Saddam Hüseyin’in devrilmesinin ardından Amerika hedeflerine yönelik gerilla saldırıları artarak devam etti. Amerikan işgâl yönetimi ilk aylarda bu saldırıların Saddam Hüseyin’e bağlı, eski konumlarını yitiren Baasçıların “umutsuz” çırpınışları olarak nitelendiriyordu.
2003 yılının sonlarında saldırılar hâlâ amatör içerikli, gruplar dağınık, işgâl güçlerine verdiği zarar nispeten azdı.
Ancak 2004 yılı ile birlikte direniş ivme kazandı. Gruplar tek bir merkezden yönetilmese bile kendi içlerinde örgütlenmeye, daha profesyonel eylemler gerçekleştirmeye başladılar; şehirler ve gruplar arasında iletişim kurulmaya başlandı. Bu dönemde direnişçilerin asıl hedefi Amerikan askeri ve Amerikan karargâhlarıydı. Halkın belli bölgelerde gözler görülür bir desteği yoktu.
Amerikan askerlerinin sınır tanımaz şiddeti ile Irak halkına karşı gayri insanî davranışına Irak Geçici Yönetiminin, “beceriksiz” politikaları da eklenince halkın direnişçilere verdiği destek arttı. Özellikle Sünni bölgelerinde Amerikan işgâline karşı duygusal karşı çıkış, fiziksel hale dönüştü. Birçok kişi farklı direniş gruplarına dahil olmaya başladı. 2004’ün bahar ve yaz aylarında sadece Sünni bölgelerinde değil, Şiilerin bulunduğu ülkenin güney kısmında da direniş yükseldi.
2003 yılının sonlarında saldırı sayısı bazı kaynaklara göre günde 40’a yükseldi.[1] Sünni bölgelerindeki direnişi, eski Baasçılar, eski Cumhuriyet Muhafızları ve Saddam Hüseyin’in paramiliter “fedayi” grupları sürüklüyordu. Bu gruplar Saddam Hüseyin’e bağlılıklarını belirtseler de, pratikte böyle bir bağlılığın direnişi devam ettirmek adına anlamı olmadığını farkındaydılar. Görece seküler olan bu gruplara 2004 yılının başlarında İslâm kimliği öne çıkaran yeni gruplar eklenmeye başladı. Muhammed’in Ordusu, Irak İslâmi Direnişi gibi oluşumlar bu dönemde ortaya çıktı. Aynı dönemde uygulanan geleneksel gerilla taktikleri yerini intihar saldırılarına bırakmaya başladı..
2004 yılının başına kadar özellikle Sünni üçgenindeki gruplar, ulusalcı ve Baasçıydı. Ancak, işgâlin her türlü eyleme açık bir alan haline getirdiği Irak’a radikal İslâmcıların sızması fazla zaman almadı. Ulusalcılar zayıflayınca doğan boşluğu “yabancı savaşçılar” olarak adlandırılan radikaller doldurdu, Irak’ta bazı bölgelerde inisyatifi ele geçirdi. Cezayir, Afganistan, Türkiye, Suudi Arabistan, Sudan ve daha birçok ülkeden Irak’a girenler yeni bir cihat alanı oluşturmuş durumda. Şu anda tahmini olarak 46-47 farklı gruptan söz ediliyor ancak ana ekseni oluşturanların sayısı 20’yi geçmiyor.
İslâmcı unsurların güçlerini arttırmasıyla birlikte saldırıların hedefi de değişti. Amerikan askerleri ile birlikte oluşturulmaya çalışılan Irak ordusunun askerleri, polisler ve ülkede bulunan yabancılar (gazeteciler, şoförler, yardım kuruluşu çalışanları) da hedefler arasına girdi. Amerikan’ın yönetimi Haziran ayında İyad Allawi başbakanlığında yeni hükümete devredip, askerlerini karargahlarına çekmesinin ardından Irak ordusuna asker alma şubeleri ve Irak ordu karargahları intihar saldırılarının hedefi oldu. Irak ordusu ve polisi içinde direnişçilerin hatırı sayılır etkisi olması, içeriden istihbarat almaları, bu grupların güçleri konusunda bilgi vermesi açısından önemli bir kıstas olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Filistin direnişinde Hamas, İslâmi Cihad gibi örgütlerin kullandıkları intihar saldırıları Irak coğrafyasında çok sık kullanılmaya ve gündelik hale gelmeye başladı. Öyle ki, bir süre sonra İslâmi örgütlerin bu tür eylemleri gerçekleştirmek için insan sıkıntısı çekeceğinden söz edilmeye başlandı.
Ancak, gazetecilere yönelik saldırılar direnişin “kararmasını” da beraberinde getirdi. İşgâlin başlarında Amerikan kuvvetleri tarafından sansüre uğrayan, öldürülen, büroları kapatılan gazeteciler bu kez direnişçilerin hedefi olmaya başlayınca haber akışı ve bilgi alma anlamında büyük handikaplar yaşandı, yaşanıyor. Artık Irak’ın içinde ne olduğuna dair bilgi almak ve bunu sağlıklı değerlendirmek gittikçe güçleşiyor. Gazetecilerin birçoğunun ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanan bu kampanya Irak’ta nelere olup bittiğine dair sağlıklı bilgi alınmasını da engelliyor. Diğer yandan gazetecilere ve sivillere, yardım kuruluşu çalışanlarına yönelik eylemler, farklı gerekçelerle olsa bile, tepki toplamaya direnişin “ahlâkı” konusunda soru işaretleri oluşturmaya başladı. Grupların çeşitliliği, sayılarının fazla olması, ama hepsinden önemlisi birçok örgütün “maskeler” arkasına gizlenmesi eylemlerin nitelikleri ve eylemleri gerçekleştirenlerin kimlikleri ile birlikte, direnişin “ne kadar temiz” olduğunu tartışılır hale getirdi.
İlk zamanlarda sayılarının 2 bin ile 7 bin arasında olduğu tahmin edilen direnişçilerin sayısının 20 binin üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Bunların 8 ila 12 binini çekirdek kadrolar oluştururken, aktif sempatizanlar ve örtülü faaliyet gösterenlerle birlikte bu sayının 20 bini aştığı söyleniyor. Saldırı sayısının ise günde 80 civarında olduğu tahmin ediliyor.[2]
ANA GRUPLAR
Irak’ta işgâle direnen gruplar önceleri Amerikan ve İngiliz askerlerini hedef alırken, 2004 başından itibaren sivil hedeflere yöneldi. Farklı ülkelerden, gazeteciler, şoförler, işadamları ve yardım kuruluşu çalışanları kaçırıldı ya da öldürüldü.
Irak’ta direnişi üç ana grubun yürüttüğü söylenebilir:
1. Şiiler (Mehdi Ordusu)
2. Sünni gruplar (Liberaller, Komünist Partisi’nden kopanlar, milliyetçi Araplar, Saddamcılar ve Saddamcı olmayan Baasçılar)
3. Radikal İslâmcılar (El Kaide bağlantılı Tevhid ve Cihat, 12 örgütü bir çatı altında toplayan Irak İslâm Ordusu, Felluce merkezli Ensar ül İslâm).[3]
İslâmcı örgütlerin ağırlık kazanması Irak direnişinin dönüm noktasını oluşturdu. Sünni bölgelerinde kurtarılmış alanlar ilân edilmeye, bazı kasabalarda hayatın İslâmi kurallara göre belirlenmesine, kızlarla-erkeklerin okullarda aynı sınıflarda okumaması yönündeki baskılara, hattâ cami imamlarının değiştirilmesini kadar vardı. Abu Musab el Zarkavi’ye bağlı Tevhid ve Cihad (ismi daha sonradan Irak’ın El Kaidesi olarak değiştirildi) örgütünün ağırlık kazanmasıyla intihar saldırıları da öne çıktı.
Daha çok yabancı savaşçılar olarak adlandırılan, bir kısmı savaş öncesi ülkeye giren, diğerleri işgâlle birlikte Irak’a akın eden radikal İslâmcılardan oluşan bu gruplar ağırlıklarını hissettirmeye başladılar. Böylece, Irak’ta birleştirici unsur olarak ön çıkan aşiretlerin yerine İslâm almaya başladı.[4]
Amaç, işgâle karşı mücadele etmekle birlikte, işgâl sona erse de yeni Irak’ı Afganistan tarzı bir yapıya çevirmekti. Bu tür gruplar Irak’ı yeni bir cihat alanı olarak ilân etmekle kalmayıp, ikna ve baskı yöntemleriyle toplumsal altyapıyı da oluşturmaya başladılar. İşgâl koşullarında ve Amerika’ nın her türlü baskısına açık olan Sünni bölgelerinde halkı İslâmi cepheye çekmek için çok da çaba harcamak gerekmiyordu. Amerika, İslâmcılar için açık bir cephe ve zemin oluşturdu Irak’ta. Örneğin, Felluce’yi Irak’ın Kandahar’ı ilân edenlerin yanı sıra, Felluce İslâm Emirliği başlıklı bildiriler yayımlayanlar da söz konusu. Felluce gibi bazı bölgelerde, tıpkı Afganistan gibi Taliban, mafya, gangster karışımı bir yönetim hâkimiyeti eline geçirdi. Ancak bu alan kavgası ve iktidar mücadelesi ileriki günlerde tüm bu grupların kendi aralarında hesaplaşmasına yol açacak gibi görünüyor. Bugün Felluce’ye bakıldığında kenti kimin kontrol ettiği, kentte kimin hâkim olduğu belli değildir. Birbirinden farklı onlarca hesaplaşmanın iki cephede birden yaşanması ihtimal dahilinde görülüyor. Birincisi, Irak’ın daha seküler direniş unsurları ile İslâmcı unsurlar arasında yaşanabilir ki bu ileriki günlerde İslâmı, bir yaşam tarzı olarak da empoze etmeye çalışan grupların tavırları belirleyecektir. Ayrıca, bölgedeki aşiretlerin hangi tarafa ağırlık verecekleri, çıkarlarına bağlı olarak saflaşmayı netleştirebileceklerdir.
İkincisi ise İslâmcı grupların kendi aralarındaki çelişkilerdir ki bu çelişkiler son zamanlarda özellikle eylem biçimleri nedeniyle giderek artmaktadır. Ensar ül İslâm, Tevhid ve Cihad gibi örgütlerin eylemleri (rehin alma, kafa kesme, sivilleri öldürme) farklı dinî merciiler tarafından eleştirilmektedir. Mısırlı din adamı Yusuf el Kardavi, Cezayir’deki İslâmi Selamet Cephesi (FİS) lideri Abbas Medeni, Lübnan’daki büyük Ayetulah Hüseyin Fadlallah benzer görüşleri paylaşıp, İslâm’da sivillerin eylemlere alet edilmesine, kaçırılmasına ve öldürülmesine yer olmadığına dair görüş ve fetvalar yayımlamışlardır.[5]
HESAPLAR FARKLI
Direnişçilerin iki amacı var. Amerikan güçlerine yapılan her türlü lojistik desteği kesmek ve ekonomik kaynak yaratmak. İşin içine para girince durum değişiyor. Tevhid ve Cihat benzeri gruplar kafa kesme gibi vahşi eylemleri direniş zannederken, sipariş eylemler de başlamış durumda. İşgâlin ardında hapishanelerden sokaklara bırakılan binlerce adi suçlu kendilerine direnişçi süsü veriyor. Yabancılar kaçırılıyor ve belli paralar karşılığında başka gruplara devrediliyor. Türkiyeli şoförler dahil, İtalyan yardım kuruluşu görevlileri, gazetecileri kimlerin kaçırdığı, öldürdüğü çok net değil. Dolayısıyla, mafyanın da adam kaçırma işine bulaştığı söylenebilir. Irak’ta tek bir savaş, sadece Iraklıların Amerikalılarla hesabı yok. İç içe savaşlar söz konusu. Herkes Amerika’ya karşı hesabını Irak’ta görüyor; istihbarat servisleri de harıl harıl çalışıyor.
Birçok ülke Amerika’dan siyasî ve ekonomik rövanş almak için Irak’ı kullanıyor. Dolayısıyla sipariş eylemler de burada devreye giriyor. Çünkü kimse diğer ülkenin ya da şirketlerin Irak’tan pay kapmasını istemiyor. Dolayısıyla, adam kaçırma ve öldürme eylemlerinin hepsinin direnişçiler tarafından yapıldığını söylemek hayli zor.
DİRENİŞ DEVAM EDER
Diğer yandan bir süre sonra Irak’ın yerli unsurları ile radikal İslâmcılar arasında çelişkilerin artması da söz konusu. Çünkü amaçlar farklı. Iraklı direnişçiler Amerikan işgâline son vermeyi amaçlarken, İslâmcılar Irak’ı yeni Afganistan ilân etme peşinde. Ama tüm olanlara baktığımızda karşımıza tek bir manzara ve bu manzaranın tek bir açıklaması ve sorumlusu var: Amerikan işgâli. Çünkü, Saddam Hüseyin’i El Kaide ile bağlantılı olmakla suçlayan Amerika, işgâlle birlikte radikal İslâmcılar için mümbit bir alan yarattı. El Kaide-Irak bağlantısını kurmayı “başardı”.
Irak’ta Arap milliyetçiliği ile radikal ya da cihatçı akımların oluşturduğu hareketlerin karışımı, bir format olarak karşımızda durmakla birlikte bu iki akımın direnişi birlikte yürütüp yürütemeyeceği önümüzdeki günlerde belli olacak.
Irak’ta direniş daha karmaşıklaşarak devam edeceğe benziyor. 2005 yılının başlarında yapılması planlanan seçimlerin saldırıları durdurmaya çare olup olmayacağı bilinmiyor. Seçimlerde belli bölgelerin (Sünnilerin) dışarıda bırakılması durumunda saldırıların sona ermeyeceği ortadadır. Ortada olan bir başka konu ise radikal İslâmcı grupların daha uzun yıllar Irak’ta varlıklarını sürdüreceğidir.
METE ÇUBUKÇU
[1] Steve Negnus, “The Insurgency Intensifies”, Middle East Report: 232, 2004.
[2] New York Times, 21.10.2004.
[3] Mete Çubukçu “Irak’ta kim ne yapıyor?”, Birgün gazetesi, 5.10.2004.
[4] Pepe Escobar, Precision-strike democracy, Asian Times.com.
[5] Sefer Turan, “Irak’ta Silahlı Gruplar”, Radikal gazetesi, 5.10.2004.