İzmir Savaş Karşıtları Derneği'nin Feshini Teklif Ediyoruz

“İzmir Savaş Karşıtları Derneği’nin feshini teklif ediyoruz”

Değerli üyeler,

İzmir Savaş Karşıtları Derneği 25 Şubat 1994’te şu amaçla kurulmuştu: “Savaşa, militarizme ve ırkçılığa karşı mücadele etmek; bu konuda duyarlı olan insanları biraraya getirmek, aralarında dayanışmayı sağlamak ve ortak mücadelenin çatısı olmak; egemen olan ırkçı, militarist kültürün yerine alternatif, barışçı ve özgürlükçü yeni bir kültürün yaratılmasına katkıda bulunmak.” Bizi birbirimize bağlayan bu amaç veya amaçlar bütünü, hatırlatmak gerekirse, ilk olarak, 1992 yılında yine İzmir’de kurulmuş olan, fakat bir yıl sonra İzmir Valiliği tarafından kapatılan bir başka derneğin, yerelliğe vurgu yapan bir değişiklik ile ismini devralmış olduğumuz Savaş Karşıtları Derneği’nin bünyesinde tanımlanmıştı. Derneğimizin tarihi, bu bakımdan ele alındığında, resmî kuruluşundan biraz daha geriye uzanmakta ve yaklaşık 10 yıllık bir süreci kapsamaktadır.

Biz aşağıda imzası olanlar, bu 10 yılın sonunda, bugün, derneğin ‘genel kurul kararıyla feshi’ni teklif edeceğiz. Bunun nedeni, hiç kuşkusuz, derneğin amaçlarına ulaşmış olması değil. Aksine, geride bıraktığımız yıllar dünyaya daha fazla adaletsizlik, daha fazla şiddet, daha fazla acı ve yıkım getirdi. Üstelik tam da içinde bulunduğumuz şu günlerde, dünyanın çeşitli yerlerinde devam eden çatışmaların yanısıra, ABD militarizminin saldırganlığına tanık oluyoruz. Bu saldırganlığın ne kadar devam edeceğini ve ne tür kalıcı sonuçlara yol açacağını hiç kimse bilmiyor. Yani savaş karşıtı mücadeleyi gerekli kılan nesnel koşullar, zayıflamak bir yana, giderek güçleniyor; bu çok açık.

Yine de, bizi, derneğin feshini teklif etmeye yönelten temel bir neden var. Derneğin, kendisini olduğu şey yapan, ona özgün bir karakter veren kurucu ilke ve amaçları taşıma kapasitesini yitirmiş olduğunu düşünüyoruz. Burada, neden böyle düşündüğümüzü anlatarak, derneğin içinde bulunduğu duruma ilişkin bir değerlendirme yapacağız. Bu değerlendirme, ‘genel kurul kararıyla fesih’ teklifinin gerekçelendirilmesi olarak anlaşılmalıdır; söz konusu gerekçelerin haklılığı konusundaki nihai kararı ise elbette siz vereceksiniz.

O halde, önce şu soruyu ele alalım: Derneğin kurucu ilke ve amaçları nelerdi? Başka bir deyişle, derneğin, ifade etmek için kurulduğu, taşıyıcısı ve savunucusu olmak istediği ‘söz’ neydi?

Hepimiz hatırlıyoruz, dernek kurulduğunda, ülkede adı konulmamış bir savaş yaşanıyordu. Savaşa karşı, savaşın taraflarından tam anlamıyla bağımsız bir hareketliliğin örgütlenmesi birçok kişi tarafından son derece acil bir gereksinim olarak telaffuz edilmekteydi. Dernek, bir yönüyle, bu gereksinimi karşılama çabasının ürünü olarak görülmelidir; “savaşa hayır, barış hemen şimdi” deme çabasının, bunu hiç kimseden icazet almaksızın, koşulsuz ve örgütlü olarak savunabilme çabasının bir ürünü olarak görülmelidir. Fakat, sadece bu değil... Dernek, aynı zamanda, bir bütün olarak militarizme ve içerisinde yaşadığımız toplumsal-siyasal sistemde cisimleşen yapısal şiddete karşı mücadele etmek amacıyla kurulmuştu. Bu ülkenin sol muhalefet geleneğine büyük ölçüde yabancı olan antimilitarist bir mücadele kulvarı açmayı ve şiddetten arınmışlığı özgürleştirici bir mücadele tarzı olarak hayata geçirmeyi amaçlıyordu. Bu çerçevede, gerek ülkede yaşanmakta olan savaşa, gerekse genel olarak militarizme karşı uzlaşmaz bir tavır olarak vicdani ret, başlangıcından itibaren derneğin temel bileşenlerinden biri oldu. Dernek vicdani retçileri her bakımdan destekliyor ve bir vicdani ret hareketinin oluşmasına katkıda bulunmak istiyordu. Ve nihayet, belli bir örgütlenme anlayışımız vardı. Merkezî ve hiyerarşik bir yapısı olmayan, özyönetim ilkelerine dayanan yerel bir örgütlenmeden yanaydık. Bu örgütlenme anlayışı, dönüşümün kendi deneyimlerimizden başlayacağına ve özgürlükçü bir siyasal kültürün ancak özgürleştirici pratiklerin ürünü olabileceğine duyulan samimi bir inancın ifadesiydi.

Genel hatları bakımından ele alındığında derneği kurarken ifade ettiğimiz söz buydu veya bu unsurlardan oluşmaktaydı. Bunun, hele Türkiye için, oldukça büyük ve nispeten yeni bir söz olduğunu, belki de fazla iddialı olduğunu görmek zor değil. Üstelik bu, geçmişe bugünden baktığımızda fark ettiğimiz bir şey de değil. Daha dernek kurulurken, büyük ölçüde yeni ve iddialı bir çıkış yaptığımızın farkındaydık; ama bunun denemeye değer olduğunu düşünüyorduk. Peki ya şimdi, bu sözü eylem alanında nesnelleştirmeye yönelik 10 yıllık bir deneyimin ardından ne düşünüyoruz?Bir başlangıç noktasında olmadığımız şu anda, başlangıçlara özgü yaratıcı umudun artık geride kaldığı bir anda ne düşünüyoruz? Önceki kadar yüksek sesle olmasa da, açıkça söylemekte fayda var: Bu, denemeye değer bir şeydi ve hâlâ da öyle. Ancak kendi deneyimimizi, bu deneyimin bizi getirdiği noktayı görmezden gelemeyiz. Dernek üyeleri olarak hepimiz, bugün geldiğimiz noktada, eylemimizin yol açtığı bir sonuçla yüzleşmek durumundayız. Bu sonuç tam olarak şöyle ifade edilebilir:Artık başlangıçtaki sözümüzü taşıyacak bir güce ve canlılığa sahip değiliz.

Bu, bir inançsızlığın veya bir çabasızlığın itirafı olarak alınmamalı. Aksine, sözümüzü ifade etmek, kamusallaştırmak ve hayata geçirmek için, yani sözü eylem alanında nesnelleştirmek için samimi ve yoğun bir çaba harcadık. Ne var ki sözümüz ile bu sözü taşıma kapasitemiz veya ideallerimiz ile gücümüz arasında başlangıçtan beri var olan gerilimin, azalmak şöyle dursun, giderek arttığı açıkça görülebiliyor; ve bugün geldiğimiz noktada, söz konusu gerilim, kamusal alanda anlamlı bir biçimde var olma imkânımızı neredeyse tümüyle tüketmiş durumda.

Bunun neden böyle olduğu sorusuna, derneğin tüm etkinliklerini hesaba katan, adım adım bugüne nasıl geldiğimizi çözümleyen ayrıntılı bir yanıt vermek, yaklaşık 10 yılı kapsayan bir tür faaliyet raporu sunarak yanıt vermek, hiç kuşkusuz pek çok bakımdan aydınlatıcı ve öğretici olurdu. Ne yazık ki şu anda böyle bir imkânımız yok; dolayısıyla temel önemde olduğunu düşündüğümüz bazı noktalara temas etmekle yetineceğiz. Bunlardan biri, mücadele anlayışımızda içsel olarak var olan ve bütün yapıp etmelerimize sirayet eden yapısal bir gerilimle ilgili. Bu gerilimin bir kutbunda, vicdani ret örneğinde olduğu gibi, kişinin, her koşulda sorumlu olduğunu, dünya yıkılacak olsa bile doğru olduğunu düşündüğü şekilde eylemde bulunması gerektiğini söyleyen bir ahlâk anlayışı var. Aynı zamanda, kişinin her zaman bir direnme imkânına sahip olduğuna, bir başlangıç yapabileceğine ve büyük bir söz söyleyebileceğine duyulan inanç var. Söz konusu gerilimin diğer kutbunda ise, toplumsal ve siyasal dönüşümün ancak çok sayıda insanın kararlı eylemiyle mümkün olduğu anlayışı; işbirliği yapmamanın, sivil itaatsizliğin ve şiddetten arınmışlığın gücünü kitlesellikten aldığı düşüncesi var. Dünyanın ancak ortak eylem yoluyla dönüştürülebileceği inancı var. Başka bir deyişle biz, baştan itibaren, bir yandan, kişinin her koşul altında, tek başına dahi olsa adaletsizliğe karşı çıkma ve baskıya direnme sorumluluğuna; diğer yandan da adaletsizliğin ve baskının ancak ortak eylem yoluyla alt edilebileceğine inandık. Hemen belirtelim ki, burada söz konusu olan şey, bir çelişki veya tutarsızlık değil. İnsanlar, kendilerine, başkalarına ve dünyaya karşı sorumluluk duymaksızın bir mücadeleye girmezler. Ama insanlar, dayanışma ve ortak eylem olmaksızın tüm sorumluluklarını tek başlarına yüklenebilecek kadar güçlü de değildirler. Bu ikisinin birarada olması, birbirini besleyip büyütmesi gerekir. Bugün, derneğimiz çok az sayıda üyeden oluşuyor; ve bu üyelerin de ancak küçük bir bölümü dernek çatısı altında etkinlik gösteriyor. Bu çatı altında tarif edilen sorumlulukları, dernek üyeleri olarak hepimize ait olan sorumlulukları asgari düzeyde bile olsa yerine getirebilmek için, derneği kurmamıza neden olan ilke ve amaçlara, çok güçlü olmasa da, anlamlı bir tarzda sahip çıkabilmek için şimdikinden daha fazla insana, daha fazla dayanışmaya ve aynı zamanda daha fazla cesarete ihtiyacımız var. Bunlar olmaksızın derneği açık tutmaya devam ettiğimiz takdirde, kamusal alanda boş bir ses olarak kalacağız; ve bir müddet sonra, şu anda sahip olduğumuz bir şeyi, içinde bulunduğumuz durumun muhasebesini yapma ve kendi kararımızla bu sürece bir son verme imkânını da yitirmiş olarak silinip gideceğiz.

Yeri gelmişken söylemekte fayda var: Geride bıraktığımız yıllar birçok bakımdan bizim hatalarımızla dolu. Bazı meselelerde daha cesur, bazı meselelerde daha temkinli olabilir; daha iyi örgütlenebilir, daha çok insan kazanabilirdik. İdeallerimiz ile gücümüz arasında verimli ve kalıcı bir ilişki tesis edebilir; imkânlarımızı daha iyi değerlendirebilirdik. Yine de, bugün içinde bulunduğumuz karanlık durum, sadece kendi yapıp etmelerimizin bir sonucu değildir ve öyle anlaşılmamalıdır. O, aynı zamanda, daha büyük bir karanlığın parçası; ülkeyi kaplayan koyu bir yabancılaşmanın, toplumun her zerresine nüfuz eden yıkıcı bir kayıtsızlığın ürünüdür. Bunu, kendi sorumluluklarımızın sınırına dikkat çekmek için değil; kendimizle yaptığımız muhasebenin, ülke ve toplumla da bir hesaplaşmayı içermesi gerektiğini burada kaydetmek için söylüyoruz.

Sonuç olarak, İzmir Savaş Karşıtları Derneği’nin genel kurul kararıyla feshedilmesini teklif ediyoruz.

AYŞEGÜL KURU

SERDAR TEKİN

COŞKUN ÜSTERCİ