2002’den beri girdiği seçimden “kazanan” olarak çıkan bir AKP fenomeni ile karşı karşıya kaldık. AKP yükseldi, oyunu yükseltti, ama bir süre sonra inişe geçti. 2023’te genel seçime girerken bu uzamış iktidardan usanmış olanlarımız iyimser bir bekleyiş içine girmiştik. Ama beklendiği gibi olmadı; AKP’nin seçim başarıları listesine bir yenisi eklendi. “Altılı” sıfatıyla andığımız “muhalefet” ufak tefek, dolayısıyla yetersiz birkaç başarıdan ötesini göremedi.
Bunca olumsuzluktan sonra gene “birinci parti” ünvanını elde tutan AKP’ye güven geldi. Bu ülkenin tarihinin başından beri beklediği tipte bir “Cumhuriyet”e kavuştuğuna inandığı sanısına kapıldılar. Bu, öyle çok boş bir sanı da sayılmazdı.
Tarihin bu sayfalarını doğru okumamız, onun için iyi çalışmamız gerekiyor. Ben Türkiye halkının seçimlerde gösterdiği davranışın oldukça makul olduğunu düşünenlerdenim. 1950 bence doğru bir “ilk adım”dır. Bunu izleyen “darbeler tarihi” boyunca seçmenin darbe hakkında gösterdiği tavır da olumludur. Bence ölçüyü şaşırtan olay 12 Eylül darbesi oldu. Askeri darbenin “İşte doğru hedefiniz” diyerek gösterdiği Turgut Sunalp cephesine karşı Özal’ı seçen seçmen bence gene doğru davranıyordu. Ama bundan sonra bir “savrukluk” dönemine girdik. Bir seçimin birinci partisinin bir sonraki seçimde sonuncu gelebildiği bir savrukluk. Bunun önemli sonuçlarından biri “merkez sağ” diyebileceğimiz kümenin dağılması oldu. Din öne çıktı. Seçmen, kararlı görünüyordu. 28 Şubat’a rağmen AKP’nin girdiği ilk seçimi kazanması yeterince uyarıcıydı.
Seçmenin bu davranışının sosyo-politik nedenlerini, dinamiklerini de yeterince incelemiş değiliz. “Bunlar bizden/Bunlar bizden değil” değerlendirmeleri hangi temeller üzerine oturuyor? Hâlâ “tek parti dönemi” ceberrutluğuna direnç mi sözkonusu yoksa o direnci besleyen çağdaş davranışlar mı işliyor? Bu ekonomik felaketi yaratan iktidarı yeniden ve yeniden seçenler o felaketi en acılı biçimde yaşayanlarsa, bu nasıl bir mekanizma?
Büyük ölçüde cevaplanmamış bu sorular da çantamızda olarak 2024 “yerel” seçimine girdik ve… Ve yeniden şaşırdık. Adına “Türk seçmeni” dediğimiz bu “muamma” ne zaman, niçin, nasıl fikir değiştirdi?
Sonuç yeterince net! “Yerel seçim”miş falan filan “açıklamalar” herhangi bir şeyi açıklamaz. Seçmen AKP iktidarının sergilediği “iktidar olma üslubunu” onaylamadığını bir şüpheye yer bırakmayacak netlikle ortaya koydu. Türkiye’yi kulağından tutup başka türlü bir toplum yapma misyonuyla yola çıkan (ve şimdiye kadar cesaretlendirici sinyaller almaktan geri kalmayan) AKP ile dediği dedik Reis’i karaya oturdu. 2000’lerin başından beri belirli bir sebat göstermiş olan seçmen bu siyaset tarzını beğenmediğine karar verdi ve kararını AKP iktidarına tebliğ etti. Bunu yapmakla, bence, siyasi rüştünü de kanıtlamış oldu.
Bunun “gökten üç elma düştü” tarzında bir final olmasına, Türkiye’nin bundan böyle uyacağı rotayı seçtiğine inanmak isterdim. Ama tarihin böyle yürümediğini, böyle ilerlemediğini biliyorum. Toplumlar her zaman yeni güçlükler, çatışmalar yaratmayı becerir. Türkiye’nin de bohçasında nice çatışma potansiyeli hazır, bekliyor. Gene de, daha huzurlu bir gelecek kurmak için elverişli bir birikimimiz olduğunu söyleyebilirim. 2024 seçimi bir siyasi deprem yaratacaktır. Seçimi izleyen dönemde olacaklar, söylenecek ve yapılacaklar bu depremin gidişini belirleyecek. Onun için şu sırada kritik bir geçitten geçiyoruz. Sorumlu mevkilerde yer alanların çoğunun sorumlu davranmaya da kararlı olduklarını görmek iyi geliyor. Aman ha! Bozmadan devam. Ferahlamayı hak ettik diye düşünüyorum.