Yunanistan’da sol koalisyon iktidarı, beynelmilel finans-kapitalle boğuşurken, bir yandan da günlük hayatı selâmetle döndürmeye çabalıyor. Meydan okuyan nutukların, mitinglerin, pazarlıkların, velhasıl ‘büyük politikanın’ berisinde, bir de bu dava var: insanların temel ihtiyaçlarını karşılama davası. Sol iktidarın AB ve IMF’yle cenginde yaptıkları ve yapamadıkları kadar, bu alanda neyi nasıl yaptığı da önemli.
Sol koalisyonu iktidara taşıyan güç kaynağı, bileşenlerinin tabanda bir örgütlenmeye, bir toplumsal seferberliğe dayanmasıydı. Sosyal politikada da bu kaynağa yükleniyorlar. Dayanışma ‘işlerinden’ sorumlu bir devlet bakanlığı var, görevi, dayanışmaya dönük taban örgütlenmelerini koordine etmek ve onlara lojistik destek sağlamak.
Altı yılı geçen kriz döneminde, Yunanistan’da hayli sosyal dayanışma deneyimi birikti. 2001’den sonra Arjantin’de de olduğu gibi… Ortak mutfaklar, dayanışma amaçlı klinikler, üreticiyle aracısız bağ kuran tüketim kooperatifleri, ücretsiz ders veren öğretmen kolektifleri, mal-hizmet takasına dayalı ağlar kuruldu. Şimdi sol iktidar, mecburiyetten oluşmuş bu ilişki ağlarını sadece bir alternatif kaynak olarak değil, alternatif bir toplum tasarımının nüveleri olarak görmek istiyor. Şu ‘dayanışma bakanlığının’ başındaki Theano Fotiou, bir mülakatta: “Yoksulların bilgisinden ve icat kabiliyetinden öğrenmek”ten söz etmiş (link). Onların tasarruf taktikleriyle, devletin ve piyasanın 100 paraya yaptığı işleri 20 paraya yapmanın yollarını bulmalarıyla, bazı işleri parasız halledebilmeleriyle aslında bir alternatife dikkat çektiklerini söylüyor.
Bakanlık, para yardımı yapmıyor. Fotiou, yardım için para vermenin, insanları muhtaç hale getirdiğini, bağımlı kıldığını, onurlarını zedelediğini düşünüyor. “İşimiz hayırseverlik değil,” diyor. Tabandaki sosyal dayanışma örgütlenmelerini teşvik etmeye, onlara donanım ve kaynak dağıtımını düzenlemeye, aralarında iletişim kurmaya, kısacası insanları harekete geçirerek bu örgütlenme ağını geliştirmeye bakıyorlar. Fotiou “krizle onurlu biçimde baş etmek” için “insanlara umut ve cesaret vermek”ten söz ediyor. Global büyük politikada da koydukları bu iddianın, tabandaki, toplumun günlük hayatındaki cephesi de bu işte. Fotiou mülakatta, ilk cephede mağlup olsalar bile ikincisinde, ‘iç’ cephede direnebileceklerini ima ediyor sanki.
Sinizmle karşılayanlar olacaktır, bense bu mücadelede, sosyal solla siyasî solu bir araya getirmenin arayışını görüyorum. Değerli bir arayış.
Sosyal sol-siyasî sol ayrımını, sosyolog-düşünür Richard Sennett’in son kitabı Beraber’den aldım (Türkçesi: çev. İlkay Özküralpli, Ayrıntı Yayınları 2012). Siyasî sol terimi, ‘büyük politikaya’ ve iktidar mücadelesine odaklanmış sol faaliyeti anlatıyor. Partiler, sosyalist örgütler… Sosyal sol ise, özyardım ve dayanışma örgütlenmesine odaklanmış sol faaliyettir. Yoksullarla gönüllü uzmanların omuz omuza verdiği sağlık ve eğitim örgütlenmeleri; mazlum grupları doğrudan siyasî faaliyetten ziyade (veya ondan önce) temel ihtiyaçları karşılamak ve sair günlük uğraşlar içinde güçlendirmeye, ‘dikeltmeye’ dönük çalışmalar… Sennett kitabında, ABD’nin yoksul mahallelerindeki ve siyah cemaatlerindeki ‘sosyal solculuk’ tecrübelerinden örnekler aktarıyor. Adanmışlıklarıyla hayranlık uyandıran, gerçekten kahraman sıfatını hak eden insanların hikâyeleri...
Sennett’in kitapta üzerine fazla eğilemeden, zikredip geçtiği önemli bir dert, sosyalizmin tarihinde siyasî solla sosyal solun gelenekleri arasında şöyle böyle yüz yıldır devam eden kopukluk. Bu iki yakanın bir araya gelememesi…
Onun bıraktığı yerden düşünmeye devam edelim. Solculuğun bu iki mezhebi arasında alış verişler yok değildir elbet, iki yakanın bir araya geldiği tecrübeler eksik değildir. Uzun süre, sosyalizmin partileri ile bir tür paralel toplum[1] inşa etmeye yönelen sosyal örgütlenmeleri arasında organik bir ilişki vardı. Aşağı yukarı ikinci dünya savaşı sonrasında, kısmen sosyal devletin genişlemesinin de bir yan etkisi olarak, bu paralel sosyallik genellikle geriledi. Bu başlı başına bir kayıptır. Şimdi, sosyal devletin çözülüşü, dünyanın birçok yerinde sosyal solculuğu diriltiyor. İşte, Yunanistan bunun canlı bir örneği.
Şu da var ki, bu iki mezhep genellikle birbirinden şüphe eder. Siyasî solculuk sosyal solculuğu reformizme ve iktidar perspektifinden uzaklaşmaya meyyal görür. Boş bir şüphe değildir. Sosyal solculuk, siyasî solculukta araçsal aklın yozlaştırıcı tehdidini görür; onun güç ve kadro devşirme hesaplarının, kendi üzerine eğildiği somut işlerin sürdürülebilirliğine halel getireceğinden endişe eder. Boş bir şüphe değildir. Şüpheler yersiz olmadığına göre, birbirlerine hürmet etmelerinde fayda vardır. Zamanımızda, sosyal solculuk tecrübeleri yeniden serpilirken, sol/sosyalist geleneğin bu iki yakasını biraraya getirmek, hem sosyal hem siyasî açıdan ufuk açabilir.
Sosyal ve siyasî solculuk tecrübeleri arasındaki ilişki, Türkiye’de de sorunlu. Sorun belki ondan da önce, -siyasî solun vaziyeti de şahane değil ama-, sosyal solun gelişememesiyle, ona pek ilgi duyulmamasıyla, sebat edilmemesiyle ilgili. Örnekler az; insan nazar değmesin diye zikretmeye çekiniyor! Çoğaltmaya, ihtimam ve hürmet göstermeye, üzerine konuşmaya ihtiyaç var.
*
Bu yazı yayına hazırlandıktan az sonra, Suruç katliamının haberi geldi.
O gencecik insanların memleketin dört tarafından kalkıp Kobanê’ye park yapmaya, oyuncak götürmeye gitmesinde, işte kıtlığını çektiğimiz o cehdin nefesi yok muydu? Katledilmelerine yol açan vahşet, onlarla ve tek tek her biriyle beraber, o sıcak nefesi de unutturmasın.
[1] Aman diyeyim, bu terimi AKP ezberindeki paralelle karıştırmayın.