Bir imkân olarak HDP

2015 Haziran seçimleri sonrasında bu ülkenin orta vade geleceğini belirleyecek en önemli faktörün HDP’nin alacağı oy alacağı şimdiden belli oluyor gibi. AKP’nin birinci parti konumunu kaybetmesi hariç, seçimin mümkün tüm sonuçları kimin nasıl bir oy oranı ile kazandığı da dahil, öncelikle HDP’nin aldığı oy ve dağılımı üzerinden “anlamlandırılacak”tır.

Bunu derken, HDP’nin alacağı oyun, halen Türkiye siyasetinin odaklanmış olduğu “başkanlık rejimi” konusunda neredeyse anahtar değerinde oluşunu kasdetmiyoruz. Şüphesiz HDP’nin alacağı oyun bu noktada büyük önemi olacaktır ama HDP’nin seçim kampanyası döneminde göstereceği performansın ve elde ettiği sonucun “tarihsel” diyebileceğimiz önemi, bu konjonktürel konunun ötesindedir.

Sözkonusu önemin birbiriyle iç içe başlıca iki kaynağı/boyutu var. Birincisi “Kürt sorunu”nun artık Türkiye içi bir sorun olmaktan çıkıp; Ortadoğu sorunu çerçevesinde ele alınması zorunlu/kaçınılmaz bir sorun haline gelmiş olması ile ilgilidir. İkincisi ise HDP’nin o klişeleşmiş “Türkiye partisi” olma potansiyelini gerçekleştirebilmek için en uygun koşulların belirmesi ile ilişkilidir.

Dolayısıyla eğer HDP, Haziran 2015 seçimlerinde ona “Türkiye partisi” dedirtecek biçimde,yani Kürtler kadar Türklerin de oy verdiği bir parti olarak barajı aştığı takdirde; bu sonuç, bölgede yaşayan bütün halkların ortak sorunu olarak Ortadoğu sorununu halkların kardeşliği ve eşitliği temelinde çözme iradesinin Türkiye’de ciddi ve yükselen bir toplumsal desteğe sahip olduğunun kanıtı, deklarasyonu ve devreye girişi olarak karşılanacaktır. Böylece bugüne değin Ortadoğu’nun yaşadığı “yapısal”, tarihsel ve konjonktürel tüm sorunlara ya Türk milli devletinin reel-politik mantığı ile ya da şimdilerde AKP iktidarının buna eklemlediği Sûnni mezhepçi yaklaşımla tavırların alındığı Türkiye’den, bölgede etkin-güçlü bir temsilcisi olmayan, farklı ve kucaklayıcı bir tavrın boy verdiği görülecektir. Şüphesiz bu tavrın bölge toplumları ve yaşanan çatışma, katliam ortamı üzerindeki etkisi öncelikle temsil ettiği –sayısal, oransal– güce bağlı olacaktır. Ama HDP’nin seçim kampanyasında “estireceği hava” çok daha etkili olacaktır. Eğer HDP, barajın eşiğinde takılmış olsa dahi, kampanya “performansı” ile yükselen bir “trend” olduğunu, Türkiye toplumunun on yıllardır özellikle milliyetçi ve mezhepçi endoktrinasyonlarla dondurulmuş zihnindeki buzlanmaları kırıp eritme sürecini hızlandırdığı izlenimini güçlü biçimde verebilir ise; Ortadoğu’da artık gidişatı insanlık değerleri açısından olumlu yöne çevirebilecek bir ögenin, “alternatif”in varlığından güvenle söz edebileceğiz demektir.

Fakat, bilhassa vurgulanmalıdır ki burada kritik önem atfettiğimiz “HDP’nin performansı” ile sadece HDP’nin bir parti aygıtı olarak üstleneceği işlev kasdedilmemektedir. Elbette ki HDP’nin parti olarak halihazır kadroları ile üstleneceği bu misyonu hakkıyla yerine getirmesi önemlidir. Ama bundan da daha önemli ve etkin olacak faktör, HDP’ye oy verecek seçmen kitlesinin, bu partiye oy verilmesi için çalışacak “gönüllüler”in sözkonusu misyonun bilinciyle hareket ediyor olmalarıdır. HDP etrafında demokrasi ve eşitlik temelli bir perspektifin bir rüzgâr estirmesi, bir hava yaratması ancak bu sayede mümkün olabilecektir. O halde tarihsel bir özdeyişi adapte ederek diyebiliriz ki, 2015 Haziran seçimlerinde HDP’nin üstlenebileceği misyon sadece HDP’ye bırakılamayacak kadar önemlidir.

Dolayısı ile eğer bu rüzgâr estirilemez, o hava oluşturulamaz ise; bunu HDP’nin başarısızlığı olarak yorumlamak bir anlamda haksızlık olacaktır. Çünkü yukarıdan beri özetle yaptığımız açıklamanın mantığında HDP’nin alacağı oy ve bunun yanısıra oluşturacağı “hava”, Türkiye toplumunun bu ülkede ve Ortadoğu’da eşitlik ve demokrasi bazında çözüm(ler)e seferber edebileceği potansiyelin çap ve derinliğini gösterecektir.

Eğer bu potansiyel, şimdilik HDP’ye barajı birkaç puanla aşırtabilecek kadar güçlü ve canlanmaya istekli ise; bu partinin taşıdığı veya ona atfedilen handikaplar hem ciddi sorun yaratmayacak hem de –asıl önemlisi– törpülenebilecektir. Yani 2015 seçim kampanyası aynı zamanda HDP’nin, giderek büyüyen ya da büyüyecek olan aktif bir kitlesel sahiplenme dolayımında, olabilecek en sağlıklı biçimde “dönüşmesi” süreci de olabilecektir. Tekrar ifade edelim ki; bu dönüşümün belirleyicisi, HDP’ye kayıtlı olması şart olmayan “gönüllü”lerin çabasıdır.

Bir başka deyişle; Türkiye toplumu, hem şu “kısa vade”de önünde olan otokratik muhafazakâr düzen dayatmasına karşı direnç ve alternatifini oluşturmak için hem de bununla birlikte –artık bir parçası olduğunu kabul etmenin kaçınılmazlaştığı– “Ortadoğu sorunu”na kendi tarihsel-kültürel miras ve acı deneyimlerinden çıkardığı olgunluk dersleri temelinde eşitlik, uygarlık ve demokrasi değerleri ekseninde bir çözüm perspektifi sunmak HDP’yi bir imkân olarak görebilir. Bunun fiili bir başlangıç adımını atmak için,  ve HDP’ninbütün handikaplarına rağmen ve o handikapları da minimize etmek için HDP’yi bir imkân olarak görmelidir de.

Türkiye toplumu, eşitlik eksenli bir uygarlık silkinişine –ki bu IŞİD’i, etnik ve mezhebî boğazlaşmaları besleyen tarihsel miras ve arka planların varlığında bilhassa vurgulanması gereken bir boyuttur– olumlu cevap verecek potansiyelini, mevcut durumda ancak bu yolla gösterebilir. Eğer “HDP’nin handikapları” diye kestirmeden ifade ettiğimiz noktalara takılınır, bu ve benzeri gerekçelerle HDP’yi sonunda sadece Kürt modernleşmesinin sol/milliyetçi kesiminin partisi olmaktan Türkiye’nin demokratik modernleşmesinin partisi olmaya evriltebilecek bir sürece fiilen katılmaktan geri durulur ise, bir daha zor gelebilecek tarihsel bir imkân ve fırsat heba edilmiş olur.

Şüphesiz bu noktada HDP’nin mevcut yönetiminin ve onu birinci derecede etkileyen “çevre”lerin “bardağın dolu tarafı”nı takviye edecek tutumlarının kritik önemi vardır. HDP yönetimi ve önde gelen sözcüleri şu ana kadar bu tutuma aykırı bir yaklaşım içinde olmadılar. Ancak HDP’nin, çizdiğimiz perspektif dahilinde “çekici”liğini arttırmak ve ivmelendirmek için standart eşitlik, demokrasi, kardeşlik diskurları ile yetinmeyen, bunları “zamanın –yenilikçi, yaratıcı– ruhu”nda yeniden üreten söz ve davranışlarla “beslenmesi” gerektiği de apaçıktır.