebilir ama Mutlak'ın, Varlık'ın sezgisine varmak sonuçsuz bir uğraştır. Taocu öğretiden feyiz aldığı açıkça belli olan Heidegger'in var olanlar ve Varlık arasında bulduğu uçurum gibi, Tao ve On bin Nesne, nitel ya da nicel olarak karşılaştırılabilir değildir. Birisinden diğerine ulaşmak, yukarı ya da aşağı rücu etmek olanaksızdır. Spinoza'nın Cevher ve onun sıfatları arasında bulduğuna benzeyen bir alakasızlık vardır. Ama Tao'nun fiillerinin On bin Nesne'ye yaşam verdiği de açıktır.
Tao, kendisini önce Bir’de ve en sonunda On bin Nesne'de açtıkça, ilginç şekilde kendisini daha çok kaybeder. Varlığını daha fazla gösterip, ifade ettikçe, daha az kendi olur. Ama belirli fiiller içerisine girmeden de anlaşılır olamaz. Yani kendini, kaybetmek pahasına teşhir eder. Bu şekilde "ileri rücu" eden Tao, sahiciliği pahasına görünürlüğünü artırır. Ama bu durum onun aslına sadık bir teşhirin olabileceği anlamına gelmez. Ona sadık bir görüntü yoktur; her tür görünüm, bir maske, kabuk, perde geçirir Tao'nun âdemine, boşluğuna. Kesret, çokluk âlemiyle, varlık ve birlik âlemi arasında bir uçurum vardır. Ama Tao yine de çokluğu temellendiren etken olmayı sürdürür. Platon'un khōra'sı gibi duyulur ve anlaşılır olandan uzaktır ama yine de fiil halinde varoluş kazandıkça, hiçbirisi kendisine tam yakışmayan, uymayan türlü sıfatlar, adlar edinir. Tao'ya ve onun şekilsiz varlığına belki sezgi yoluyla yaklaşılabilir. Bu sezgi de Tao'nun kendisinden neşet etmedikçe, sezgi sahibinin gözü hep var olanlara takılır. Bedende ya da ruhta açılmış duyum ve ifade deliklerinden giren güncel bir bilgi, ışık, ses, bu aracısız duyumu bulandırır. Mutlaka bu deliklerden, oyuklardan, sahici tecrübeyi karıştıran, kirleten bir şeyler sızar. Oysa hassas kulaklara sahip olmak ve duyduğunu inandırıcı bir şekilde dile getirmek önemli değildir. Sorun, Tao'yu karartan tüm bu görü biçimlerini aradan çıkarmaktır; yoksa onu daha renkli, daha tafsilatlı anlatmak değildir; geleneksel Çin resimlerindeki gibi, en basit çizgilerle varlığın kökensel kenarlarını verebilmektir. Bu sayede, On bin Nesne'de kaybolmadan, göze, kulağa ilişenler birer sembole dönüşür. Böylece en sonunda temel bir sembolde toparlanarak Bir olan çokluk, artık anlatılamaz bir kenarsızlığa dayanır. Bu sınır Tao'nun açıklığıdır.
Tao'nun sezgisi, ondan farksız bir varlık olan Kutsal İnsan tarafından, hisler-ötesi bir âlemde ortaya çıkar. Ama bu duygular, daha fazla "delik delerek" değil, mevcut olanları da kapatarak kendisini açığa vurur. Her açılan delik ya da oyuk, Tao'nun boşluğundan uzaklaşmaya, "farklılaşmaya" doğru yönelmek anlamını taşır. Diğer yandan Konfüçyüs'ün takipçileri, bu şekilde farklı olanın şekilsiz olana, özün varlığa göre önceliği fikriyle, delikleri artırmayı savunurlar. Benzer şekilde Hindu geleneğinde çakraları açmak da böyle bir amaca yönelir. Çakralar tümüyle açıldığında, nesnelerle tam bir kozmik uyum yakalanacağı inancı vardır. Oysa Lao-Tzû, nesneleri temellendiren mutlak varlığın kendisini temaşa için bu çakraları köreltmeyi öğütlerdi muhtemelen. Bu “körlük” ortaya çıktığında, âdem ve varlık, boşluk ve doluluk farksız olur. Tao öğretisi bu nedenle kesinlikle hazcı değildir ama çileci öğütler de pek yoktur. Haz ve çilenin, iyi ve kötünün ötesinde bir halin içinde olmayı teklif eder daha çok.
Platon'un khōra dediği, biraz ch'i gibi, hisler öncesi, hatta tüm duygulanımları temellendiren zemindir; "farklılaşmamış şekilsiz Bir-şey'dir". Ama Tao, Yin ve Yang'ın üzerinde çalıştığı bu "madde-öncesi" yüzeyden daha eskidir. Ch'i, suret sahibi olmuş her şeyin temeli iken, Tao ondan daha kökenseldir (Izutsu, 2017: 40). Yin ve Yang, suretler, sıfatlar, adlar saklayan bu malzeme içerisine karıştıklarında, oradan iyi ve kötü, aydınlık ve karanlık şeylere vücut verirler. Kaba ve karışık olan böylece ayrılmaya başlar, kenarları, sınırları, renkleri, dokusu, kokusu olan On bin Nesne'ye dönüşür. Ch'i ve onu bölen Yin ile Yang, Tao'nun "sinesinden" doğarlar; bu sine, bir karın boşluğu gibidir; içinde varlık izi yoktur ama yokluk da değildir.
Tao, "iptidai farksızlık", "tasviri mümkün olmayan bir ucube" gibidir (45). Öyle ki, Eski Yunan kozmolojisindeki kozmos'un ayrıcalığı yoktur onda; ama bu varlık, yokluğa ya da kaos'a da yenik düşmez. Tao'nun içkin halinde her ikisi de ayrımsızlaşır. Varlık ve karmaşa bağdaşık olur. Oysa mevcudiyet, Helenlerin mirası olarak, Batı'da varlığın temeli olur. Taocu kozmolojide her var olanda yokluğun payı vardır; Yin ve Yang'ın çekişmesi hüküm sürer; birinin boşalttığını diğeri doldurur. Bu çatışma öylesine verimlidir ki, "bütün varlıkların birbirlerine özgürce dönüşebildiği yepyeni bir Varlık düzeni" açılır (50); yeniden şekil bulan mevcudiyete gelip takılmaz. Herhangi bir var olan, sınırsız suretlerde kendisini açabilir; hepsi de diğeri nispetinde sahicidir veya yalancıdır. Bu nedenle, Bir ile On bin Nesne arasında nitelik farkı yoktur. Tao'nun daha sahici görünümü yoktur çünkü. Tao ile onun fiilleriyle içerisi dolan kesret âleminin çokluğu arasında bir uçurum vardır. Biraz Platon'un Demiurgos ile khōra arasında kurduğu bağa benzer bir başkası Ch'i ile Yin ve Yang arasında bulunabilir. Ama Helenlerde Tao'nun dengi yoktur. Batı metafiziğinin ilksel muhiti olarak Eski Yunan'da kuvve ve fiil hep bir mevcudiyet tarafından tahkim edilir; etrafı çevrilir. Varlığın kozmetik, güzel görünümü korunur. Mevcut şeyler içerisindeki "cerahat" boşalıp karmaşık bir bünyeye, ucubeye dönüşmesin diye.
Kaynaklar
Izutsu, Toshihiko (2017). Taoculuktaki Anahtar Kavramlar, çev. Ahmet Yüksel Özemre, İstanbul: Kaknüs.
Lao-Tzû (2017). Tao Te Ching, çev. Sonya Özbey, İstanbul: İş Bankası.