Magna Carta Liberdatum’dan (1215) bu yana yönetenler ile yönetilenler arasındaki hukuku düzenleyen birçok “sözleşme” yapılmıştır.
İnsanların haklarını tanımlayan ve teminat altına almaya çalışan bu belgelerin en gelişmiş örneği, 1948’de kabul edilen BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi olmuştur.
İnsanlığın haklar ve özgürlükler uğruna verdiği mücadele boyutlandıkça, Bildirge’de yer alan açılımlar yetersiz kalmaya başlamıştır. Hemen her başlık kendi özgül alanında yeni tanımlarla, yeni haklarla genişlemiş ve gelişmelerin, mücadelelerin birikimleriyle yeni sözleşmelere dönüşmüştür.
Zamanla toplum içinde etnik köken, cinsiyet, renk, sınıfsal farklılıklar nedeniyle farklı konumda bulunanları tanımlayan ve haklarını biçimlendiren sözleşmeler gündeme gelmiştir.
Ancak bir kesim, toplumda fark edilmediği, fark edilemediği için yakın zamana kadar farklılığının gerektirdiği ölçüde haklar ve özgürlükler tanımlamasının içinde yer alamamıştır.
Bu kesim fiziksel veya zihinsel yetersizliği olanlar, yeti kaybına uğrayanlar, hastalıkları süreklilik kazananlardan oluşan “engelli”lerdir.
Bütünden kaba çizgilerle ayrılanlar toplum içinde gizli veya açık bir dışlanmaya muhatap olmakta, günlük yaşamda çoğunluğun sahip olduğu haklardan yararlanamamak olgusuyla karşı karşıya kalmaktadırlar.
Ayrımcılık bir insan hakkı, özgürlük ihlali yaratan olgu olarak geçmiş yıllarda ağırlıklı olarak renk, cins ve etnik köken temelinde gündemde olmuştur. Engellilerin yaşadığı ayrımcılık ise daha yeni farkında olunan, yeni tanımlanan ve sözleşmelerde kendisine yer bulabilen bir konudur.
Engellilerin haklarını, özgürlüklerini tanımlarken ayrımcılık önemli bir noktadır, çünkü yaşanılan hemen her hak ihlalinde başat bir konumda bulunmaktadır.
Sorunu yeni keşfetmeye başlayan bir toplum için engellilerin gündeme taşınması, sorunun haklar, örgütlenme ve mücadele düzleminde ele alınması artık kaçınılmaz bir zorunluluk halini almıştır.
Henüz emekleme safhasındaki mücadelenin ve engellilerin görünür kılınması, daha iyi yaşam koşullarına kavuşturulması hedefinin ancak solun üreteceği politikalarla sağlanabileceğine inandığımız için bu tartışma açılmıştır.
ENGELLİLER VE TEMEL SORUNLARI
Toplumun bütünü açısından bakıldığında engelliler görünür olmayan bir kesimdir. Kaç kişi oldukları, neden engelli oldukları, sorunlarının kaynağı ve çözüm yolları kapsamlı olarak irdelenmemiştir.
Bugün Türkiye’de engellilerle ilgili temel veriler, 2002’de yapılmış bir araştırmaya dayalıdır. Çünkü engelliler nüfus sayımlarında dikkate alınmamıştır, alındığı dönemlerde de ailelerin sakladıkları bir sır olarak kalmıştır.
2005 yılında çıkarılan 5378 sayılı Yasada engelli şöyle tanımlanır:
“Doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerinin çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişi”dir.[1]
Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın istemi üzerine Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yaptırılan araştırmaya göre, toplam nüfusun yüzde 12.29’u engellidir.[2] 2007 yılı sonuna göre araştırmada tespit edilen oran üzerinden hesaplandığında engelli nüfusumuzun 8.675.051 kişi olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.[3] Elbette bu yalnızca bir tahmindir.
5378 sayılı Yasa’da belirtilmemiş olmakla birlikte engelliler alt gruplara ayrılmaktadır. TÜİK araştırmasında bu gruplar ortopedik, görme, dil ve konuşma, zihinsel ve süreğen hastalıklar olarak sıralanmıştır.[4]
a- Engellilerin çoğunluğunu süreğen hastalar oluşturuyor: Gruplara göre ayırdığımızda engellilerin çoğunluğunun yüzde 9.70 oranı ile süreğen hastalardan oluştuğunu görmekteyiz. “Kişinin çalışma kapasitesi ve fonksiyonlarının engellenmesine neden olan, sürekli bakım ve tedavi gerektiren hastalıklara, süreğen hastalık denilmektedir.[5] Diğer engelli gruplarının toplam olarak oranı yüzde 2.78 düzeyinde kalmaktadır. Bunlar içinde yüzde 1.25 oranı ile ortopedik engelliler ilk sırayı almakta, görme, zihinsel, dil ve konuşma ve son olarak işitme engelliler gelmektedir.[6]
b- Engellilik önlenebilir bir sorundur: Engellileri yaşları itibariyle değerlendirdiğimizde, genel nüfus yapısı genç olarak nitelenebilecek bir özellik gösterirken, engellilerin çocuk ve genç nüfus içinde oranının düşük olduğu anlaşılmaktadır. Genel nüfus içinde 0-14 yaş grubundakilerin oranı yüzde 29.7 iken aynı yaş grubundaki engellilerin oranı yüzde18.9’da kalmaktadır.[7]
Engelliliğin oluşma nedeni -sanılanın aksine- doğuştan değil, büyük çoğunlukla sonradan geçirilen kazalara veya hastalıklara bağlıdır. Süreğen hastalıkların dışındaki engelli gruplarının ele aldığımızda ortopedik engellilerin yüzde 73.30’u, görme engellilerin yüzde 76.32’si, işitme engellilerin yüzde 67.10’u, dil ve konuşma engellilerin yüzde 50.16’sı ve zihinsel engellilerin yüzde 49.89’u sonradan engelli olmuştur.[8]
Sonradan meydana gelen engelliliğin -ortopedik engelliler ayrı tutulursa- işitme engellilerde yüzde 58.44, zihinsel engellilerde yüzde 54.98, görme engellilerde ise yüzde 47.38 oranında hastalığa bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Ortopedik engellilerde ise kazalara bağlı engellilik yüzde 41.17 oranında, hastalığa bağlı engellilik ise yüzde 41.20 oranındadır.
Bu verilerden hareket ettiğimizde ağırlıklı olarak ilerleyen yaşlarda ve sonradan ortaya çıkan engelliliğin doğru politikalarla önlenebilir, azaltılabilir bir olgu veya sorun olduğu sonucuna varabiliriz. Doğuştan engelli olanların nedenlerine yönelik olarak değerlendirme yapıldığında yine yukarıdaki tezi destekler verilerle karşılaşmaktayız. En fazla karşılaşılan neden yüzde 16.96 ile 23.42 oranında genetik ve kalıtsal bozukluktur.[9]
c- Engellilerin önemli bir kısmı en temel hizmetleri alabilme olanağından yoksundur: Engelliler başta fiziki çevre koşullarının yetersizliği ve uygunsuzluğu nedeniyle birçok temel haklarından yararlanamaz durumdadır.
Örneğin ülke genelinde okur-yazarlık oranı yüzde 95’e yaklaşırken, engellilerde bu oran yüzde 60’lar düzeyinde kalmaktadır.[10] Engelliler içinde ilkokulu tamamlayanların oranı yüzde 40.9 ve ortaokul veya dengi meslek okulunu tamamlayanların oranı ise yüzde 5.6’dır. Engellilerin yarısından azı zorunlu temel eğitimini tamamlayabilmektedir. Liseyi tamamlayabilen engellilerin oranı 6.9 iken, yüksek öğrenimde yüzde 2.4’e kadar gerilemektedir.
Çalışma hakkının kullanımı yönünden engellilerin durumunu incelediğimizde ise çoğunluğun istihdam dışında kaldığını söylemek mümkündür. Türkiye genelinde işgücüne katılım oranı 2006 verilerine göre yüzde 48’dir.[11] Buna karşılık süreğen hastalığı olan vatandaşlarımızın işgücüne katılımı yüzde 22.8 düzeyindeyken, diğer engelli gruplarında bu oran yüzde 21.7’e düşmektedir.
Engellilerin iş aramaktan vazgeçme nedenlerinin başında çalışamama faktörü gelmektedir. Görme engellilerde yüzde 15 dolayında olan bu oran, zihinsel engellilerde yüzde 64’e çıkmaktadır. Buradaki çalışamazlık, iş yapabilme becerilerinden daha ziyade işe, işyerine erişememeye bağlı olarak görülebilir.[12]
Durumları gereği en fazla yararlanmaları gereken sağlık hizmetlerinden yararlanabilen engellilerin oranı yüzde 55.7’dir. Yine engelliler açısından önemli bir başka konu olan bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinden yararlanabilen engellilerin oranı yalnızca yüzde 5.9’dur.[13]
Her koşulda engellilerin içinde bulundukları koşulların İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yer alan haklardan yararlanamadıklarını, bu anlamıyla yine Bildirge’nin 7. maddesinde belirtilen “Kanun önünde herkes eşittir ve farksız olarak kanunun eşit korumasından istifade hakkını haizdir.”[14] hükmünün de geçerli olmadığı söylenebilir.
d- Yoksulluk ve engelliler üzerindeki etkileri: Türkiye’deki en önemli sorunların başında gelir adaletsizliği ve yoksullaşma gelmektedir. TÜİK’in 2004 yılı verileri üzerinden yaptığı bir çalışmada şu tespitler yer almaktadır:
“Türkiye’de fertlerin yaklaşık % 1.29’u yani 909 bin kişi sadece gıda harcamalarını içeren açlık sınırının, % 25.6’sı yani 17.991 bin kişi ise gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Kişi başı günlük harcaması satın alma gücü paritesine göre 1 doların altında kalarak yaşamlarını sürdürenlerin oranı %0.02 yani yaklaşık 11 bin kişi olarak hesaplanmıştır.”[15]
Bu yoksulluk ortamında, büyük bölümü yoksul olan engellilerin geçim sıkıntısı içinde olacağı da üzerinde durulması gereken bir konudur.
5378 sayılı Yasa ile “2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun”a eklenen bir madde ile bakacak kimsesi olmayan ve herhangi bir sosyal güvenlik şemsiyesi altında bulunmayan engelliler için maaş bağlanması öngörülmüştür.[16]
Her yıl bütçe yasasıyla altı aylık dönemler halinde belirlenen katsayı ile bağlantılı olarak iki kademe halinde belirlenen bu aylıklar 2008 yılının ilk altı ayı için en az 153, en çok 229 YTL’dir.
Türk-İş tarafından yapılan tespitlere göre dört kişilik ailenin açlık sınırı 696 YTL, yoksulluk sınırı ise 2.269 YTL’dir.[17] İş bulma olanağı olmayan ve tek başına yaşamak zorunda olan bir engelli ancak açlığını giderebilecek bir aylık alabilmektedir. Araştırmaya göre belirlenmiş yoksulluk sınırının ise yaklaşık 4 kat altında kalmaktadır.
ENGELLİLERE YÖNELİK TEMEL İNSAN HAKKI İHLALİ: AYRIMCILIK
Engelliler ister İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yer alsın, isterse Anayasa’da belirtilsin temel hakların büyük çoğunluğundan yararlanamamaktadır. Bunun gerisinde engellilere yönelik ayrımcılığın bilinçli veya bilinçsiz biçimde yer aldığını söylemek pek abartı olmayacaktır.
Uluslararası sözleşmelerde, bildirgelerde, anayasalarda, yasalarda ne kadar aksine hükümler bulunsa da engelliler şu veya bu biçimde görmezden gelinen, dolayısıyla hesaba katılmayan bir kesim olarak ötekileştirilmişlerdir.
Bir atasözü vardır, gözden ırak olan gönülden de ırak olurmuş. Engellilerin durumu bir noktada bu sözü de haklı çıkaracak niteliktedir. Görünmedikleri, göz önüne çıkamadıkları için toplumun hemen her katmanında dikkatlerden kaçmakta, gündemlerden dışarıda kalmaktadırlar. Bu nedenle engellilerin taleplerini sıralamak istediğimizde, görünür kılınmak ilk sıralarda yer almaktadır.
Engellilerin toplum yaşamına katılımının sağlanması, görünür kılınması ve gündeme girebilmeleri, sorunların engellilerin de hesaba katılarak tartışılıp, çözümlemelerin buna göre yapılması için önce fizik çevre koşullarının düzeltilmesi gerekmektedir.
Fiziki çevre engellerinin kaldırılması engellilerin haklarını kullanabilmesinin, “eşit” insanlar haline gelebilmesinin yolunu da açacaktır. Eğitimden istihdama hemen her alanda engelliler varlıklarını gösterebileceklerdir.
Bunun da ötesinde yararlanmaları gereken, hakları olan başta sağlık olmak üzere tüm kamu hizmetlerinden yararlanabileceklerdir.
ENGELLİLERE YÖNELİK “GELENEKSEL” YAKLAŞIM VE ENGELLİ ÖRGÜTLERİ
Engelliler, çalışamayacak, kendisine yeterli olmayan kişiler olarak görülmektedir. Aileleri tarafından bakılmak veya toplumun verdiğiyle yaşamlarını sürdürmek zorunda oldukları düşünülmektedir. Bu genel çerçeve engelli örgütlerinin de biçimlenmesinde belirleyici olmuştur. Engelli örgütlenmesi ağırlıklı olarak “yardımsever”lik olgusu üzerinde odaklanmıştır.
Toplanan yardımların “ihtiyacı olanlara” dağıtılması “İslami” söylem ile birleştirilmiş bir tür “sosyal dayanışma” çalışması olarak bilinçli/bilinçsiz biçimde şekillendirilmektedir.
Sağın daha doğru bir ifade ile İslam’ın ritüeli içinde yer alan “sadaka” kültürü üzerine biçimlenmiş olan bu örgütlenme engellilerin sorunlarına çözüm bulmaktan çok uzaktır. Çünkü bu yaklaşım ve kültür, toplumu ve engellileri olması gereken yerden uzaklaştıran, hatta sorunu kalıcılaştıran bir biçime dönüştürmektedir.
Dilenme, sadaka toplama dernekler ve vakıflar yoluyla örgütlü bir faaliyet haline getirilmekte, birileri bu yolla yaşamlarını sürdürmekte ama asıl topluluk serum ile beslenmektedir.
Haklarından ve özgürlüklerinden habersiz kitleyi serumu verene bağımlı kılan ve uzun dönemde bir tür kölelik ilişkisine dönüşen çarpık ilişki türü ortaya çıkmaktadır.
Bu çarpıklık, bugün özellik AKP tarafından bilinçli bir politikaya dönüştürülmüştür. Kamuya ait veya özel kişilerden toplanan ayni veya nakdi kaynaklar, partinin yönlendirmesi ve belirlemesiyle organize bir şekilde dağıtılmaktadır.
Yoksulu yoksul ama kendine bağımlı hale getiren, yoksul ve umutsuz kitleleri her an patlamaya hazır serseri mayın olmaktan çıkaran “sadaka” temelindeki zincir, düzenin de sigortasını güvenceye almış görünmektedir.
Yardım toplama ve dağıtmanın merkezî ve yerel yönetimler, iktidarın “sivil” uzantısı kimi örgütlerce son derece profesyonelce ve organize biçiminde yürütülmesi, geleneksel anlayışla çalışma yürüten engelli derneklerini ve vakıflarını işlevsiz bırakmaya başlamıştır.
İktidarın yörüngesinin dışında kalan sınırlı sayıdaki birkaç dernek veya vakıf, yine kendi sınıfsal konumlarının sağladığı avantajı kullanarak, yardım toplama ve dağıtmayı sürdürme becerisini gösterebilmektedir.
İçinde bulunduğumuz dönemde geleneksel engelli örgütlenmesinin dayanakları yok olmuştur. Bu derneklerin hükümetle, yerel yönetimlerle, iktidar hatta uluslararası destekli kimi “sivil” örgütlerle rekabet koşulları kalmamıştır. Ya iktidarın ve yerel yönetimlerin uzantısı olmak, dolayısıyla ikincil bir aktör olarak kullanılmak veya yeni bir hat çizmek durumundadırlar.
ENGELLİ ÖRGÜTLENMESİNDE YENİ BİR DÖNEM!
Baştan itibaren yanlış bir temel üzerinde yükselen geleneksel engelli örgütlenmesinin şekil ve anlayış olarak yeniden yapılanması bugünün bir tartışma alanı olarak gündemimize girmiştir.
Engelliler sosyal hukuk devletini ve sahip oldukları temel hak ve özgürlükleri çok geç farkına varmışlardır. Bunda solun ciddi ve ağır bir sorumluluğu olduğunu söylemek haksız bir itham olmayacaktır. Toplumun küçümsenemeyecek sayıdaki bir kısmını yok sayan, bu kesime yönelik politikaları üretmeyen, “eşitlik”i herkes için erişilebilir, kullanılabilir bir kavram olarak görmeyen, hakları bu çerçevede değerlendirmeyen solun eksik kaldığını kabul etmeliyiz.
Yakın zamana kadar hak ve özgürlük kavramı içinde engellilerin dikkate alınmamasının, bir başlık olarak değerlendirilmemiş olmasının da bunda payı olabilir. Engellilerle ilgili ilk düzenlemeler 70’lerin ortalarında gündeme gelmeye başlamıştır.
Bu konuda düne oranla daha ileri bir noktadayız, çünkü özellikle gelişmiş olarak tanımlanan ülkelerdeki engelli örgütlenmelerinin yoğun mücadeleleriyle, engelli hakları ve özgürlükleri oldukça geliştirilmiş ve tüm insanlık için ortak bir kaynak haline gelmiştir.
Engellilerin uluslararası sözleşmelerle, Anayasa ile tanınmış hakları vardır, bu hakların özellikle sosyal hukuk devleti kavramıyla birlikte tam olarak yerine getirilmesi halinde engelliler kimsenin ihsanına, “sadaka”sına ihtiyacı kalmayacaktır.
Ancak tam da bu aşamada çok ciddi bir sorunla karşı karşıya kalınmaktadır. Neo-liberal politikaların uygulanmasıyla birlikte özelleştirmeler, sosyal güvenlik harcamalarının kısıtlanması hızla yaygınlık kazanmıştır. Bu süreç ülkemize özgü, çarpıklıklarla birlikte yansımış ve bugün karşımıza duvar gibi dikilen sorunlar yumağına dönüşmüştür.
AKP yönetimi, geçmiş iktidarlardan almış olduğu mirası çok daha içtenlikli biçimde sürdürmekte, özelleştirmeyi temel kamu hizmetlerine de yayarak, sosyal güvenlik sistemini “reform”a tabi tutarak vatandaşların geçmişte sahip olduğu hakları ciddi biçimde geriletmektedir.
İşte engelliler, geçmişte sahip oldukları ama kullanamadıkları ve bugün sahip çıkmak zorunda kaldıkları ve yaşamlarını insanca sürdürebilmeleri için gerekli olan haklarını korumak ve yeniden kazanmak mücadelesiyle karşı karşıyadır.
İktidar Anayasa’da var olan sosyal hukuk devleti ilkesini, anlayışını, parçalar halinde çözme ve ortadan kaldırmak doğrultusunda kararlı bir politika izlemektedir. Eğitimden sağlığa, gelir desteğinden bakım yardımlarına kadar her alanda kısıtlamalar engellilerin yaşamını büyük ölçüde sınırlamaya başlamıştır.
AKP’nin “sosyal devlet”ten anladığı, bu türden ne açlıktan öldüren ne de karın doyuran bir sadaka sisteminin oluşturulmasıdır. Bu doğrultuda belirlenen kişilere “kömür”, “eğitim parası”, “burs parası”, “gıda yardımı” vb. gibi küçük miktarlarda para veya mal yardımı yapılmaktadır. Kullanılan araçlarla uluslararası sözleşmelerden, Anayasa’dan, yasalardan kaynaklanan hakların sağlanması yerine AKP’nin keyfine ve tercihine bırakılmış “hukuksuz”, “haksız” bir düzen kurulmaktadır.
Bu noktadan itibaren engelli örgütlenmesi, başta engelliler olmak üzere toplumun yoksul kesimlerini kendine “sadaka” zinciriyle bağlayan iktidarın politikasının ve geleneksel yerleşik anlayışın kırılmasını hedef almak zorundadır. Engellileri birilerinin lütfundan kurtaracak, haklarıyla eşit yurttaşlar olarak “insanca yaşama” olanağına kavuşturacak bir mücadele hattı oluşturulmalıdır.
Engellilerin fiziki çevre koşullarından eğitime, sağlığa her “eşitlik” talebi, kamu ve hatta özel kesim için ciddi bir yatırım faturası üretecektir. Haliyle söylemde hoş görülen, eylemde ve “son tahlilde” sermayenin çıkar ve politikalarıyla çatışacaktır.
Sonuçta engellilerin mücadelesi hem küresel hem ulusal sermayenin çıkarlarıyla çatışan bir zeminin üzerinde sürmek durumunda kalacaktır.
Engellilerin ve örgütlerinin tek başlarına bu çatışmanın içine girmesi, girseler bile bir kazanım elde ederek çıkabilmesi güçtür. Bunun birinci nedeni, engelli kitlesinin kendi hakları konusundaki bilgi eksikliğidir. İkincisi engellilerin örgütlü bir şekilde hareket etme becerisini geliştirememiş, bir süredir de var olan becerilerini de yitirmiş olmalarıdır. Üçüncü olarak engellileri saran başta fiziki çevre olmak üzere toplum içine çıkmalarını, erişimlerini engelleyen koşullardır.
Bu özel durumları nedeniyle engelliler insan hakları ve özgürlükleri temelinde verecekleri mücadeleyi, egemen politikalarla çatışma halindeki diğer toplum kesimleriyle, daha doğru ifade ile bu kesimlerin örgütlü güçleriyle yürütebilirler.
Engellilerin sendikalar, meslek örgütleri, insan hakları örgütleri gibi örgütlenmelerle eğitim, çalışma, sağlık, erişim başta olmak üzere öncelikli talepleri etrafında ortak çalışmalar, işbirlikleri yapabilirler.
Taleplerin egemen ideolojiyle çatışması, engellilerin bilincinde olmasalar da sermaye ile karşıt konumlarda bulunmaları siyasal alanda engellilerin solda yer alan sınıf eksenli partilerle ortak bir zeminde buluşmasını gerektirmektedir.
Soldaki partiler, örneğin AKP kadar engellilerin farkında değildir. Programlara ayıp olmasın kabilinden konulan engelli maddeleriyle durumu idare etme gayretindedirler. Solda yer alan partiler engelliler sorununu bütünlüklü olarak ele almak ve engelli örgütlenmesinin geliştirilmesi için hemen her zeminde destek olmak görevini üstlenmelidir. Bu görev üstlenme yalnızca politika üretilmesiyle sınırlı kalmayan, engellileri örgüt bünyesine alan, temsiline olanak sağlayan, yönetimlerde yer almasını teşvik eden bir biçimde pekiştirilmelidir. Sol partiler öncelikle toplumun, engellilerin farkına varması, engellilerin ise haklarının bilincine varması için çalışma yürütmelidir.
Engelli örgütlenmesi ise önüne koyduğu bu hedeflere ulaşabilmek ve mücadelesini insan hakları ve özgürlükleri temelinde yürütmek zorunda olduğu için haliyle çalışma tarzını değiştirmek zorunda kalacaktır.
Geçmiş örgütlenmenin ekseninde varlıklılardan, iktidarlardan veya başka kesimlerden yardım almak olduğu için örgütün örgütlenme gibi bir ihtiyacı da bulunmamaktaydı. İnsan hakları temelinde bir mücadele hattının yaşama geçirilmesiyle, öncelikle sorunun muhataplarının, sorun sahiplerinin örgütlenmesi, yani kitle hareketine dönüşülmesi gereği doğacaktır.
Bu kitlenin aktif veya pasif eylemlilik yöntemleriyle ortak hedefe yönlendirilmesi, toplumun diğer kesimleriyle, en çok da sol ile diyalog ve işbirliğinin geliştirilmesi mücadeleyi etkin kılacak unsurlardır. Haklarının ve özgürlüklerinin bilincinde olan bir engelliler kitlesi, ortak ve örgütlü bir mücadele ile uluslararası sözleşmelerde, Anayasa’da, yasalarda belirtilen ve herkesin eşit olarak yararlanması gereken haklarını kullanabilir hale gelecektir.
İnsan haklarını ve özgürlüklerini, engellilerin yaşadığı ayrımcılığı da ortadan kaldıracak biçimde temel alan bir örgütlü mücadele belki kısa bir süre içinde olmayabilir ama uzun vadede mutlaka başarıya ulaşacaktır.
Bunun için gerekli asgari temel 2007 Aralık ayında BM Genel Kurulu’nda kabul edilerek ülkelerin onayına sunulan Engellilerin İnsan Hakları Sözleşmesi’nde bulunmaktadır. Sözleşmenin önemi, metnin yani içerdiği hakları ve özgürlükleri düzenleyen maddelerin büyük ölçüde engelli örgütlerinin katkı ve müdahalesiyle oluşturulmuş olmasından kaynaklanmaktadır.
İnsan hakları ve özgürlükleri zemininde verilen her mücadelede olduğu gibi engellilerin de haklarını kullanabilir hale gelmesinde de doğal olarak önce iktidarın “sadaka” politikasıyla sonra da sosyal devlet anlayışını ortadan kaldırmaya çalışan neo-liberal akım ile çatışma kaçınılmaz olacaktır.
Engellilerin çoğunluğunun yoksul halk kesimlerinden oluşması, önemli bir kısmı çalışamayan veya çalıştırılmayanlar oluşturulması sınıfsal olarak da çatışmayı dayatmaktadır.
Solun, işçi sınıfının yüzyılı aşan mücadele deneyimleri, sosyalizmin özgürlüğe, sömürüsüz bir dünya yaratmaya, demokrasiye, insana verdiği değer temelindeki ideolojisi, politikaları engellilerin örgütlenmesine, ortak mücadelesine en büyük katkıyı sağlayacaktır.
[1] 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, Madde 3/a; 07.07.2005 tarih ve 25868 sayılı Resmi Gazete
[2] Türkiye Özürlüler Araştırması, 2002; T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı, T.C. Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, Ankara, Temmuz 2004
[3] http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?tb_id=39&ust_id=11
[4] Türkiye Özürlüler Araştırması, 2002 sf. X-XI
[5] Türkiye Özürlüler Araştırması, 2002 sf. XI
[6] Türkiye Özürlüler Araştırması, 2002, s. 5.
[7] Türkiye Özürlüler Araştırması 2002, İkincil Analizi; Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, Ocak 2006.
[8] Türkiye Özürlüler Araştırması, 2002, s. 23.
[9] Türkiye Özürlüler Araştırması, 2002, s. 25.
[10]Türkiye’de Engelliler ve Sorunları, Türkiye Sakatlar Derneği, Kısa Rapor 2008, İstanbul.
[11] Türkiye İstatistik Yıllığı 2006, T.C. Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu, Ankara, Mayıs 2007, s. 162.
[12] Türkiye Özürlüler Araştırması 2002, İkincil Analizi; Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, Ocak 2006, s. 31.
[13] Türkiye Özürlüler Araştırması 2002, İkincil Analizi; Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, Ocak 2006, s. 34.
[14] İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Office of High Commissioner for Human Rights, http://www.unhchr.ch/udhr/ lang/trk.htm
[15] http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=228
[16] http://www.engelliler.gov.tr/mevzuat/ozurlulerkanunu.htm (Md. 25)
[17] Türk-İş Mart 2008, Açlık ve Yoksulluk Sınırı http:// www.turkis.org.tr/source.cms.docs/turkis.org.tr.ce/docs/file/MicrosoftWord_aclikveyoksullukmart2008.pdf