Tahir Elçi’siz Üç Yıl: Cinayet Karartmaya Uğrarken


Tahir Elçi cinayetinin üzerinden üç yıl geçti. Bu, gözler önünde işlenen cinayete ilişkin söylenecek çok şey var ama hemen hepsi spekülasyonun ötesine geçmiyor. Ancak aradan geçen üç yıl içinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bomboş soruşturma dosyasına baktığımızda tereddüde düşmeden söyleyebileceğimiz tek şey, cinayetin net bir şekilde karartmaya uğratıldığıdır.

Önümüzdeki boş dosya aslında bu boşluğu ile hem Elçi cinayeti hem de Elçi’nin avukatlığını yaptığı faili meçhul cinayetlere ilişkin kadim devlet refleksini tüm hatlarıyla ortaya koyuyor. İşin trajik yanı yaşamı boyunca bu tavırla mücadele eden Tahir Elçi’nin kendi soruşturma dosyasında da aynı bildik hikâyenin yaşanıyor olmasında.

Avukatların artık gelinen son noktada savcılığın “ihmalinin” ötesinde “kastı” olarak tanımladıkları olayların başında olay yeri incelemesinin yapılamaması geliyor. İlk olay yeri incelemesinin saldırılar nedeniyle gerçekleştirilememesi, devletin kontrolünde olan bir yerde akıl alır gibi değil. Yüz küsur gün sonra gerçekleştirilen ikinci olay yeri incelemesi ise her nasıl oluyorsa Elçi’nin öldürüldüğü Dört Ayaklı Minare’nin etrafında değil, minarenin yer aldığı sokağın başından başlatılıyor. Minareye kadar gelinemeden de aynı nedenlerle yarım bırakılıyor. Avukatlara göre inceleme cinayetin işlendiği minarenin dibinde yapılsa idi cinayetin en önemli delili olan mermi çekirdeğine bir ihtimal ulaşılabilecekti. İkisi Emniyet’e ait olmak üzere Mobesse kameralarının da dahil edilmesiyle onlarca kameranın bulunduğu alanda olay ânına ait tek bir görüntü var. O da nasıl oluyorsa cinayet ânında donuyor.

Peki ya ifadeler?

Tahir Elçi cinayetine ilişkin Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma kapsamında, cinayet anında Dört Ayaklı Minare etrafında bulunan otuzu aşkın polisin ifadesine başvuruyor. İfadelerin birçoğu tahmin edileceği gibi birbirinin aynısı kopyala/yapıştır zabıtlardan oluşuyor: “Ateş etmedim/görmedim.” Savcılık polislere ayrıntılı sorular sormaktan da imtina ediyor. Polislerin hepsinin ifadesi dosyada “tanık” sıfatıyla alınıyor. Avukatlar Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre olayla ilgili kişiden yüzde bir dahi şüphe duyuluyorsa bu kişinin şüpheli sıfatını alacağı konusunda ısrar ediyorlar. Ancak ısrarlı girişimlerine karşın yanıt alamıyorlar. Otuzu aşkın polis dosyada tanık olarak yer alıyor. Soruşturmanın diğer faili meçhul cinayet soruşturmalarında olduğu gibi başlamadan tıkanmasına neden olan yer de tam olarak burası.

Tahir Elçi 22 Aralık 2005 tarihinde Radikal gazetesinin Radikal İki ekinde yazdığı yazıda tam da bu tehlikeye dikkat çekmiş ve “Polisi kim soruştursun?” sorusunu gündeme getirmişti. Yanıtını da şöyle vermişti:

“Son yirmi yılda yaşanan ağır insan hakları ihlalleri ortamında ve Susurluk’tan Şemdinli’ye uzanan olaylarda polisin polisi, jandarmanın jandarmayı soruşturamayacağı anlaşıldı. Mevcut ceza soruşturma usulü ve adli mekanizmanın da güvenlik güçlerinin karıştığı ciddi olayları çözme kapasitesinden uzak olması karşısında kamu görevlilerinin karıştığı ciddi insan hakları ihlali oluşturan suçları soruşturacak bağımsız bir kurumu tartışmanın tam zamanı.”

Bu kurum önerisi Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu’nun Şemdinli olaylarına ilişkin yazdığı raporun sonuç bölümünde yer alıyordu. Yıllardır baktığı faili meçhul cinayetlere ilişkin aynı öneride bulunan Elçi, parlamentonun bir raporunda yer alan bu önerinin hemen hayata geçirilmesi konusunda ısrarcıydı. Elçi’nin yıllar önce yazdığı bu yazı ile aslında kendi soruşturmasındaki tehlikelere dikkat çekmiş olması; faili meçhul cinayetlerdeki devlet refleksinin Tahir Elçi cinayetindeki devlet refleksiyle aynı olmasından kaynaklanıyor.

Devlet politik cinayetler konusunda bugüne kadar sorumluluk hissetmediği gibi hep masumiyet ve dokunulmazlık talep etti. Bize bu tavrı Tahir Elçi’nin baktığı faili meçhul davaları gösterdi. Aynı tavır diğer davaları olduğu gibi bugün Elçi soruşturmasını da felç etti. Aksi, onlarca polis ve sivilin gözü önünde, ikisi Emniyet’e ait onu aşkın kamera kayıt halindeyken güpegündüz işlenen bir cinayetin sorumlusunun ortaya çıkarılamamasını mantıklı kılmıyor.

Tahir Elçi’nin avukatları soruşturma kapsamında son olarak Londra Üniversitesi Adli Mimari Bölümü’ne başvurdu. Elçi’nin öldürüldüğü sokaktaki çatışma ânına ilişkin tüm kayıtlar buraya gönderildi. Çatışma sırasında otuzu aşkın kişinin silah kullandığı iddia ediliyordu. Adli Mimari Bölümü yaptığı çalışmada, Tahir Elçi’yi vuran el için bir eleme yaptı; şüpheli tetikçi sayısını 30’dan 4-5’e kadar indirmeyi başardı. Bu veriler de Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na verilecek.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, buna karşın soruşturma kapsamında yine tatmin edici bir adım atmazsa; avukatlar bu kez bireysel başvuru kapsamında dosyayı Anayasa Mahkemesi’ne taşıyacaklar. Ancak tüm bu teknik işlemler ve başvurular Elçi cinayetinin temsil ettiği siyasal alanın yanında ayrıntı olarak bir kenarda duruyor. Tahir Elçi cinayeti avukatlarından Neşet Girasun, “umutsuz” olduğunu söylüyor. Girasun, “Eğer ortada adi bir cinayet olsaydı faili yirmi dört saatte bulunurdu. Tahir Elçi cinayeti politik bir cinayettir, failinin bulunmamasının nedeni de budur,” diyor.

Elçi cinayetinin çözülebilmesi bu cinayetin aydınlatılmasını isteyecek siyasal bir iradenin ortaya konulmasından ve Elçi’nin sözünü ettiği bağımsız kuruluşların inşa edilerek tüm faili meçhul cinayetler üzerinden bir yüzleşme yapılabilmesinden geçiyor.

Tahir Elçi'nin yıllarca mücadele ettiği, faili meçhul cinayetlerde defalarca karşısına çıkan karartma yöntemlerinin Elçi cinayetinde de uygulanması trajedimizin bir parçası olabilir. Ancak bundan kurtulmanın yolu da yine merhum Elçi’nin kendi önerilerini uygulamaktan geçiyor.