Kürt siyasal aktörlerinin tutumlarına yön veren, 2020’de mevcut savaşın derinleşerek devam edeceği öngörüsü çok geçmeden doğrulandı. Daha yeni yılın ikinci günü, İran Devrim Muhafızları’nın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve Irak Şii milis gücü Haşdi Şabi liderlerinden Ebu Mehdi el-Mühendis ABD tarafından Bağdat’ta öldürüldü. Bu saldırıyla birlikte, ABD ve İran bir anda savaşın eşiğine geldi. Ancak, İran’ın "ABD askeri öldürme" amacı taşımayan karşı saldırıları ve Trump’ın yaptığı İran’la müzakere çağrıları, her iki tarafın da bu eşikten geçmeye niyetli olmadığını gösterdi.
Henüz niyet edilen doğrudan bir savaşa girişmek olmasa da ufukta bir uzlaşmanın görünmediği de açık. Bu ortamda, ABD ve İran arasında devam etmesi muhtemel karşılıklı güç gösterilerinin sahnesi haline gelen Irak ise adeta bir serbest atış poligonuna dönüştü: ABD ve İran birbirlerini Irak’ta hedef alarak hem askeri antrenman yaptı hem stres attı. Gelinen aşamada Trump, Süleymani gibi bir ‘teröristten” kurtulmuş olmaktan, İran rejimi kendisine karşı biriken öfkeyi ‘Şeytan Amerika’ya yöneltme fırsatı bulmuş olmaktan memnun. Asıl panik, iki ateş arasında kalan Irak’ta. Zira 2003’ten bu yana Irak’taki kurulu düzen ABD ve İran arasında süregelen zımni anlaşmaya dayanıyordu. Bir başka ifadeyle, Irak’ı ayakta tutan bu her iki ülkenin çıkarları çerçevesinde şekillenen politik dengeydi. Bu denge ortadan kalkarken Irak’ı neyin ayakta tutacağı meçhul.Şimdilik ortaya çıkan ilk işaretler, Irak milliyetçiliğinin, deyim yerindeyse, hortladığını gösteriyor. Fakat bu yeni biçimiyle Irak milliyetçiliğini sahiplenenler yalnızca Şiiler; Sünniler ve Kürtler için Iran’ı dengeleyecek bir aktörün yokluğunda Şiilerin gücü elinde bulundurduğu bir baskı rejiminin kurulması, daha da kötüsü başına bir ‘Şii Saddam’ın geçme ihtimali yüksek. Bu tabloda, IŞİD’in yeniden güç kazanması ise hemen herkesin beklediği bir gelişme. Zaten Irak’ta yaz aylarından bu yana saldırılarını artıran IŞİD’in, özellikle Uluslararası Koalisyon’un operasyonları askıya almasından doğan fırsatı kaçırması beklenemez. Ve mevcut Irak koşullarında IŞİD’in intikamını öncelikle kendisiyle savaşan Şii milisler ve Peşmerge’den almayı tercih etmesi de sürpriz olmayacaktır.
Irak’taki bu tehditler karşısında en fazla kaybetme riski taşıyan ise Kürtler. Zira Irak’ta kaybedilecek bir düzene sahip tek bölge Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı topraklar. Özellikle gündelik hayat akışında güvenliğin istikrarlı bir biçimde sağlanabildiği başka bir yer yok. Ancak, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (KBY) bu performansının, her şeyden önce, ABD’nin sağladığı güvenlik şemsiyesine bağlı olduğu da sır değil. Dolayısıyla, ABD’nin Irak’tan güçlerini çekmesi durumunda Kürdistan bölgesinde mevcut düzeni ve güvenliği sürdürmek kolay olmayacaktır. Özellikle Irak Parlamentosu’nun ABD güçlerinin geri çekilmesi konusunda aldığı karardan sonra gündeme gelen bu ihtimalin, Trump’ın ‘ABD’nin Irak’tan çekilmeyeceği’ne ilişkin yaptığı açıklamayla şimdilik rafa kalktığı söylenebilir. Ancak, bu açıklamayı izleyen ‘NATO’nun Irak’ta daha fazla sorumluluk alması’ çağrısı, mevcut durumda KBY için ABD’nin varlığının da en az yokluğu kadar büyük dertler açacağını gösteriyor.
Çünkü NATO’ya yapılan bu çağrının ilk işaret ettiği gerçek, ABD’nin Irak’ta kalıcı olma niyeti taşımadığı. Bu niyet ortadayken ve Kürtlerin karşı karşıya kaldığı hem Şii hem Sünni kaynaklı tehditler, her şeyden çok, Amerikan düşmanlığı üzerinden yükselirken, KBY’nin hâlâ açıkça ABD tarafında yer alması çok zor. Zaten KBY’nin bu tehlikeyi gördüğü de belli. Önce Neçirvan Barzani İran dinî lideri Hamaney’e gönderdiği taziye mesajıyla, ardından Mesud Barzani KBY’nin Irak’tan çekilen ABD güçlerinin adresi olmayacağına ilişkin yaptığı açıklamayla, en azından İran’ı karşılarına almak istemediklerini gösterdiler. Öte yandan, ABD güçlerinin Irak’ta kalması gerektiği yönünde KBY yetkilileri tarafından dile getirilen talepler ise IŞİD tehdidi üzerinden gerekçelendirildi. Yani KBY, ABD’ye git demedi ama kalacaksan da IŞİD’e karşı savaşmak için kal dedi.
Günün sonunda bu çabaların Kürtleri olası tehditlerden ne kadar koruyacağı tartışmalı. Ama KBY’nin bundan sonra ABD ile ilişkilerini eskisi kadar rahat yürütemeyeceği de ortada. Bu bağlamda, NATO’nun Irak’ta ABD’nin yerini dolduracak biçimde görev almasına umut bağlamanın da yersiz olduğu açık. Henüz geçtiğimiz günlerde, NATO’nun 70. kuruluş yıldönümü vesilesiyle gündeme gelen ittifak içi sorunlar, Fransa Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle ‘beyin ölümü gerçekleşmiş’ denilecek kadar ciddi. Bu ortamda, kararların ancak oybirliği ile alınabildiği NATO’da üye ülkelerin sırf Trump ABD’nin Irak hezimetinin faturasını paylaşacak ortak arıyor diye elini taşın altına koyacağını düşünmek naiflik olur. Üstelik NATO’ya Irak’ta her şeyden önce İran’a karşı bir misyon biçilecekken…
Peki KBY tam da bu ortamda bağımsızlık ilan eder mi?
Bu ihtimal, hiç kuşkusuz, Irak yeniden bir iç savaşa sürüklendiği durumda masadaki seçeneklerden biri olacaktır. Ama KBY’nin bu ihtimali bir son seçenek olarak değerlendireceklerini öngörmek yanlış olmaz. Çünkü asıl sorunun bağımsızlık ilan etmek değil, bağımsız bir Kürdistan devletini yaşatmak olduğu herkesin ortak görüşü. Bunun önkoşulu da başta Türkiye ve İran olmak üzere komşu devletlerin rızasını kazanmak. Bu rıza bugünkü konjonktürde uluslararası toplumun desteğinden çok daha önemli, ama bir o kadar da imkânsız. Fakat Irak’ın toprak bütünlüğünün bugüne kadar garantörü olan ama bunun maliyetini daha fazla çekmeyeceğini açık eden ABD’nin yokluğunda Irak’ın eninde sonunda parçalanması da kaçınılmaz. Buna ne İran ne Türkiye engel olabilir. Bu noktada gözden kaçmaması gereken bir başka gerçek de Irak’ın, Suriye’den farklı olarak, aslında çoktan parçalanmış bir ülke olduğu gerçeği. Bu her iki ülkenin müdahalesi en fazla iç savaşı derinleştiren ve bölge ölçeğinde yayılmasına sebep olan bir etki yaratabilir.
Bu kâbus senaryosuna alternatif olabilecek tek çıkış yolu ise, üst düzey bir KBY yetkilisinin ifadesiyle, ‘Irak’ın Kürdistan’dan ayrılma kararı vermesi’ olacaktır. Literatüre Çekoslovakya modeli olarak geçen bu anlaşmalı bölünme ihtimalinin, bugün için ütopik görünse de, Irak’ın geleceğini NATO-ME gibi alternatiflere bağlamaktan çok daha gerçekçi ve acısız bir çözüm olacağı muhakkak.