Türkiye’de ’90’larda kendini bilememe hali ile toplumsal olan her karşılaştığında, yapılan açıklamaların tümü neredeyse bir kelimeye dayanıyor, bir fiile: tahrik olmak fiilinin pasif haline. Tahriklere kapılıyorlar, tahrik ediliyorlar... Bir özür edasını bile hiç taşımayan tahrik olmuşluklar, bir kereliğin geçiciliğine sığınan erkek dillerde “elimde değildi” deme zaafını söze dökebilme cesaretinden yoksun olmanın getirdiği kabalığı, baskıyı ve şiddeti içine alarak, o erkek grubunun belinden bu erkek grubunun eline-diline düşüyor, yayılıyor, hikâye etme tarzımızın etkili kelimesi oluyor...
Yine bir tahrik edilme hikâyesine dönüştürülme halinde bir cinsel tâciz yaşanmışlığı: Olay sanki hiç bilinmiyormuş, bir kez olmuş. Bireysel bir sapmaymış, hipokrat yeminleriymiş, gazetecilerin evrensel ilkeleriymiş, Türkiye’nin en önemli sorunlarından mıymış, tam da hükümet ya da devlet basına saldırılırkenmiş, şu sıralar bir asker hakkında bu laflar yakışık alır mıymış, özel yaşamın hukukî kutsallığıymış, konu mankeniymiş, iyi de para teklif edilmiş, ne sansasyonel kamuoyu oluşturma girişimiymiş, cinsel tâciz de suç muymuş, suç ile ceza arasında denge olurmuş... mışları görüntülerle, isimlerle, açıklamalarla, başlıklarla çoğaltmak mümkün... Sizce de bu hikâyenin bir tarafı eksik değil mi?
Kadınlar son 25 yıldır kendi hikâyelerini anlatıyorlar: Tüm kamu mekânlarını kullanırken, öğrenim görürken, işyerinde çalışırken, alışveriş yaparken, yolda, muayene olurken, bireysel haklarını kanun önünde savunurken, karakolda, mahkemede, cezaevinde, işkencehanede bedenlerine karşı girişilen, iradelerine, ifadelerine, yaşama arzularına karşı girişilen şiddeti dile getiriyorlar. Yazıyı çok da sevmeyen dilimizde bile cinsel şiddeti ve türlerini konu alan, onların hikâyesini anlatan kitapları var. Bu hikâyeleri ya da biriktirmiş bu bilgiyi bu denli hoyratça dikkate almamak niye?
Bu hikâyelerin eksenleri neler: Kadınlar, modern dünyanın her köşesinde, her sınıftan, her ırktan, her öğrenim düzeyinden erkekler tarafından sistematik olarak tâciz ediliyorlar. Hayır onlara iltifat edilmiyor, tâcizde bulunuluyor, bedenlerine el uzatılıyor, sözleri, ifadeleri dikkate alınmıyor, kanun yalan söylüyor muamelesi yapıyor, polis de orospu. İltifat edilme ile incinme arasındaki farkı kadınlar biliyorlar. İncinen, aşağılanan, sözüne inanılmayan, irkilen, acı çeken, moraran, kızaran, parçalanan kadınlar öyle duruyorlar. “Ezilmiş bir insanın iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbidir, ruhsuz koşulların ruhudur” denmişti bir zamanlar. İç çekmeyi, iç yangınını anlamamakta ısrar eden dünyaya ruh katma yönünde mücadele edenleri kaale almamak değil mi tâciz?
Cinsel şiddete ve tâcize uğrayan kadınlar, incinmelerinin üzerini örtme eğilimindedir diyor anlatıcılar. Kamusal konuşmaya sızmaz bu kırılmalar, incinmeler, üzüntüler. Anlatan bilir ki, ispatlar, deliller, uzlaşmalar, anlaşmalar, yazışmalar, dilekçeler, yargılamalar dünyasında, o, “sözüne güvenilmeyen”dir. “Bağır herkes duysun” dedikten sonra kadın hareketi, alenî konuşmanın iştah kabartan konularından biri oldu bu örselenme öyküleri. Bağırlarına taş basıp anlattıkları hikâyelerin bir daha yaşanmaması için mücadele edenler, kurumlara dert anlatma savaşına girdiler. Bugün dünyanın pek çok yerinde, ellerinde Yüksek Mahkeme kararları, meslek odalarından ihraç belgeleri, işten atma kararları, tedavi ve bakım merkezleri, uzmanlık bilgileri var.
Türkiye bu ülkelerden değil. On yıldan fazla zamandır kadınlar cinsel tâcize ilişkin öykülerini anlattıkları halde onlara kulaklarını tıkayan erkekler dünyası, şimdi meslek etikalarını tartışma yoluyla sorunu yine geçiştirme eğilimde. Bu eğilimde olmasalardı, Türk Tabibler Birliği’nin cinsel tâciz nedeniyle bu yıl meslekten geçici uzaklaştırılan üyelerinin sayısı ve gerekçeli kararlarda cinsel tâcizin nasıl ifadelendirildiği üzerinde konuşabilirdik. Merak da ediyorum hani, şimdiye kadar kaç üye bu gerekçeyle uzaklaştırıldı? Hangi meslek odasının, hangi siyasal partinin, hangi sendikanın iç işleyişini düzenleyen yasal metinlerinde cinsel tâciz ve meslek onuru arasında bir bağlantı kurulmuş, hangi kuruluş kadın komisyonlarında üyelerine kadınların cinsel tâcizle başetme yolları hakkında bilgi aktarmış? Yargıtay’ın bu konuyla ilgili kaç içtihat kararını bilebiliriz? Hâkim kararlarını hatırlıyor musunuz, cinsel tâcizcinin suçunu ilân eden? İş Mahkemelerinde cinsel tâciz nedeniyle işten ayrılmış kaç kadının davası tazminatlarının alınmasıyla sonuçlandı, hatırlayabiliyor musunuz? Kaç iş müfettişi, raporunda cinsel tâciz şikâyetlerine yer verdi? Hangi sendikalarda cinsel tâciz şikayetleri dinlendi ve kadınların tâcize uğradıklarında hakları teslim edildi? Okullarda cinsel tâcizin soruşturulduğuna ilişkin bilgiler tartışıldı mı? Kaç rapor ulaştı Millî Eğitim Bakanlığı’na, okullarda cinsel tâcizin varlığını teslim eden? Sağlık Bakanlığı hastanelerde cinsel tâciz olaylarını nasıl soruşturuyor? TBMM Kadınlara Karşı Ayrımcılığı Önleme Komisyonu (bu hayâlî komisyon ve tabiî ki hayâlî olduğu için!) çıkmaz ayın son perşembesi sunacağı raporunda cinsel tâcizi nasıl tanımlandı, önlenmesi yolunda hangi bağlayıcı kararları aldı? Kadın Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nün cinsel tâcizi anlatan (tabiî ki bu da hayâlî!) broşürlerinden edinebildiniz mi? Sekreteri ve hostesi tâciz eden, tahrik edilmiş milletvekilleri hesap verdiler mi? Cinsel tâcize uğramış kadınlara yardım eden, ücretsiz avukat bulan, psikolojik danışmanlık yapan bir kuruluşun telefon numarasını arkadaşınıza verebilir misiniz? Güvenlik kuvvetleri tâcize uğramış kadının sözüne inanırlar mı? Kadınların hikâyesini tanımayan bu toplumsal örgütlenme, Söz Fato’da ile sözünü kuruyor.
Kadınların hikâyesine medya yer vermedi. Medyanın var olma nedeni ve sorumluluğu toplumu oluşturan tüm grupların temsilî anlatımlarına eşit yer vermek olduğu halde, cinsel tâcizin “haber değeri olmadığı” gerekçesiyle kadınların sözleri ya hiç temsil edilemedi ya da çarpıtılarak temsil edildi. Haber değeri yok muydu küçük işletmelerde çalışan kadınların işten ayrılmalarının temel nedeninin cinsel tâciz olmasının? Haber değeri yok muydu işverenine baba, ağabey demek suretiyle kendini savunmaya çalışan kadının, giysilerine bile laf söylenmesinin? Haber değeri yok muydu, cinsel tâcizi soruşturan iş müfettişinin tâcize yeltenmesinin? Haber değeri yok muydu, 13 yaşında çalışan genç kadınların sürekli azar, küfür işitmesinin? Haber değeri yok muydu, işe girme bedeli olarak bedeninin istenmesinin? Haber değeri yok muydu okullarda utandırılan kızların suskunluğunun? Bu suskunluğun suça teşvik niteliği üzerinde tartışılmadı. Oysa suça teşvik eden yayınlardan uzak durmak da medyanın temel sorumluluğu. Tekellere ve serbest pazar ekonomisinin kaprislerine emanet edilen söz, kadınların yaşamlarını dönüştürebilecek bilgi edinme haklarını teslim edemedi. Neyin haber değeri olduğunu tartışmakta yanlı davranan, kadınların bilgiye ulaşma ve edinme hakları önüne engel koyan medyanın kendi sorumluluğunu konu mankeni kullanma yöntemleri üzerinden kamu yararını tartışması inandırıcı olmasa gerek.
Medya alanındaki meslek örgütlerinin tâcize uğramış kadın gazetecilerin sorunlarına karşı duyarlığını izlemek de olası değil. Medyada son on yıldır süren “örgütsüzleştirme” yolundaki yoğun baskı, bu alanda çalışan kadınların bir araya gelmesi önünde bir engel oluşturduğundan, bu alanda Türkiye’de kadınların örgütü de yok. Kadınların kendi sözlerinin birikmesine imkân tanıyan alternatif kadın yayıncılığının temsili de çok sınırlı olunca, medyada çalışma koşullarından kaynaklanan cinsel tâcizin de içinde olduğu hak mücadelesinin anlatım imkânlarının azaldığına şahit oluyoruz. Medya çalışanlarının alanlarına ilişkin sorgulamadıkları tartışmalı konumlar üzerinde söz ve eylem üretilmeden mesleki etik ilkelerinin tartışılmasını sürdürmek de, bu koşullar altında zorlaşır.
Hele bu tartışmanın politik bir sorun olmaktan çıkartılıp ahlâkî bir patika içine hapsedilmesi, cinsel tâcizin üzerinin bir kez daha örtülmesi anlamına gelir. Sorun, cinsel tâcizin kimleri, nasıl ve ne şekilde hedef aldığı üzerinde tüm toplumsal grupların deneyimlerine ve ilgilerine ilişkin bilginin ortaya çıkarılabilmesindedir.
ESER KÖKER