KKTC: 20 Şubat Seçimlerinin Ardından

KKTC’de 20 Şubat seçimleri, ‘CTP-Birleşik Güçler’in ezici üstünlüğü ile sonuçlandı.% 45’lere varan oy oranı ile rakiplerine büyük fark atan ‘CTP-Birleşik Güçler’, önümüzdeki dönemde 50 sandalyeli KKTC Meclisinde 24 milletvekili ile temsil edilecek.

Bu tablonun geri kalanını ise, % 31.67 oy oranı ve 19 milletvekili ile UBP (Ulusal Birlik Partisi), %13.47 oy oranı ve 6 milletvekili ile DP (Demokrat Parti) ve %5.84 oy oranı ve 1 milletvekili ile BDH (Barış ve Demokrasi Hareketi) tamamlıyor. Bu sonuçlar ışığında kesin olan önümüzdeki dönemde de şu anda olduğu gibi ‘CTP-Birleşik Güçler-Demokrat Parti’ koalisyonunun devam edeceği. Bu koalisyonda, seçimden büyük zaferle çıkan ‘CTP-Birleşik Güçler’ belirleyici olacak gibi görünse de, milletvekili dağılımındaki sayısal azizlik DP’ye bir vazgeçilmezlik şansı tanıdığından, gücüne de görece bir fazlalık yüklüyor. Bu iki siyasal parti arasındaki dengenin nasıl kurulacağı ya da zayıf bir ihtimal olsa dahi başka senaryoların gündeme gelip gelmeyeceği önümüzdeki günlerde belirli olacak. Ancak seçim sonuçlarının, salt milletvekili dağılımlarının sayısal oranlarından ve bunların hükümet modellerine yansımalarından çok daha fazla ve farklı anlamlar içerdiği de kesin.

Siyasî tarihimizde geriye dönük olarak yapılacak bir muhasebede, çok yakın dönemlere kadar ‘resmî tez’ tarafından ciddi bir tehlike olarak görülen, gücü ve örgütlü yapısıyla da en çok CTP tarafından temsil edilen muhalif siyasal zihniyetin, nasıl saldırılara uğradığı ve suçlandığı kolaylıkla ortaya çıkacaktır. Uzun yıllar devam eden toplumlar arası görüşmelerde, 1977-79 doruk anlaşmalarında ve ilgili uluslararası siyasal kurumların söylemlerinde iki bölgeli, iki toplumlu federal bir Kıbrıs’ın, ‘Kıbrıs Sorunu’nda ortak bir çözüm hedefi olarak tespit edilmesine rağmen, son kertede bağımsız ve egemen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin sonsuza dek yaşatılmasını öngören ‘resmî tez’, bu anlayıştan hareketle, Kuzey Kıbrıs’taki siyasal yapıyı bu temel eksen üzerinden ikiye bölerek, bu görüşü savunanlar (kabûl edenler) ve buna karşı çıkanlar (red edenler) ayrımını ortaya koymuş ve gereğini yapmıştır. Bir başka ifadeyle, sistem, ‘resmî tez’i savunanları kendi içine kabûl etmiş, bu tez etrafında yoğunlaşanları ve destekleyenleri geniş olanakları ile beslemiş, karşı çıkanları ise adeta sistemin dışına atarak ya da sistemin izin verdiği oranda yaşam hakkı tanıyarak (sistemle kuşatarak) baskılamış ve perişan etmiştir. Ülkenin siyasal haritasında ise bu büyük bölünme ‘resmî tez’i savunan Ulusal Birlik Partisi (UBP) ile onun karşısında yer alan Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) biçiminde somutlaşmış, zaman zaman bu büyük ikili bölünmenin kendi içlerinde ayrı ayrı alt bölünmeler yaşansa ya da yeni eklemlenmeler olsa da bu gerçeklik pek değişmemiştir.

Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu dünyası ile de uygunluk gösteren bu tablo içinde gelişen Kuzey Kıbrıs’taki siyaset ve demokrasi kültürü, uluslararası güçler ve devletler bir yana, ülkenin yaşam musluklarının ve denetiminin son kertede Türkiye tarafından kontrol edilip belirlendiği gerçekliğinden de nasibini yeterince almıştır. Bu gerçeklik, Kıbrıslı Türklerin siyasal ve demokratik tercihlerinde ve mücadelelerinde giderek, iradelerinin asla belirleyici olamayacağı umutsuzluğu ile siyasete ve demokratik mücadeleye olan inançlarını büyük oranda yitirmelerine yol açarak, ya bir kayıtsızlık içine girmelerine ya da sistemin nemalarından yararlanabilmek için güçlüden yana tavır almalarına neden olmuştur. Kıbrıslı Türklerin siyasal-demokratik tepki ve bilinçlerine büyük oranda hâkim olan bu ‘kayıtsızlık-fırsatçılık’ sarmalı ise, bir yandan yerleşik sistemi yeniden üreten ve kalıcılaştıran bir sürecin yaşanmasına yol açarken, bir yandan da ‘resmî tez’i savunan ve sistemin olanaklarını elinde tutan Ulusal Birlik Partisi’ni ve yine bu tezin vazgeçilmez savunucusu Rauf Denktaş’ı, her dönem iktidarın değişmez sahipleri haline getirmiştir. Aynı anda var olan cılız toplumsal muhalefetin en eski, en güçlü ve örgütlü yaratıcısı konumunda olan CTP ise, yönetim kadrosunun sahip olduğu sol eğilimlerin yansımalarını da taşıyan bir siyasal duruş sergilemeye çalışırken; bu duruşunu kimi zaman dönemsel siyasal koşulların evrensel-yerel etkileşimleri, kimi zaman da aktüel gerçeklikler ışığında ‘Barış’, ‘Anti-emperyalizm’, ‘Bağımsız Kıbrıs’, ‘Bağımsız Bağlantısız Üslerden Arınmış Kıbrıs’, ‘Federal Kıbrıs’ vb. temel hedeflerde somutlaşan ve değişkenlikler gösteren siyasal bir mücadele içinde sürdüregelmiştir. Soğuk Savaş döneminin koşulları içinde, uluslararası sistemin ‘Kıbrıs’ın bölünmüşlüğü’ ile olan doğrudan ya da dolaylı çıkar ilişkisi ve Türkiye ve Yunanistan’ın ada üzerindeki vazgeçilmez etkileri ise, CTP’nin bu ‘romantik’(!) sol söylemlerini marjinal ve değişken talepler haline dönüştürürken, yine CTP’nin sistem içinde varoluş kaygıları da sol duruşundaki ısrarlılığını dengeleyerek onun aynı anda sistem içinde kısmi reformlarla yetinmesini de teşvik eder olmuş, bu ikircikli tavır ise Kuzey Kıbrıs’ta sol düşünce ve siyaset adına hem CTP içinde zaman zaman bölünmeler ya da kopmalar yaşanmasına ve hem de CTP dışında yeni siyasal-sivil oluşumların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Sonuçta ülkenin siyasal-demokratik yaşamı, büyük oranda dışarıdan belirlenen ve ‘Millî Dava’ kutsiyeti ile anlam bulan ‘resmî tez’ ile buna karşı duranların konumlanışlarında hayat bulan bir karakter göstererek süregelmiş; siyasal-demokratik kültür de ağırlıklı olarak bu belirlenişin izlerini taşıyarak, ‘kayıtsızlık-çıkarcılık’ dürtülerinin hâkim olduğu toplumda ahlâken ciddi zaaflara yol açmış, siyaset ve demokrasi adına tuhaf bir oyun sahnelenip durmuştur. Bu oyun içinde CTP ve diğer muhalif kesimler ve bir avuç yandaşları ise sürekli suçlanan tehlikeli unsurlar olarak telakki edilmişler; sistemle ters düştükleri anda cezalandırılmışlar, sisteme uyum gösterdikleri zamanlarda ise varlıklarına tahammül gösterilmiş, ama hep büyük kuşatma altında tutularak, bu değişmez siyasal çizgide sürekli ‘gel-git’ler yaşanmıştır.

20. yüzyılın sonlarına doğru iki kutuplu dünyanın ortadan kalkması ve Soğuk Savaş döneminin sona ermesi, uluslararası düzeyde yerleşik paradigmayı değiştirirken; Avrupa Birliği’nin hem Kıbrıs’ın tümünü kapsayan ve hem de Türkiye için temel siyasî bir hedef halini alması, Kıbrıs eksenli geleneksel siyasal parametreleri de ortadan kaldırmıştır. Uzun yıllar tartışılmaz bir temel olarak kabûl edilen, siyasal-toplumsal konumlanışı belirleyen ve mevcut statükonun korunmasını hedefleyen ‘Millî Dava’, özellikle Türkiye’de AKP’nin iktidara gelmesinden sonra mahiyet değişikliğine uğramış ve bu kez ‘AB’ hedefi Türkiye’nin ve onun denetlediği Kıbrıslı Türklerin de ortak hedefleri haline gelerek adeta yeni ‘Milli Dava’ olarak kabûl edilmiştir. Bu değişiklik Kuzey Kıbrıs’ta statükonun devamından yana olan ve sırtını Türkiye’ye dayayan geleneksel siyasetleri ve bu siyasetlerin başı Rauf Denktaş’ı geçersiz kılmaya başlarken; ‘Barış, Çözüm ve Avrupa Birliği’ mücadelesi ekseninde biraraya gelen ve tarihsel konumu itibarıyle de CTP’nin ağırlık merkezini oluşturduğu geniş toplumsal muhalafeti kucaklayan siyaseti ön plâna çıkarmıştır. Bu önemli tarihsel dönemeçte farklı siyasal kesimlerden biraraya gelen geniş toplumsal kesimleri büyük oranda yalnız başına kucaklamayı başaran CTP, bu başarısını, hem sistemle çelişki oluşturan sol eğilimlerini terk ederek, hem bünyesine kattığı yeni ve popüler güçlerle ‘CTP-Birleşik Güçler’ halinde genişleyip esneyen bir yapıya bürünerek sağlamıştır. Bu yeni yapılanmada kapsam ve sınırlarını ‘ne sağ ne sol, halk ile elele’ sloganı ile belirleyen ve bu anlamda aday listelerini popüler isimlerle takviye eden CTP; aynı anda yıllardır yasal konumlarının ne olacağı endişesiyle ‘resmî tez’e yaslanan Türkiye kökenli vatandaşların bir bölümünün de olsa güvenlerini kazanacak söylemlerini geliştirmekten de geri durmamıştır. Bir başka ifadeyle ‘CTP-Birleşik Güçler’ adıyla sistemi rahatsız eden sivriliklerini törpüleyen ve geniş bir toplumsal muhalefeti kucaklayarak dönüşüme uğrayan eski CTP, içeride farklı toplumsal kesimleri kendi çatısı altında toplarken, artık AKP İktidarı nedeniyle kendisi de dönüşüme uğrayan Türkiye siyaseti ve kamuoyu ile de ciddi bir uyum içine girmeyi ve oradan onay almayı da başarmış, bu arada aynı siyasal hedefte birleşen uluslararası siyasal konjonktür ve sistem tarafından da tercih edilir olmuştur. Bu yeni yapılanmanın güç hanesine aynı anda eklenen iç dinamikle dış dinamik, ‘CTP-Birleşik Güçleri’ siyasal bir çekim merkezi haline getirmiştir. Nitekim arkasına aldığı güçlü rüzgârla 2003 Aralık seçimlerine giderken, farklı siyasi-sivil kesimlerin ortak talebi olmasına karşın seçime diğer ‘Barış Güçleri’ ile ittifak kurarak katılmak yerine, seçim sonrası ortak hareket etme deklarasyonu imzalamakla yetinerek yalnız başına katılan ‘CTP-Birleşik Güçler; seçim sonrasında da ortak deklarasyonun gereklerine uymak ve Meclisteki diğer ‘Barış Güçleri’ ile ittifak kurmak yerine, Demokrat Parti ile ittifak kurmayı tercih ederek, ‘CTP-Birleşik Güçler’ -Demokrat Parti’ Koalisyonunun büyük ortağı olarak iktidara gelmiştir. ’CTP-Birleşik Güçler’ adına ilk sıçrayışın gerçekleştiği onbir ayı aşacak bu iktidar sürecinde, bir yandan 24 Nisan referandumunun gerçekleştirilmesine katkı yapılarak ‘evet’ yönünde çalışmalar sürdürülürken, diğer yandan da hem iç siyaset ve hem de dış siyasette ses getirecek adımlar atılmaya çalışılmıştır. 24 Nisan Referandumu’nda her iki kesimden de ‘evet’ oyunun çıkmamış olması, 1 Mayıs 2004’te ‘Birleşik Kıbrıs’ın bir bütün olarak Avrupa Birliği’ne girişini gerçekleştirememiş olsa da, Kıbrıslı Türklerin %65’lere varan ‘evet’ oylarının gerek Avrupa Birliği ve gerekse ABD çevrelerinde yarattığı olumlu etkiler, koalisyon hükümetine belirli bir hareket alanı sağlamış, Başbakan Mehmet Ali Talat’ın AB ve ABD yetkilileri ile sembolik de olsa görüşmeler yapmasına imkân tanımış, ‘izolasyonların kaldırılması’, ‘doğrudan ticaret’, ‘yeşil hat tüzüğü’, ‘Kıbrıslı Türklere yönelik yardımlar’ vb. gibi geçmiş dönem politikaları ile ciddi farklılıkları içeren ilişki ve argümanların gündeme gelmesine yol açmıştır. Bunlara ilâveten, gerek sınırların açılması nedeniyle gelişen kısmi ticaret, gerek turist akışındaki artış ve gerekse özellikle inşaat sektöründe ciddi hareketlenme ekonomik anlamda bir canlanmaya yol açarken, bütün bu gelişmelerin toplumsal hayata görece bir refah artışı olarak yansıması da, yine geçmiş dönemdeki toplumsal yaşamla yeni dönemdeki toplumsal yaşam arasında, ikincisinin lehine önemli bir fark yaratmıştır. Bütün bu farklılık içeren gelişmelerin toplum indinde yarattığı olumlu hava ise, referandum öncesi DP lideri Serdar Denktaş’ın ‘hayır’ oyu kullanacağını açıklaması ve kendi tabanına da böyle bir mesajı aktarmış olması nedeniyle, ‘Çözüm ve Avrupa Birliği’ hedefinde hareketlenen geniş toplumsal kesimlerde, bu partiye karşı güvensizliği arttırırken, güven ve destek ağırlıklı olarak ‘CTP-Birleşik Güçler’ hanesine artılar olarak yazılmıştır. Bu arada ‘CTP-Birleşik Güçler’le diğer ‘Barış Güçleri’ arasındaki ilişkiler ise; iktidarın büyük ortağı olarak politik duruş ve tercihlerini sistemle çatışmak değil uzlaşmak üzerine oturtan ve bu nedenle de sistem tarafından artık kabûl edilmiş olan ‘CTP-Birleşik Güçler’le, sistemle sorun yaşayan ve kabûl edilmeyen diğer ‘Barış Güçleri’ arasında sürekli genişleyen ve giderek çatışmayla doldurulan bir boşluk yaratmış ve başlangıçta kurulan dolaylı da olsa ittifak, 20 Şubat seçimlerine yaklaştıkça tümden ortadan kalkmıştır. Sol argümanlar üzerinden de sürdürülen tartışmalar ise sol adına bir zihniyet karmaşasından öteye gidememiştir...

20 Şubat seçimleri, 2003 Aralık seçimlerinde ilk sıçramasını yapan ‘CTP-Birleşik Güçler’in dev bir adıma dönüştürdüğü zaferi ile sonuçlanmış, % 45’lere varan oy oranı ile Meclis’teki milletvekili sayısını 24’e çıkarmıştır. Annan Plânı ile gündeme gelen geniş tabanlı toplumsal muhalefetin geriye kalan ve sol argümanlar üzerinden siyaset üreten diğer kesimleri ise, seçimi boykot etmek ve içi yeterince doldurulmamış sol ağırlıklı argümanlarla yetinmek ikilemi içine sıkışarak marjinalleşirlerken, ‘CTP-Birleşik Güçler’ bu cephenin tek sahibi haline gelmiştir. Bugün gelinen noktada, 35 yıllık zorlu ve sıkıntılı tarihi boyunca geliştirdiği farklı sol söylemler arasında savrulup duran CTP, 2003 Aralık seçimleri öncesinde ‘CTP-Birleşik Güçler’ biçiminde olgunlaşan yeni siyasal yapısıyla artık geniş kitleler ve sistem tarafından kabûl gören bir kitle partisidir ve sistemle bir sorunu kalmamıştır. O kadar kalmamıştır ki, hem yıllardır üzerine ölü toprağı serilen ve siyaset karşısında kayıtsızlık sergileyerek adeta kaderine razı bir halde statükoya teslim olan geniş kesimlerde, o statükoyu değiştirme yönünde bir irade ve güven duygusu yaratabilmiş ve onları yanına çekmiştir ve hem de yıllarca sistemin hâkim gücü olan statüko partilerine yamanarak var olan kesimler karşısında, sistemin yeni güç merkezi haline gelerek onlardan da destek alabilmiş ve sonuçta en güçlü siyasî parti haline gelmiştir... 20 Şubat seçimlerinden büyük bir güç kazanarak çıkan ‘CTP-Birleşik Güçler’in, 17 Nisanda gerçekleşecek olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanacağı da şimdiden kesin görünmektedir.

‘Çözüm ve AB’ hedefini temel siyaseti olarak gören ve bu siyasetini toplumun farklı kesimlerinin ortak talepleri ile örtüştüren bu partinin, bugün itibariyle (22 Şubat 2005) bir koalisyona mahkûm görünen hükümet içinde neler yapabileceği ise ciddi bir merak konusudur. Partiye yakın etkili çevrelerin ve kurmayların izlenecek olan siyasetleri ‘makûl olan’la sınırlandırma eğilimleri, sistemle ve AKP iktidarı ile flört halinde olmaları gerçeği göz önüne alındığında anlaşılabilir olsa da, siyasetin ‘mümkün olanı’ ve ‘mümkün olanın ötesini zorlama’ gibi seçeneklerinin de olduğu düşünülünce, ‘makûl olma’ kaygısı gelecek adına kimi endişeleri de yaratmıyor değildir. ‘Makûl olan’ın köklü değil daha çok geçici ya da tamir edici özellikler taşıyor olmasının siyaseti ara hedeflere sıkıştırma tehlikesi içermesi bir yana, bu makûliyet içinde Kıbrıslı Türklerin AB maceralarının Türkiye’nin AB’ye girişine kadar ertelenebileceği ya da Türkiye’nin AB’ye katılımı yolunda Kıbrıs’ın bir koz olarak kullanılabileceği yorumlarının farklı kesimler tarafından ifade veya ima ediliyor olması ise bu siyaset konusundaki endişeleri daha da arttırmaktadır..

Evet ‘CTP-Birleşik Güçler’ 20 Şubat seçimlerinin mutlak galibidir. Bu galibiyet öncelikle geleneksel statükocu siyasetlerin artık son bulduğunun da ifadesidir ve zaten seçim sonuçlarının açıklandığı gece UBP genel sekreterinin ‘artık politikalarımızı gözden geçirmek zorundayız’ ifadesi de bu gerçeğin tescilidir.. CTP-Birleşik Güçler’in seçim zaferinin bir başka sonucu ise arkasında sol bir boşluk bırakmasıdır. Bu boşluğun nasıl doldurulacağı, ya da doldurulup doldurulamayacağı ise önümüzdeki dönemlerde tartışılacak bir başka konudur.

HAKKI YÜCEL