Cenin Mülteci Kampı’nda kaç kişi öldürüldü acaba?
CBu sorunun yanıtını hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Ama geride kalanlar gözlerimizin önünden, zihinlerimizden hiç silinmeyecek. Cenin’de yaşanan bir savaş değildi çünkü, bu kadar dengesiz güçler arasında savaş olamaz.
Olmadı da zaten. Çünkü, bu kampa giren İsrail ordusu sadece insanları öldürüp evleri bombalamadı, haritadan silmeye, toprağın altına gömmeye çalıştı. Ariel Şaron’un mesajı açıktı: “Size ders olsun. Size öldürmekle kalmayıp, haritadan sileriz. Çünkü sizler mülteci kamplarında bile yaşamaya lâyık değilsiniz”. Cenin’de yaşananlar bir savaş değil, bir nefretti. Ancak, İsrail politikacıları ve ordusunun nefreti, karşı tarafın zihninde “yeni bir” nefret yaratmaktan öteye gidemedi. Çünkü kısa vadeli hesaplarla halkına “güven” telkin eden Ariel Şaron, Cenin’de olanların o topraklara özgü bir “destan”a dönüşeceğini ve destanlarla büyüyenlerin bir ateş topu haline gelip, İsrail topraklarında kendilerini ölüme atacaklarını biliyor. Nitekim, Arafat daha da ileri giderek direnişin intihar, Cenin’in Ceningrad’a dönüştüğünü bile söyledi.
İnsanın genzini yakan ceset kokuları arasında dolaşıp, binlerce kiloluk enkazları eşelemeye çalışan insanlara hâlâ ateş ediliyor. Aslında ateş etmek için hiçbir gerekçe yok artık. Farklı bir zevk olsa gerek, “Arap”, Filistinlilere ateş etmek. Nitekim “tüm Araplar terörist” değil miydi bazı İsrailliler için? Terörün altyapısını çökertmek için başlatılan Savunma Kalkanı Operasyonu’nun sonuna kadar devam etmesi gerekiyordu. Ha’aretz gazetesinden Gideon Levi operasyonu tersten okuyanlardan ve yazısına “Terörün altyapısını oluşturmak” başlığını atıyor. Levi, Şaron’un sadece belirli örgütleri hedeflemeyip tüm Filistin halkına yönelik bir operasyona giriştiğini ve bir ay içinde yaşananların Filistin halkının ruhunda derin izler bırakacağını söylüyor. Sadece Levi değil, aklı başında her İsrailli Ariel Şaron’un İsrail halkının geleceğini ipotek altına aldığını düşünüyor. İsrail’deki Gush Shalom adlı barış hareketinin önemli isimlerinden Uri Avnery ise “Cenin ve Arafat’ın karargahında yaşanan efsaneler, yeni Filistin ulusunun ruhunu oluşturacak” dedi. Hattâ Avnery operasyonun ismini bile saçma buluyor çünkü ona göre “terörün altyapısı denen şey, yüreklerinde isyan dolu milyonlarca Filistinli ve on milyonlarca Arabın ruhlarında mevcut”.
Operasyonun ardından kaç intihar saldırısı oldu sayan oldu mu?
BEYTHANUNA
“İşgâl” ne kadar yanlış bir kelime. Çünkü Filistin toprakları “yeniden işgâl” edildi. Yeniden işgâlin birkaç gün sonrası, Ramallah merkezine 6-7 kilometre kala kurulan askerî barikata yürüyen İsrailli Yahudi ve Arapların amacı sembolik olarak getirdikleri ilaç ve yiyecekleri Ramallah’a ulaştırabilmek. Sayıları eskiye göre çok az, birkaç bin kişi ancak biraraya gelebilmiş, Rabin döneminde toplanan binlerce kişiden eser yok artık. Son yıllarda artarak devam eden intihar saldırıları ve Şaron politikalarının ardından İsrail toplumunun yüzde 80’i sağa kaymış durumda. Barış isteyen ortalama İsrailliler ortalıkta görünmüyor artık. “insanların kafası çok karışık” diyor, yaşlı bir barış yanlısı kadın ve “toplama kamplarından çıkan bir aileden gelip, kendi ordusunun yaptıklarına şahit olmaktan dolayı utandığını” söylüyor. Ama o da birçok kişi gibi terörü savunmakla suçlanıyor. İsrail’de artık işgâle karşı çıkmakla, terörü savunmak eşdeğer. Sadece bununla da kalmıyor İsrail; basın özgürlüğü kısıtlanırken, barış yanlısı politikacılara yönelik baskı da artıyor, gazeteler hükümete yönelik eleştirilere yer vermiyor. Devlet denetimindeki İsrail radyosuna yeni kurallar getiriliyor; radyonun Arap dilinde yayın yapan bölümündeki haber bültenlerinde artık, İsrail askerlerine “bizim güçlerimiz”, Filistinlilere de “yaşamını yitirdi” yerine “öldürüldü” deniyor. Çeşitliliği ve farklı görüşlere yer vermesiyle bilinen İsrail medyası, artık milliyetçi bir yayın çizgisi izliyor. İfade özgürlüğüne duyulan gururun yerini ordu operasyonlarının ve yanlışlarının sorgulanmadığı bir bakış açısı alıyor.
Ama, Beythanuna’daki İsrailli barış yanlıları yaşananların sadece bir terör sorunu olmadığını biliyor. İşgâl topraklarından çekilmeyi, işgâl devam ettiği sürece Filistinlilerin de saldıracağını ve barışın gelmeyeceğini anlatıyorlar.
İsrail kademeli olarak yeniden işgâl ettiği Filistin topraklarından çekiliyor görüntüsü vermeye çalışırken, aslında en az 2 yıl sürecek yeni bir planı hayata geçiriyor. Merkezlerden çıkmak ama kentleri büyük bir çember içine alarak, gerektiği zaman en kısa sürede tekrar askerî saldırılar gerçekleştirmek. Nitekim bunun ilk işaretleri verilmeye başlandı. Oslo Antlaşması sona erdiği için fiilen Filistin bölgesi olması gereken ve A bölgeleri zaten yok artık. Sadece bu değil, fizibilite çalışması yapılan duvar projesi de gündemde. Batı Şeria’nın 57 kilometrelik bölümüne duvar örülecek ancak İsrail Güvenlik Kabinesine göre bu yeterli değil, tam 400 kilometrelik bir duvara ihtiyaç var. 18 ayda bitirilmesi planlanan duvarın maliyeti 400 milyon dolar. Daha ileri gidip, elektrik verilen dikenli tel çekilmesini savunanlar da var. Ama tüm bu duvar-tel düşüncesinin handikabı ise Green Line’ı yani 1967 sınırlarını meşrûlaştıracak olması. Filistin devletine sonuna kadar karşı çıkan Ariel Şaron böylesi bir plana sıcak bakması şimdilik zor görünüyor.
Filistinliler için etrafı kilometrelerce duvar ya da dikenli tellerle çevrili yeni “toplama kampları” planlanıyor. Toplama kampları İsraillileri rahatsız etmiyor mu acaba? Yoksa Almanya’da Yahudi, İsrail’de Filistinli gibi bir şey mi?
NABLUS
Nablus yakınlarındaki Balata Mülteci Kampı. Evi tanklar tarafından yerle bir edilmiş bir Filistinlinin “hayallerinin yıkıldığı yer” burası.
“İşte bunlara ateş ettiler” diyerek gösterdiği kucağındaki çocukların kafasında nasıl bir İsrail imajı oluşacak acaba büyüyünce? Balata Mülteci Kampı’nda yaşayan çocuklar ve İsrail askerlerini gördükleri zaman ağlamaya başlayan Filistinli çocuklar, biraz ilerideki Yahudi yerleşim biriminde yaşayan çocuklarla arkadaş olabilir mi? Güney Afrika’da ırk ayrımcılığı döneminde kolonyalist beyazlarla, siyahlar ne kadar arkadaşça yaşadıysa o kadar. Filistinlilerin her hareketini terör parantezine alan İsrail’in Oslo süreci ile birlikte, antlaşmalara aykırı olmasına rağmen kaç tane yerleşim birimi yaparak işgâle devam ettiğini kimse hatırlamaz. Oslo Barış Antlaşması’nın en önemli maddelerinden biridir bu: Yeni yerleşim yerleri inşâ edilmeyecek, Filistin topraklarından küçük parçalar koparılmaya çalışılmayacak. Hâlâ, İsrail’in Camp David Antlaşmasında büyük tavizler verdiği, Arafat’ın ise bunları reddederek zirveyi baltaladığı yazılır. Ama Arafat süreç boyunca inanılmaz tavizler vermiş, toplumunun bir kesimi tarafından “hain” ilân edilmiştir. Başta Edward Said olmak üzere birçok aydın Arafat’ın Oslo Antlaşması’na imza atarak baştan kaybettiğini ve toplumunun geleceğini ipotek altına aldığını yazarlar. 2. intifadanın iki yönü vardır. Oslo Anlaşmasına tepki olarak İsrail’e karşı, verdiği tavizler ve içerideki çürümeler nedeniyle Filistin Yönetimi’ne karşı. Eğer, Oslo’nun sonu geldiyse bunun en büyük nedenlerinden birisi İsrail’in sürekli inşâ ettiği yerleşim birimleridir. İsrailli Gazeteci Amira Hass, aslında İsrail’in tavrının sadece yerleşim birimlerinden kaynaklanmayıp bir zihniyet sorunu olduğunu da söylüyor: “İsrail’in en büyük yanılgısı hâlâ sömürgeci efendi gibi davranıyor olması ve bu topraklarda Filistinlilerin olduğu gerçeğini hiçbir zaman kabullenememesi”.
KUDÜS
İnsanlar tedirgin, sokaklar boş, herkes birbirine şüpheyle bakıyor. Dayanılmaz bir hayat.
Bir gece önce Kudüs’ün mutena semtlerinden birinde bomba patlamış, 11 kişi ölmüş. Barışı savunanların, demokrat insanların devam ettiği bir kafe olduğunu öğreniyorum Moment Cafe’nin. Gözünü karartan bir intihar komandosu için bu tür ayrıntıların çok önemli olmadığını biliyorum; asker-sivil ayrımı yapmıyorlar tıpkı İsrail’in Filistin topraklarını her gün havadan-karadan bombalarken ayrım yapmadığı gibi. Filistinli gerillaların bireysel terör eylemleri İsrail halkını sağa kaydırmış ve Ariel Şaron gibi bir isimden umut beslemeye başlamışlar. Ve İsrail’in propaganda makinesi tarafından saldırıları Arafat’ın yönlendirdiğine inandırılmışlar. Arafat, Ramallah’tan çıktığı gün yapılan bir kamuoyu yoklamasında sorulan şu: Arafat serbest bırakıldıktan sonra intihar saldırıları yeniden başlayacak mı?” sorusuna “evet” yanıtı verenlerin oranı % 91. Bu sadece İsrail halkının intihar saldırıları nedeniyle sağa kaydığını değil, yapılan manipülatif haberler ile “Arafat eşittir terör” düz mantığının İsrail halkının zihnine nasıl kazındığını gösteriyor. İsrail halkı ile “Türkiye’nin çıkarı İsrail hükümeti ile birlikte olmaktan geçer” diyenlerin büyük kısmı, Arafat’ın terör örgütlerine yardım ettiğini gösterdiği iddia edilen belgelerin gerçek olup olmadıklarını merak etmiyor. Ariel Şaron’un büyük bir hevesle Washington’a taşıyıp Bush’a şikâyet edercesine gösterdiği belgelerin şüpheli olduğu unutulup gidiyor.
“Şiddet şiddeti doğuruyor” genellemesi doğru gibi görünse de şiddet, kutsal topraklarda daha çok güçlünün güçsüze uyguladığı bir saldırı; hem de yıllardır. Rahat uyumak için başkalarının da uyumaması gerekiyor. İşgâl tüm hızıyla sürerken, İsrail gazeteleri terörden sonra bu kez de anti-semitizm paranoyasına kapılıyor, yaymaya çalışıyor. Avrupa’da neo-nazilerin öncülüğünde kundaklanan sinagogların faturası Filistinlilere ve Filistin’deki ayaklanmaya çıkarılıyor. “Filistinlilere destek verirseniz anti-semitizm artar” denmeye getiriliyor; sanki Avrupa’daki neo naziler Filistinlileri destekliyormuş ve sanki neo naziler Yahudi , Arap, Afrikalı, Türkiyeli ayrımı yapıyorlarmış gibi. The Guardian gazetesinden Seamus Milne “Yahudilerin, herkese yönelttiği anti-semitizm suçlaması aslında baskıyı mazûr gösterme çabasından ibarettir” diye yazıyor.
Ama, Türkiye’deki mitinglerde taşınan bazı pankartlar da açıkça anti-semitizmin izlerine rastlanıyor. Bazı İslâmi gruplar Filistin mücadelesi üzerinden anti-semitizm yapmaya çalışıyor; hattâ “Hitler’in haklı olup olmadığı”na varan pankartlar taşıyorlar. Din unsuru önemli olsa bile Filistin’de hâlâ ulusal bir mücadele verildiği bilinmezlikten geliniyor.
BEYTÜLLAHİM
Nativitas Kilisesindeki kriz devam ediyor. Beytüllahim’deki Arap mimarisinin örnek evleri, sokakları darmadağın edilmiş. Tank paletleri ile ezilmemiş araç yok denecek kadar az. Birçoğu da zevk için parçalanmış, delik deşik edilmiş izlenimi veriyor. Yani ortada tam bir vandalizm var.
Krizin çözülmesine birkaç gün var. O güne kadar ortada görünmeyen ve Amerika’nın yüksek çıkarlarını Beytüllahim’de de sürdüren CNN’in kıdemli muhabirlerinden, senior correspondet Water Rodgers içeride kalan Filistinlilerden biriyle telefon bağlantısı kuruyor ve dakikalarca aşağılıyor, kafa tutuyor, “dayılaşıyor”. Özetle, “pis Arap senin orada ne işin var. Ne hakkın var kiliseyi kırıp dökmeye, masum insanları rehin almaya” demeye getiriyor. Uzayıp gidiyor konuşma. Birkaç gün sonra kilisenin kapısı açıldığında yapılan vandalizmin İsrail askerleri tarafından sadece dış duvarlardaki kurşun delikleri olduğu ortaya çıkıyor. Filistinli polislerle Filistinli Rahipler sarılarak ayrılıyorlar. Bir başka CNN muhabiri ise Ramallah’ta sadece çevresinde olanları; Ramallah’taki işgâlin nelere yol açtığını anlatmaya çalışıyor. Filistin yanlısı haber yaptığı gerekçesiyle geri çekiliyor. Dünya medyasının “etik” değerler, tarafsızlık “abidesi” BBC’nin başka bir muhabiri İsrail tankının üzerinde giriyor Cenin Mülteci Kampına. Doğal olarak çok fazla şey söyleyemiyor.
İsrail, Beytüllahim’de Müslüman ve Hıristiyan Filistinlileri birbirlerine daha da yaklaştırıyor. Aralarındaki küçük çelişkileri ortadan kaldırmalarını sağlıyor. Çünkü Filistin, Müslümanlarla Hıristiyanların birlikte yaşamaya çalıştıkları ve bunu başarabildikleri sayılı ve son örneklerden birini oluşturuyor.
GAZZE VE BATI ŞERİA
Yeniden işgâl bir dönemin sonunun ilân ediyor. Oslo sürecine geri dönmek artık mümkün değil. Çünkü ne İsrail ne de Filistin birbirine güveniyor. Ama zaten bu yeni bir şey değil. İsrail-ABD eksenli politikanın ekseninde şimdi ne anlama geldiği belli olmayan Filistin yönetimindeki “reform” zorlaması var. Filistin’deki reformun anlamı Arafat’ı devirmek ve daha kolay ikna edebilecekleri bir “işbirlikçi” bulmak. Çünkü hem Filistin sorunu sadece Arafat’a indirgenmeyecek kadar karmaşık sosyal ve tarihsel koşullara sahip hem de Filistin’deki reformun gerçekleşmesi için bölgedeki taşların yerinden oynaması gerekiyor.
İsrail, Oslo süreci boyunca Filistin Yönetimi taviz verdiği oranda bütün zaaflarına göz yummuştu. Ama, şimdi çıkıp “yeni yönetim ve yeni liderlik” istiyor. Ve İsrail’e şu soru soruluyor: “Peki o zaman yıllardır niçin Filistin yönetiminin yolsuzluklarına ve anti-demokratik yöntemlerine göz yumdunuz?” Yanıtı Ha’aretz gazetesinden Tom Segev veriyor: “Şaron Arafat’sız bir reform gerekir derken aslında, yeni bir işbirlikçi aradığını söylüyor”.
Oslo sürecinde halkına pek de danışmadan hareket eden ve anlaşmayı dikte ettiren Arafat’a İsrail’in artık ihtiyacı yok. İsrail artık Arafat’ı sembolik bir lider olarak Filistin toplumunun başında görmek ve daha kolay ikna edebileceği isimler bulmak niyetinde. Yani İsrail, Filistin toplumundaki patlamanın dinamiklerini hâlâ kavrayabilmiş değil, belki de kavrama niyetinde değil. Arafat’a rağmen hiç kimsenin Filistin’de liderlik yapamayacağını bilmesine rağmen reform talebini Arafat üzerinden yapmaya çalışıyor. İşgâlde Filistin toplumunun desteğini tamamen arkasına alan Arafat’ı başka bir yolla zayıflatmaya çalışılıyor. Ortaya atılan isimlerden, Muhammed Dahlan, Jibril Rajoub gibi yeni liderlerin Arafat’a rağmen Filistin toplumunu sürükleyemeyeceği de biliniyor.
Ve önünde yerle bir olmuş şehirler, altyapısı ve insan malzemesi sıfırlanmış bir yönetim bulunan Arafat’ın karşısında hem kendi toplumu hem de İsrail-ABD ekseni var. Büyümesinde İsrail’in hatırı sayılır payı olan Hamas ve İslami Cihad gibi örgütlerin bölgede önemli bir tabana sahip olduğunu unutmamak gerekiyor. Üstelik İsrail tankları Batı Şeria’ya girdiğinde Hamas ve El Aksa Şehitleri Tugayı gibi örgütler savaşırken Arafat’ın güvenlik birimlerinin ortadan kaybolması hâlâ unutulmuş değil. Serbest kaldıktan sonra Cenin mülteci kampına “tepkilerden” korktuğu için gidemeyen Arafat bazı Filistinlilerin gözünde işgâl süresince iyi bir sınav veremedi.
Filistin Yönetiminin yeniden yapılanmaya, demokratik bir hukuk devletine ihtiyacı olduğu yadsınamaz. Ancak tüm bunların olabilmesi için hem Filistin hem de İsrail toplumundaki suların biraz durulması gerekiyor. Özellikle Filistin halkının ruhunun onarılması, Batı Şeria’nın yeniden inşa edilmesi, İsrail’in Batı Şeria’nın tamamından çekilmesi, intihar saldırılarının psikolojik, radikal İslam’ın da toplumsal desteğinin zemininin zayıflatılması gerekiyor. Ve Arafat değişecekse onun da onurunu yeniden kazanmış Filistin halkı tarafından değiştirilmesi gerekmektedir.
Ama tüm bunların olabilmesinin ön şartı Ariel Şaron gibi politikacıların da İsrail’in siyaset sahnesinden çekilmesi ve İsrail işgâlinin tamamen sona erip 1967 sınırlarına çekilmesidir.
İsrail’in ne anlama geldiği belli olmayan reform “çabaları” Kutsal Topraklarda yeni bir savaşı engelleyemeyecek gibi görünüyor. Çünkü, hayali bile kalmayan o kadar çok Filistinli var ki.
METE ÇUBUKÇU