Sheng nü (剩女) 2007 yılında sözlüğe gitmiş bir kelime. Ön ek sheng (剩) “artık” anlamına geliyor, yemek artığı gibi. Nü ise kadın demek. Çin Eğitim Bakanlığı tarafından sözlüğe alınan bu kelimenin karşılığı “27 yaşını geçmiş evlenmemiş kadın”.
1982 yılında 20’li yaşlarının sonundaki şehirli kızların sadece %5’i evlenmemişken bugün bu oran neredeyse %30’a ulaşmış durumda.
Üstelik Çin’deki erkeklerin sayısı kadınlarınkinden 32 milyon fazlayken. Yani nasıl oluyor da bunca “artık” erkek varken bu kadar kadın “evde kalıyor”?
Bu Çin bilmecesinin Konfüçyüs ile başlayan, Mao ile gelişen ve tabii ki Deng Xiaoping’in dahliyle şekillenen hikâyesi var.
Kadınlar gökyüzünün hangi yarısını tutuyor?
Komünist rejimin kurulmasından sadece bir yıl sonra 1950’de ilk evlilik kanunu çıkarıldı. 1954’te kabul edilen ilk anayasada da kadınların siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal alanlarda erkeklerle eşit haklara sahip olduğu maddesi yer aldı.
Bizzat Mao’nun öncülük ettiği evlilik kanunu bir anlamda toprak reformunun mütemmim cüzü idi. Özellikle kırsal kesimde alınıp satılan bir meta durumunda olan kadınların rızası dışında evlilikler yasaklanıyor, her evliliğin kayıt altına alınması zorunlu hale getiriliyordu.
Kadınlarla ilgili düzenlemelerin en önemli nedeni üretim seferberliğiydi. Mao’nun amacı erkek egemen geleneksel aile yapısını zayıflatarak otoritenin aileden devlete geçmesini sağlamaktı. Nitekim düzenlemeler sonucunda kadınların işgücüne hızlı bir şekilde katılımı sağlandı.
Bu tarihten daha kırk-elli yıl öncesine kadar ayakları bağlanan[1] kadınlar hızla üretime katılmaya başladılar. Öyle ki 1970’lerin sonuna doğru çalışma yaşındaki kadınların %90’ı istihdam ediliyordu.
Mao, iç savaş ve üretim seferberliğinde erkeklerle omuz omuza mücadele eden kadınların hakkını “gökyüzünün yarısını kadınlar tutuyor” diye teslim etmişti.
Ancak hatırlanacağı üzere bu dönemde kadınlar erkeklerle birlikte aynı tek tip elbise giyen cinsiyetsiz yoldaşlardı. Püritenizmin doruğa ulaştığı Mao döneminde cinsellik neredeyse tabu haline getirildi. Bir anlamda kadınlara verilen hakların yeni komünist düzenin amaçlarının gerektirdiği çerçevede ve gerektirdiği kadarıyla verildiğini söylemek yanlış olmaz. Örneğin ilk evlilik kanununda boşanma hakkı olmasına rağmen bu izne tabiydi. İlgili mercilerden bu izni almak pratik olarak imkânsız gibiydi.
1950’lerde kadınların işgücüne ve sosyal hayata hızlı bir şekilde katımıyla başlayan bu süreç cinsiyetler arasında eşitsizliğin büyük ölçüde giderildiği bir toplumsal yapıya ulaşılmasını sağlayamadı.
Örneğin Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Cinsiyet Uçurumu Endeksi’nde Çin’in 2008’de 57. sırada olan yeri 2020’de 106. sıraya geriledi (Türkiye 130. sırada).
1970’lerin sonlarında pazar ekonomisine geçiş sürecinin başında kadınların ortalama kazancı erkeklerin %80’i düzeyindeyken otuz yıl sonra 2010’da bu oran %67’ye gerilemişti. Kırsal kesimdeki kadınların ortalama geliri ise erkeklerin ortalama gelirinin %56’sına denk geliyordu.[2]
Değerler anlamında bakıldığında da durum farklılık göstermiyor. “İş imkânları kısıtlı olduğunda kadınların yerine erkeklerin istihdam edilmesi daha doğru” diye düşünenlerin en fazla olduğu G20 ülkeleri arasında Çin, Hindistan ve Türkiye’nin ardından 3. sırada yer alıyor.[3]
Öyle gözüküyor ki kadınların payına gökyüzünün kasvetli yarısı düşüyor.
Deng Xiaoping’in kedisi
Çin’de kadınların toplumsal yerinin şekillenmesinde Deng Xiaoping’in belirleyici bir etkisi olmuştur. Deng’in 1970’lerin sonlarında başlattığı kontrollü piyasa ekonomisine geçiş sürecinde kadınlara yönelik bazı yeni düzenlemeler yapıldı. Örneğin 1980 yılında çıkarılan ikinci evlilik kanunu ile boşanmayla ve boşanmada mal paylaşımıyla ilgili kadınlar lehine iyileştirmeler yapıldı. 1983’te kadınlara yabancılarla evlenebilme hakkı verildi.
Bu düzenlemeleri daha ziyade piyasa ekonomisinin gerekleri çerçevesinde yapıldı. Örneğin 1982 Anayasası’yla getirilen düzenlemeler kadınların girişimci ve profesyonel yönetici olabilmelerine imkân tanıdı.
Ancak planlı ekonomiden piyasa ekonomisine hızlı geçiş süreci aynı zamanda kadınların hızla işlerini kaybettikleri ve erkeklere göre daha düşük ücretlerle çalışmak durumunda kaldıkları bir çalışma ortamına yol açtı.
Dogmatik Maoculuğun aksine pragmatik bir faydacı olan Deng için kedinin beyaz mı siyah mı olduğu fark etmiyordu, önemli olan fareyi yakalamasıydı.[4] Hedef hızlı ekonomik büyüme olduğundan kadınların kötüleşen durumları bir süre tali bir sorun olarak görüldü.
Mao döneminde (1949-1976) en azından resmî düzeyde, istihdam politikalarında kadın-erkek arasındaki eşitsizliklerin giderilmesi ilkesi gözetildi. Piyasa ekonomisine geçiş ile birlikte daha ziyade kadınların ailedeki rolü vurgulanır oldu.
Ekonomideki değişim özellikle şehirli kadınların statülerinde iyileşmeler getirdiyse de nüfusun büyük bölümünü oluşturan kırsal kesimdeki kadınlara aynı derecede olumlu etkisi olmadı. Gerçekleştirilen büyük ekonomik mucize bir anlamda özellikle kadınlara ve göçmen işçilere[5] yönelik neredeyse kurumsallaşan ayrımcılık marifetiyle mümkün oldu.
Sanayi tesislerinin yoğun olduğu Çin’in güneyindeki Guangdong eyaletinde bir fabrika sitesinde vardiya değişim zamanı. Çoğunluğu kırsal iç bölgelerden gelen göçmen işçiler fabrika siteleri içinde yer alan yatakhanelerde yaşar ve yılda bir kez ailelerinin yanına giderler.
4-2-1’e geçiş ve “Küçük İmparatorlar” dönemi
“Büyük Atılım (1958-1961)” döneminde milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan insanlık tarihinin en büyük kıtlıklarından birine tanıklık etmiş Deng Xiaoping ve ÇKP’nin (Çin Komünist Partisi) lider kadrosu kalabalık nüfusu hem potansiyel bir tehlike hem de ekonomik kalkınmanın önünde bir engel olarak görüyorlardı.
“Ejderha ve Anka Kuşu Refah getirecek”. “Büyük Atılım” için hazırlanan bu propaganda afişinde sanayi ve tarım geleneksel sembollerle resmediliyor. Devrimci coşkuyla hem tarım hem de sanayi üretimini aynı anda artırmayı hedefleyen bu proje bağnazca yapılan hatalar sonucu milyonlarca insanın açlıktan ölmesine yol açacaktı.
Yeni dönem reformları kapsamında 1979 yılında tek çocuk zorunluluğu getirildi. 1980 yılında kırsal kesimde yaşayanlar için ilk çocuk kız ise ikinci çocuğa izin verilmesi dışında bu yasak 2015 yılına kadar sert bir şekilde uygulandı.
“Bir aileye bir çocuk yeter”
Birden fazla çocuk sahibi olanlara çok ağır para cezaları verildi. Devlet sektöründe çalışıyorlarsa işten çıkarılma gibi ekonomik yaptırımların yanı sıra ikinci çocukların nüfusa kaydının ve eğitim imkânlarının kısıtlanması gibi uygulamalar da söz konusuydu.
Altın Çiçeğin Laneti (House of Flying Daggers) ve Kahraman (Hero) gibi filmleriyle tanınan ünlü yönetmen Zhang Yimou 2013 yılında karısı Chen Ting ile birlikte üç çocuk sahibi olduklarını itiraf ettiğinde 1,2 milyon dolar para cezasıyla karşılaşmıştı.[6]
1980-2014 yılları arasında, doğum kontrol programı çerçevesinde 324 milyon kadına zorunlu olarak spiral takıldı. 108 milyon kadın kısırlaştırıldı.
Pek çok Doğu toplumunda olduğu gibi Çin’de de erkek çocuk tercih edildiğinden ailelerin önemli bölümü bu amaçlarına ulaşmanın bir yolunu buldu. Çocuğun cinsiyetinin doğumdan önce aileye bildirilmesinin yasak olmasına rağmen pek çok aile çocuğun cinsiyetini öğrenip kürtaja yöneldi. Doğumdan önce bu imkânı bulamayanlardan bazıları ise yeni doğan kız çocuklarından kurtulmanın bir yolunu buldu. Sonuçta erkek-kadın sayısı açısından çok büyük bir eşitsizlik ortaya çıktı.
Bugün yaklaşık 1,4 milyar toplam nüfus içinde kadınların oranı %48,87. Dolayısıyla toplamda yaklaşık 32 milyon erkek fazlalığı var.[7]
Ama aslında durum daha vahim. Çünkü 30 yaş ve altındaki nüfusta erkeklerin oranı kadınlardan yaklaşık %20 daha fazla.
Tek çocuk uygulamasıyla hane yapısı 4-2-1 olarak özetlenen bir dönüşüm geçirdi. 4 olan büyük anne ve büyük babalar, sonra anne-baba ve en nihayet tek çocuk.
Ailedeki tüm yetişkinlerin ilgi odağı olan ve tek çocuk tercihi genellikle erkeklerden yana kullanıldığından bu çocuklar küçük imparatorlar olarak nitelendirildi.[8]
Tek çocuk politikasının kadınlar için hayırlı bir etkisi de oldu. Kız çocuk sahibi olan ya da kız çocuk sahibi olmak durumunda kalan -özellikle şehirli- aileler bu tek çocuklarını çok iyi yetiştirmek için çaba gösterdi. İyi bir eğitim almaları için kız çocuklarını zorlayıp imkânlarını seferber ettiler.
Sonuçta kızların eğitimdeki başarısı erkeklerin üzerine çıktı. Bugün Çin’de otuz bir eyalet düzeyinde en yüksek başarı derecesindeki öğrencilerin %53’ü kızlardır.
Başka bir araştırma sonucuna göre de üniversite öğrencisi erkeklerin %52,7’si üstün başarı gösterirken kızlarda bu oran %62,4’tür.[9]
Konfüçyüs ve süs vazoları: Çin’de cinsiyet rolleri ve evlilik müessesesi
Çin’de neredeyse 2.500 yıldır hâkim olan ve toplumsal yapıyı şekillendiren Konfüçyüs öğretisi son yüzyılda yaşanan büyük toplumsal değişimlere rağmen kültürel değerler ve gelenekler üzerinde etkisini ve yaygınlığını sürdürüyor. Çin kültürünü, zihniyet yapısını onsuz anlamak mümkün değildir.
Konfüçyüsçülük toplumsal uyumun önemini vurgular. Bu uyum ancak toplumsal hiyerarşi ile sağlanır. Ailenin reisi erkek bu hiyerarşinin tepesinde yer alırken en altta ailenin en geç kadın üyesi bulunur.
Kadına ve erkeğe toplumda farklı roller verilmiştir. Kadın evden, erkek ise dış dünyadan sorumludur. Eski bir Çin sözüyle ifade etmek gerekirse, “erkek kamusal alana, kadın ise eve aittir”.
2010 yılında yapılan bir araştırmaya göre on yıl öncesine kıyasla bu sözün doğru olduğunu düşünen erkeklerin sayısı %8 artarak %61,6’a yükselmiştir.
Genel kabul kadınların evde kalıp çocuk bakımı ve ev işleriyle ilgilenmesinin öncelikli olduğu yolundadır. Başka bir ifadeyle kadınlardan bir süs vazosu (hua ping - 花瓶) olması beklenir (“Hua ping” düz anlamıyla çiçek vazosu, metaforik olarak ise “güzel yüzlü”, “işe yaramaz” demektir).
Kadın ve erkeğe yüklenen cinsiyet rollerini en iyi ifade eden kavramlardan biri de “sā jiāo”dur (撒娇). “Sevimli ve şımarıkça davranma, cilve yapma” diye çevrilebilir. Örneğin sokakta erkek arkadaşından bir şey istediği ve bu istediği yerine gelmediği için çocuklar gibi ayağını yere vurup “sevimli” bir ifadeyle dudak büküp surat asan kadınları Çin’de sık görebilirsiniz. Bu, baş kaldırma, erkeği aşağılama şeklinde bir tavır değil, tıpkı bir çocuk gibi korunma, kollanma ve şımartılma beklentisiyle erkeğin onurlandırılmasıdır.
Erkeği karşısında güçsüzlüğünü ve ona boyun eğişini vurgulayan bu davranış biçimi o kadar önemlidir ki eğer bir kadın sā jiāo yapamıyorsa çevresi onun yeteri kadar feminen olmadığını düşünür.
Kadın korunmaya muhtaç olduğunu erkeğine hissettirecek, erkek da onu bir çocuk gibi koruyup kollayacaktır.
Bu anlayışın bir tezahürü olarak sokaklarda sıkça göreceğiniz bir başka manzara ise pembeli morlu, rengârenk kadın el çantalarını ellerinde, omuzlarında taşıyan erkeklerdir. Çinli erkeklerin büyük bölümü kız arkadaş ya da eşleriyle birlikteyken onların el çantalarını daima kendileri taşırlar. Çantanın büyük ya da küçük olması bu durumu değiştirmez. Çocuklaşan kadınlar ve kadın el çantalarıyla dolaşan erkekler cinsiyet rollerinin gereğidir. Bu roller bir anlamda o kadar içselleştirilmiştir ki durumun absürtlüğünün farkında olan Çinli bir tanıdığım, bir dost sohbetinde kız arkadaşına çanta seçerlerken kız arkadaşının beğendiği çanta ile ayna karşısına geçip çantanın kendisinde nasıl durduğuna baktığını söylemişti. Bunu söylediğinde şaşıranlara da “Ne yani, o taşımıyor ki, hep ben taşıyorum çantayı, normal değil mi?“ demişti. Yeni nesiller yapmacıklığının ya da absürtlüğünün farkında olsalar bile bu rolleri sürdürüyorlar.
Tabii cinsiyetlere yüklenen bu rollerin evlilik müessesine önemli yansımaları olması kaçınılmazdır.
Öncelikle evlilik sürecinde ailelerin hâlâ önemli bir rolü vardır. Evlilikleri tamamen aileler ayarlamasa bile evlilikler büyük ölçüde ailelerin gözetimi altında gerçekleşir. İlkin gelin ile damatla her iki tarafın ailelerinin sosyoekonomik durumlarına göre belirlenen bir başlık parası söz konusudur. Bu para kızın ailesine verilse de çoğu durumda kız için bir mülk ya da mal alımında kullanılır.
Çin’de sosyal güvenlik sistemi yeterli olmadığından yaşlılara çocuklarının bakması beklenir. Hatta bu yasayla getirilmiş bir zorunluluktur. Çocuklar yaşlılıklarında anne-babalarına bakmakla yükümlüdür. Dolayısıyla anne-babalar için çocuklarının evliliği soylarını devam ettirmenin yanı sıra kendi yaşlılıkları için de bir güvence anlamı taşır.
Kısacası aileler için evlilik aşk gibi nedenlerle oluşturulan bir birliktelikten ziyade neredeyse toplumsal sorumlulukların gereğidir. Tabii bugünün evlenme çağındaki kızlarının anne-babaları ve aile büyüklerinin sevgi, aşk gibi romantik nedenlerle evlenmeyi bencillik ve onursuzluk olarak nitelendirip evliliğin sadece devrimci duyguların paylaşılması için yapılması gerektiğini empoze eden Çin Kültür Devrimi’ni (1966-1976) yaşayan kuşaktan olduğunu da unutmamak gerekir.
Toplumca benimsenen cinsiyet rollerinin bir tezahürü olarak erkekler kendilerine itaat edecek kadınlarla evlenmeyi tercih ederler; bir başka ifadeyle, kendisinden daha az eğitimli, daha az para kazanan (ya da kazanmayan) genç kadınları.
2012’de yapılan bir araştırmaya göre üniversite mezunu erkeklerin %55’i evlenmek için kendilerinden daha az eğitimli kadınları tercih ediyorlar.[10] 35 yaşında bir yatırım bankacısı bu durumu şöyle ifade ediyor: “Karımın sade yoğurt gibi olmasını tercih ederim. Sade olmalı ki ona istediğim tadı ve rengi verebileyim. Mesela benim nişanlım tam da böyle. Kendi fikirleri yok, talepkâr değil. İdare etmesi kolay biri.” Hal böyle olunca da eğitimlerini sürdüren ve iyi para kazanan kadınlar iyi eş adayı kategorisinin dışında kalıyor. Örneğin master ve doktora derecesi olan kadınlar “üçüncü cins” olarak nitelendiriliyor.
Zaten Tüm Çin Kadınlar Federasyonu 2011 yılında onları uyarmıştı: “Eğitimlerine devam eden kadınların trajedisi yaşlandıkça değerlerinin azaldığının farkında olmamalarıdır. Master ya da doktora derecelerini aldıklarında çoktan içi geçmiş armutlara dönüşüyorlar”.[11] 2010 yılında yapılan Ulusal Evlilik Araştırması’na göre erkeklerin %90’ı kadınların 27 yaşından önce evlenmelerinin şart olduğuna inanıyor.
Evliliği ikinci plana atan, eğitim ve kariyere öncelik veren kadınlar genelde öncelikle ailelerinin baskısına maruz kalıyor. Bu öyle bir noktaya varmıştır ki Çin Yılbaşı’sı döneminde ailelerini ziyarete giden bekar kızlar “hâlâ erkek arkadaşın yok mu?” çemkirmelerine muhatap olmamak için erkek arkadaş kiralamaya yönelebiliyorlar (kiralık erkek arkadaşlık müessesi cinselliği içermiyor).
Çin Yılbaşı’sı döneminde aileleri ziyarete gitmek için günlük erkek arkadaş kiralama ücreti birkaç bin yuana (1 yuan yaklaşık 1 TL) çıkabiliyor.
Dijital ekonomiyle açılan gedik
İşe kabul edilme süreçlerinde, erkeklerle eşit ücret meselesinde ayrımcılığa uğrayan ve ataerkil toplumsal düzenin baskısına maruz kalan kadınların mevcut düzende çıkış yolu bulmaları kolay değildi. Örneğin kadınların ortalamada erkeklere göre daha iyi eğitimli olmalarına rağmen özel ve kamu şirketlerinde üst düzey görevlerdeki oranı azdır. Halka açık özel şirketlerde kadın üst düzey yönetici oranı 1999’da %9 iken 2010’da %12’ye yükselmiş olsa da Fortune 500 şirketlerindeki ortalamanın (%16) altındadır. 2014 verilerine göre Çin’in en büyük üç yüz şirketinin %40’ından fazlasının yönetim kurullarında kadın üye yoktur.
Ancak özellikle son on yılda internet ve dijital teknolojilerin yaygınlaşması ve küreselleşme ile şekillenen yeni ekonomi genel olarak kadınların, özel olarak da “evde kalmış kızların” makus talihlerini yenmelerine yardımcı olacakmış gibi gözüküyor.
Ekonomide küreselleşmenin getirdiği avantajlardan yararlanmada kadınlar erkeklerden daha önde. Örneğin Tsinghua Üniversitesi’nden Dr. Kaiping Peng’e göre Şangay ve Pekin’de uluslararası şirketlerde çalışan Çinlilerin yaklaşık %70’i kadınlardır.[12]
Öte yandan kadınlar dijital ekonominin sağladığı girişimcilik fırsatlarını daha iyi kullanıyorlar. E-ticaret platformlarında yeni kurulan işlerin %55’i kadınlara ait. Çin’in önde gelen online alışveriş sitesi Taobao’da ürün satışı yapanların yarısından fazlası kadınlar.
Temmuz 2020 itibarıyla Çin’de tüketim malı satışlarında online ticaretin oranının %25’e yükseldiği düşünülürse kadın müteşebbislerin yeni ekonominin nimetlerinden daha fazla yararlanmayı sürdüreceği söylenebilir.[13]
Kadınlar e-ticaret platformlarında tüketici olarak da önemli bir ağırlığa sahipler.
Müesses nizama karşı
2015 verilerine göre Çin’de evlenmemiş kadın ve erkeklerin toplam sayısı 200 milyonu buluyor. Dünyadaki pek çok ülkenin nüfusundan fazla olan bu bekarlar ordusu Çin’in nüfusunun yaklaşık %15’ine tekabül ediyor.
20’li yaşlarındaki şehirli kadınların neredeyse %30’u bekar ve bunların önemli bölümü iyi eğitimli ve yüksek gelir sahibi.
Aile ve çevre baskısına boyun eğmeyip bekarlığı bir tercih olarak sürdürebiliyorlar. Evliliği bir zorunluluk olarak değil, ancak kendi istekleri doğrultusunda kurulacak bir birliktelik olarak değerlendiriyorlar. Sayıları giderek artan bir kesim bu. Gündelik hayat içinde olsun sosyal medyada olsun kendi durumlarını vurgulamaktan kaçınmıyorlar.
Çin’de evlilik dışı çocuk sahibi olmak çocuğu nüfusa kayıt ettirmede ve eğitim gibi hizmetlerden yararlanmada sıkıntılara sebep oluyor. Eyaletler ve şehirler bazında farklı ve ayrımcı uygulamalar yapılabiliyor.
Taşıyıcı annelik de, kadınların yumurtalarını ileride çocuk sahibi olabilmek amacıyla dondurtmaları da yasal değil. Evli olmayan kadınların tüp bebek sahibi olması da pek mümkün olmuyor.
Çin Halk Kongresi üyesi Huang Xihua’un geçen yıl evlilik dışı doğan çocuklara yapılan ayrımcılığın giderilmesi için verdiği teklif sosyal medyada geniş tartışmalara yol açmıştı. Erkekleri metreslerinden çocuk sahibi olmaya teşvik edeceği gerekçesiyle bu öneriye karşı olan bir kesim dışında teklif, özellikle şehirli kadınlardan olumlu destek gördü. Bekar kadınlara yumurta dondurma ve tüp bebek tedavisinden yararlanma hakkı verilmesi de gündeme geldi.
Yönetimin yaşlanan nüfus nedeniyle 2015’ten itibaren tek çocuk uygulamasını sonlandırıp nüfusu en azından 1,4 milyar düzeyinde tutma hedefiyle doğumları teşvik etmeye başlaması bekar kadınların taleplerinin karşılık görme ihtimalini artırıyor.
Ekonomik olarak güçlendikçe kadınların kendilerine ataerkil toplum düzenince biçilen rolü ret etmeleri de yaygınlaşıyor. Bunun bir başka tezahürünü mevcut evliliklerde görmek mümkün. Özellikle son on yılda kadınların boşanma eğiliminin artığı gözleniyor. 2006’da binde 1,5 olan boşanma oranı 2018’de binde 3,2’ye yükselmiş durumumda. Boşanma sürecini başlatan genellikle kadınlar. Örneğin Pekin’de 2017 yılında boşanma davalarının %74’ünü kadınlar açmış.
Çin’de halihazırda kadınların toplam milli gelire katkısı %41 düzeyinde. Bu, Kanada, ABD ve Avrupa’daki pek çok ülkeden daha yüksek bir oran. Bu oran muhtemelen artmaya devam edecek.
Kadınların milli gelire katkısı artıkça Konfüçyüs’ün kemiklerinin sızısı da artacak gibi gözüküyor.
[1] 10. yüzyılda önce saray ve çevresindeki soylu sınıfında başlayan bu gelenek daha sonra halk arasında yaygınlaştı. Neredeyse bebeklikten itibaren bağlanarak deforme olan ayaklar nilüfer görünümü alıyor, kadınların ancak küçük adımlarla yürüyebilmesi dışında bütün hareketlerini kısıtlıyordu. Küçük ayaklı kadınlar erkekler tarafından en fazla tercih edilenlerdi. Küçük adımlarla yürüyüşün feminen bulunmasının yanı sıra ayakların cinsel obje olarak işlev görmesi de söz konusudur. Buna dair özellikle Çing Hanedanı döneminde geniş bir müktesebat vardır.
[2] “Kadınların Toplumsal Konumları Üzerine Üçüncü Dalga Araştırma Sonuçları”, Tüm Çin Kadınlar Federasyonu, Ulusal İstatistik Bürosu, Ekim 2011.
[3] “2014 Dünya Değerler Anketi”. Suudi Arabistan ve Endonezya’nın verileri yer almıyor.
[4] Deng’in pragmatik faydacılığını en iyi ifade eden sözlerinden biri: “Kedinin renginin siyah mı beyaz mı olduğu önemli değildir, önemli olan fareleri yakalamasıdır.”
[5] Sanayi üretiminin yoğunlaştığı kıyı şeridindeki şehirlere Çin’in iç bölgeleri ve kırsal kesimlerden yoğun işçi göçü olur. Bu işçiler Çin Yılbaşı’sı döneminde memleketlerine dönüp birkaç haftayı aileleri ile birlikte geçirdikten sonra tekrar fabrikalarına gelip işbaşı yaparlar. Yıl boyunca da fabrikaların yatakhanelerinde kalırlar.
[6] Los Angeles Times, 29 Aralık 2013.
[7] "Çin İstatistik Yıllığı", 2019. 2018 verilerine göre toplam nüfus 1.395.380.000. Kadınların sayısı 681.870.000.
[8] Marshall, Andrew. "Little Emperors", The Times, 29 Kasım 1997.
[9] “Kadınların Toplumsal Konumları Üzerine Üçüncü Dalga Araştırma Sonuçları”, Tüm Çin Kadınlar Federasyonu, Ulusal İstatistik Bürosu, Ekim 2011.
[10] Yue Qian, "Marriage Squeeze for Highly Educated Women?”, Gender Differences in Assortative Marriage in Urban China, The Ohio State University, 2012.
[11] “China's 'leftover women', unmarried at 27”, BBC News, 21 Şubat 2013.
[12] “Women in China Contribute More to GDP Then in the US Viewing Them as ‘Leftover’ is Problematic”, Forbes, 16 Nisan 2018.
[13] “China offers glimpse into post-coronavirus retail industry, Bain report says”, CNBC, 20 Ağustos 2020.
Kaynakça
Gender Equality and The Labor Market, Woman, Work, Migration in the People’s Republic of China, ILO, 2017.
Roseann Lake, Leftover in China: The Women Shaping the World’s Next Superpower, W. W. Norton & Company, 2018.