Başka Bir Şehir, Başka Bir Ülke: Çin

Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.

Bu şehir arkandan gelecektir.

Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın. Aynı mahallede kocayacaksın. Aynı evlerde kır düşecek saçlarına. Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.

Başka bir şey umma. Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.

Kavafıs, “Şehir”

 

Dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip ülkeler sıralamasında birinci, karasal alan yüzölçümü itibarıyla üçüncü, hızla gelişen ve üretime dayanan ekonomisiyle ABD’nin ardından ikinci büyük ülke: Çin.

Beş bin yıla dayanan uygarlıklarıyla UNESCO dünya kültür mirasına kayıtlı en fazla sit alanı bulunan (İtalya’yla aynı sayıda; 55) ancak bu kadim kültürüne, bunca büyüklük ve gücüne rağmen az tanıdığımız bir ülke: Çin

Çin, doğal coğrafyasının getirdiği dışa kapalılığı her alanda yansıtan bir ülkedir. Öyle ki ülkeye turist olarak gitmek bireysel olarak mümkün olmayıp, seyahat boyunca gidilecek güzergâhın planını resmî kurumlara önceden bildiren ve gerekli izinleri alan tur şirketleri aracılığıyla yapılmaktadır. Üstelik bütün dünyayı kasıp kavuran Covid-19 salgınında, başta sınır kapatma olmak üzere, seyahat kısıtlarını en radikal uygulayan ülkelerden biridir. Hal böyleyken burada edinilen deneyiminin sınırlı sayıda olması, gerek dil problemi gerekse internet yasakları gibi olumsuz faktörlerin etkisiyle bilginin dışarı çıkmasının zor oluşu dikkate alındığında, ülkedeki olağan hayata dair edinilen bilgi sınırlıdır.

Yaklaşık iki senedir iş nedeniyle bir ayağım Çin’de, bir ayağım İstanbul’da yaşıyorum. Bu yazıyı yazmaktaki amacım, Çin’i, insanını, alışkanlıklarını, kültürünü, davranış biçimlerini, hayallerini, yabancıya bakış açılarını anlamak ve anlatmaya çalışmak olup, malzememi gözlemler, kitaplar, yaptığım sohbetler, ülke içindeki seyahatler ve yaşamın içinden bizzat edindiğim deneyimler oluşturmaktadır. Umarım bunları kıvamında kullanarak ortaya keyifli bir içerik çıkartabilirim. Yazıyı okuduktan sonra içinizde bir merak, zihninizde imgeler, gönlünüzde, vaktin nasıl geçtiğini anlamadığınız o keyifli anlardakine benzer bir duygu oluşursa, benim için sonuç iyi demektir.

Çin ve karantina

Çin’in Wuhan kentinden dünyaya yayıldığı düşünülen koronavirüsle ilgili hatırlayacaksınız, 2020 Ocak ayında kent karantinaya alınmış, ilk tecrit önlemleri başlamıştı. Sonrasında bunu sert ve kısıtlayıcı başka önlemler takip etti. Çin’in kalabalık nüfusu ve yeni yılda 300 milyon insanın, çalıştıkları yerlerden ailelerinin yaşadığı yerlere seyahat ettiği düşünülürse, alınan önlemler bu kadar sıkı olmasaydı hastalığın seyri nasıl gelişir ve bunun Çin ekonomisine etkisi hangi düzeyde olurdu tahmin etmek zor değil.

8 Aralık 2020 THY, İstanbul-Guangzhou seferiyle Çin’e gitmek üzere yola çıktım. Guangzhou’ya vardığımız gibi pasaport kontrolümüz ve ateş ölçümlerimiz yapıldı. Hemen ardından, alanın içinde oluşturulmuş poliklinik benzeri bir yerde hem boğaz kültürü hem de kandan bakılan Covid testine tabii tutulduk. Ülkeye giriş yapabilmek için ölçüm sınırının 37 derece olduğunu, oğlumun ateşinin 37,2 derece çıkmasıyla öğrendim. O andan itibaren kendimizi Çin’in bu işi ne kadar sıkı tuttuğunu deneyimlememizi sağlayacak bir maceranın içinde bulduk. Bizi diğer yolculardan hemen ayırdılar. Testlerimizi yaptıktan sonra da bırakmadılar. Bir görevli eşliğinde bindiğimiz ambulansla en yakın hastaneye doğru yola çıktık. Başımıza ne geleceğinden habersiz olmanın verdiği kaygının etkisiyle yolda Türkiye Konsolosluğu’na ulaşarak durumumuzu anlattık. Hastanede yattığımız üç gün boyunca konsolosumuz sağlık durumumuzu takip etti. Ancak yapılan tüm testlerin negatif çıkması, uygulanan prosedürü değiştirmedi. Üç gün boyunca her gün test yapıldı. CT cihazıyla akciğer tomografisi çekildi. Üçüncü günün sonunda iyileştiğimiz için değil -zaten hasta değildik-, prosedür tamamlandığı için otel karantinasına geçebildik. Yattığımız hastanenin koşulları son derece kötüydü. Öyle ki banyo yapma imkânı bile yoktu. Hastaneye, bu kötü koşullar için toplam üç bin yuan ödedik.

Karantina otellerini düşük riskli ve yüksek riskli olarak iki gruba ayırmışlar. Hastaneden ambulansla gittiğimiz karantina oteli, düşük risk grubu içindeydi. Dışarıdan yemek söyleme imkânı, ailenin aynı odada kalıp kalamaması ve başka detaylar buna bağlı olarak değişmekteydi. Odamıza yerleşip eşyalarımızı boşalttıktan kısa bir süre sonra kapımızda beliren Çinli yetkililer, uçakta bize yakın koltuklardan birinde pozitif vaka tespit edildiğini, bizim de prosedür gereği yüksek risk grubu otele geçeceğimizi söyleyerek, bizi tekrar ambulansa bindirip diğer otele götürdüler. Otelde kaldığımız on dört gün boyunca dört defa test yapıldı. Oda kapılarına çıkıp birbirimizle konuşmamız yasaktı. Bu yüzden çokça uyarı aldık. Otelin sivil devlet yetkililerince denetlendiği, kamera kayıtlarının izlendiği, oda kapımıza çıktığımızın görülmesi halinde hem otelin ceza alacağı hem de bizim karantina sürecimizin baştan başlayacağını ifade ettiler. Kaldığımız süre boyunca, günde üç defa ateş ölçümü yapanlar, sabah akşam kötü kokulu bir dezenfektanla odayı ilaçlamak üzere gelenler ve kapımıza yemek bırakanlar dışında kimseyle temasımız olmadı. Süreci tamamlayarak Nanjing’e geldikten sonra, takip eden on dört gün boyunca şehir dışına çıkmamız yasaktı. Karantina bitiş işlemleri sırasında bize bildirdikleri iki tarihte, Nanjing’deki kontrol noktalarına giderek yine test yaptırdık. Yani yaklaşık bir ay boyunca Covid takibi yaptılar.

11 Şubat 2021 tarihinde Çin’de Öküz yılına girildi. Yeni yıldan bir hafta önce şehrin tüm caddeleri, resmî yerler kırmızı öküzlerle süslendi ve bir yandan da Covid önlemi olarak şehirlere çıkış yasağı getirildi. Öncelikle şunu belirtmem lazım, bu ülkede devlet tarafından “öneri” olarak resmî kurumlara tebliğ edilen her şey uygulanması zaruri kurallar anlamı taşır. Zaten halk bunu o kadar içselleştirmiştir ki uygulamak için hiyerarşik bir emir komuta zincirine gerek kalmaksızın bir yerlerden kulaklarına gelmesi yeterli olur.

Her türlü kamusal alanda maske takmak zorunluluğu mevcut olup müzeler, sinema, restoran, bankaya girerken ya da toplu ulaşım araçlarına binerken yeşil “health code” (“sağlık kodu”) gösteriliyor. Güncel olması için on dört günde bir Alipay üzerinden bilgilerinizi yenileyerek, kodu baştan almanız gerekiyor. Bir şehirden başka bir şehre gittiğinizde, şehre giriş yerlerinde kurulan kontrol noktalarında o şehre ait yeşil sağlık koduna geçiliyor. Bunu yapmak için pasaport numarası, telefon numarası gibi bilgilerinizi sisteme girerek, kodunuzu o şehir için yeniden düzenliyorsunuz. Sanırım bu büyük nüfusa rağmen bu kadar az vaka görülmesinin en önemli sebebi, katı kurallarla işleyen takip sistemleri. Kurallar, eyaletlere bağlı olarak değişiklik gösteriyor. Örneğin bizim yaşadığımız Nanjing şehri, Jiangsu eyaleti içinde ve bu eyalette otele giriş yaparken sadece sağlık kodunu göstermek yetmiyor. Otelin resepsiyonunda bulunan QR kodunun WeChat üzerinden taranmasıyla, nerelerde bulunduğunuz kayda geçiriliyor (Salgın Kontrol Güzergâh Hattı). Bu şekilde geçtiğiniz güzergâh izleniyor ve herhangi bir vaka çıkması halinde sizin sağlık kodunuz da kırmızıya dönüyor. Pekin’de ocak ayı içinde görülen beş vakaya karşılık 800 bin kişiye test yapıldığını ya da bulunduğumuz şehirde bir spor öğretmeni pozitif çıktığı için çalıştığımız kurumun yemekhanesinin bir hafta boyunca kapandığını biliyoruz. İlgili kurumda çalışan kişilerden birinin çocuğunun o spor hocasından ders alması, bu tedbiri almak için yeterli görülüyor. Elbette bu ve bunun gibi birçok uygulama Çin’i bir yandan da kaçınılmaz olarak açık hava hapishanesine çeviriyor.

Çinlilerin bu durumdan ne kadar şikâyet ettikleri tartışılır. Beş bin yıla yayılan geçmişlerinde toplumsal uyum, devlete saygı, hiyerarşik düzene olan inanç, anavatana sadakatle hizmet etmek, geleneksel değerlerini oluşturuyor. Dolayısıyla devletin koyduğu kurallara itaat etmek tartışmasız kabul gören bir tutum olarak herkes tarafından uygulanıyor.

M.Ö. 551-479 yılları arasında yaşayan, toplumsal fikirlerini yaymak için tüm Çin’i dolaşarak üç bin öğrenci yetiştiren Konfüçyüs, Çin’deki bu bakış açısının mihenktaşıdır. Toplumunda aile temel birim olup, ana baba saygısı ahlâk düzeninin temelini oluşturmaktadır. Konfüçyüs ve takipçileri, evlada yaraşır anne-baba saygısını davranışlarında düstur edinmiştir. Hükümdara ve devlete bağlılık bunun tamamlayıcısı olmuştur. Öğrencileriyle olan konuşmalarından derlenmiş Lun Yu adlı kitabında hiyerarşik düzeni savunan düşünür, şöyle diyor: “Hükümdar hükümdar gibi olmazsa, tebaa tebaa gibi olmaz; baba baba gibi olmazsa evlat evlat gibi olmaz” (Kavala, 2015).

Çin kültüründe yurttaş olmak, arkadaş, baba-oğul, karı-koca, kardeş olmak hem imtiyaz hem de sorumluluk taşır. Bu bağlılıklar sistemi içinde yaşarlar. Törenler bu bağlılıkları kontrol eder ve ihmalini yasaklar. Bugün Çin’de hâlâ, üç beş kişi çalışan yerlerde sabah dükkân açılırken yapılan beş dakikalık içtima, askerlikten aşina olduğumuz hiyerarşik düzenin tipik bir örneğidir. Ekibin lideri ya da şeflerinin huzurunda yan yana sıraya dizilerek, onun söylediği sözleri tekrar ettikten sonra, rahat komutu olduğunu zannettiğim kelimenin ardından görevlerine dağıldıklarını, orta ölçekli bir restoranda dahi gözlemleyebilirsiniz. 

Ancak şunu da belirtmek gerekir ki otoriteye itaat önemli diye anlattığımız bu kültür, aynı zamanda köylü isyanlarıyla otoriteye başkaldıran ve yeni hükümdarlıklar kuran bir toplumun kültürüdür. Çin tarihinin Spartaküs’ü olarak bilinen Chen Sheng “Her insanın hükümdar olma hakkı vardır,” diyerek daha sonra Han Hanedanlığı’nı kuracak olan Liu Bang’e ilham vermiştir. Bu hanedanlık döneminde kâğıt icat edilmiş, kâğıdın icadıyla birlikte o dönem Batı dünyasıyla arasındaki fark kapanmıştır. Tarihte Çin seddi, Büyük Kanal gibi çılgınca projeleri gerçekleştiren Çin, 1023 yılında dünyanın ilk kâğıt parasını kullanan ülkedir. Tıpkı bugün kâğıt paranın pratikte tedavülden kalkışını ilk uygulayan ülke olmaları gibi.  

Geleneksel değerlerini ve içine doğdukları coğrafyayı dikkate alarak, günümüzün hız ve teknoloji çağının Çin halkını nasıl etkilediğine bakmak üzere, şimdi bir satır başı yapalım.

                                                                     ***

 Çin’de Doğmak, Çinli Olmak

İbn-i Haldun’a atfedilen, “coğrafya kaderdir” sözü, bir kültürün ve toplumun bulunduğu coğrafyanın özelliklerine göre şekillendiğini çok güzel ifade etmektedir. Bu söz üzerine pek çok şair, yazar, düşünür söz söylemiştir elbet ama ben buraya Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinden kısa bir parça eklemek istiyorum. 

İnsan yaşadığı yere benzer

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer

Suyunda yüzen balığa

Toprağını iten çiçeğe

Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine…

İki yıl önce Çin’e ilk geldiğimizde evin ihtiyaçlarını gidermek üzere, alışkanlıklarımıza en uygun yer olan IKEA’yı tercih etmiştik. Her türlü dünya markasının, ürünlerini Çin’in kültürüne göre uyarladığı bu ülkede IKEA’nın İstanbul’dakiyle birebir aynı olması, o gün ayırdına vardığım bir durum değildi. Mağazanın içindeki eşyalardan ziyade, alışveriş yapan Çinlileri gözlemlemek daha çok ilgimi çekiyordu. Derken tam yanımda bir adam, öksürükler eşliğinde boğazını temizleyerek, mağazanın içinde olduğuna aldırmaksızın, yere tükürdü. Bunu o kadar olağan yapmıştı ki benim şaşırarak onu izlemem, sanırım onun hareketinden daha tuhaf bir davranıştı.

Yere tükürmeleri, yüksek sesle konuşmaları, başlarını cep telefonundan kaldırmaksızın seyahat etmeleri, sizin Çince bilip bilmediğinizi umursamadan kendi dillerinde bir şeyler anlatmaları, derdinizi anlatamadığınız ve onları anlamadığınız her durumda yanlarındakiyle gülüşmeleri, bilmediklerini söylemekten kaçındıkları için her şeye tamam demeleri, sokaklarda bizim pijamaya benzettiğimiz kıyafetleri gayet rahat bir biçimde giymeleri, kahveyi soğuk, suyu sıcak içmeleri, sigara tiryakilikleri, öğlen uykuları, arabaları sürekli şerit değiştirerek ani frenlerle sert kullanmaları, pratik zekâyı işin içine katmaksızın işlerini mekanik bir şekilde, görev bilinciyle yapmaları, erkeklerin kadınların kol çantalarını taşımaları, kadınların sürekli fotoğraf için eşlerine poz vermeleri, hamburgeri ellerine poşet takarak yemeleri, sabah termoslarına doldurdukları yeşil çayı üzerine sıcak su ekleyerek akşama kadar içmeleri, karaoke sevmeleri size bir çırpıda sayabileceğim özellikleri arasındadır.  

Elbette bu davranış kalıplarının muhtelif sebepleri var. Kültür dediğimiz şeyi coğrafyadan bağımsız düşünemeyiz. 9,6 milyon kilometrekare yüz ölçümüyle Kanada ve Rusya’nın ardından en büyük topraklara sahip olan, batısı Himalayalarla, kuzeyi Gobi Çölü’yle, doğusu okyanusla kapalı bu coğrafya, tarih boyunca Çin insanını dışa kapamış, diğer halklardan soyutlamıştır. Ancak yaşadığımız çağdaki teknolojik hız, mesafelerin önemini azaltırken, o coğrafyada yaşayan insanları da dünyanın geri kalanıyla birbirine daha benzer hale getirmiştir. Hunların akınlarına karşı inşa edilen Çin Seddi, “yabancıyı” Çin’den uzak tutarak, halkı dış etkilerden korumaya o gün yeterken, bugün hiçbir duvar, insanları diğerleriyle etkileşimden ve bu etkileşimin sonuçlarından biri olan “tek tip” insan modelinden koruyamamaktadır.

Ailevi ilişkilerin ön planda olduğu, sabit ve hiyerarşik toplumsal organizasyon yapısının bu coğrafyada güçlenmesinin bir nedeni de tarım üretiminin tarih boyunca ekonominin altyapısını oluşturmasıdır. Örneğin, Çin’in üçüncü altın çağ dönemi diye bilinen Song dönemindeki kalkınmanın asıl kaynağı, güney Çin’de pirinç hasadının yaygınlaşması ve buna bağlı yaşanan tarımsal bolluktur (Kavala, 2015).

Çinli düşünür Feng Youlan, Türkçeye çevrilen Çin Felsefesi Tarihi adlı eserinde, “çiftçiler taşınmaz olan kendi topraklarında yaşamak zorundadır. Bir kimse eğer özel bir yeteneği yoksa ya da şanslı biri değilse, babasının ve dedesinin yaşadığı, çocuklarının da yaşamaya devam edeceği yerde yaşamak zorundadır” diyerek, Çin düşüncesinin tarım toplumu düşüncesine uygun şekillendiğini ifade eder. Ancak günümüzde kırsal kesimde yaşayanların şehirlere taşınmasıyla kentleşme oranı hızla artmaktadır. Nüfusun %61’i kentlerde yaşayan ülkede, gayrisafi milli hasılanın içinde tarımın payı %9’a düşmüştür. Kırsaldan gelen göçmenlere, gelecek vadede daha yüksek ücretli iş imkânları yaratmak, öncelikli çözüm bulunması gereken ekonomik durumlardan biri olarak gözükmektedir. Ticari büyümenin en büyük itici güçlerinden biri, bu göçün de etkisiyle kentlerdeki yapılaşmadır. Şehirlerin hemen dışında onlarca, hatta yüzlerce konut projeleri yükselmektedir.

Köy yaşamına devam edenler genelde aile büyükleridir. Yeni yıl kutlamalarında elektrikli motorumla ulaşabildiğim onlarca köyde hep aynı şeyi gördüm: lüks araçlar ve kırmızı kutularda hediyeleriyle anne-babalarını ziyarete gelen kentli çocuklar. Köy evleri tek katlı ve önünde avlusu olan geleneksel biçimdedir. Bahçe kapısından girilen taş bir avlu ve avluya asılmış iplerde kurutulan ördek ve balıklar, içeri gireni selamlar. Bahçeden bir iki basamak çıkarak eve girilir. Ortasına büyük bir yemek masası konmuş, evin diğer odalarının oraya açıldığı bu giriş, kare şeklindedir. Çinlilerin çok sevdiği bir strateji oyunu olan “Go” ve “Mahjong” oyununun tahtalarına, hatta oynayanlara avlularda rastlayabilirsiniz. Kapılarının önünde mutlaka elektrikli motorları bulunmaktadır. Hatta bazıları üç tekerlekli ve arkası bir şeyler taşımaya elverişli kasalar konmuş haldedir. Kış çetin geçtiği için ellerini ve bacaklarını korumak üzere motorlara yorgan benzeri örtü geçirilir.

Göç nedeniyle şehirlerde biriken nüfusu kontrol altına almak için bazı büyük şehirlere nüfus sınırı konmuştur. Örneğin Şangay ve Pekin bu şekilde yönetilmektedir. Ölüleri şehirlere gömmek hemen hemen bütün eyaletlerde, yer problemi nedeniyle yasaklanmış olup gömme merasimi sadece köylerde yapılabilmektedir. Şehirlerdeyse, en güzel giysilerini giydirdikleri, makyaj yaptıkları ölülerin, aile üyelerinin yaptığı kısa bir konuşmanın ardından ve üzerinde aile fertlerinin isimleri yazan beyaz çiçeklerden oluşan çelenklerle birlikte krematoryumlarda yakılması, cenaze törenini oluşturmaktadır.  

Batılı ülkelerin aksine, halkın devlet için var olduğu inancı, yeni nesilde halen mevcuttur. İş hayatındaki hiyerarşik düzen içinde patronlarını eleştirmek uygun bir davranış değildir. “Batılı ve Doğulu davranış farkı nasıldır?” diye sorduğum Çinli iş arkadaşım, “Doğrudan konuşan Batılı, dolaylı konuşan Doğulu demektir,” diyerek sorumu bir cümleyle cevaplamıştı.

Toplumu etkin bir biçimde düzenlemek isteyen Konfüçyüs öğretisi kadar güçlü bir diğer dünya görüşü Taoizm’dir. Taoculuğu bir yönüyle, hayatı doğal akışına dokunulmaksızın akarsuyun içinde bir damla gibi yaşamak şeklinde ifade edecek olursak, günümüz Çin insanındaki karşılığı belki de “aldırış etmemek” ve “uyum” olarak ifade bulabilir. Gerçekten de ister sokaklarda şarkı söyleyerek dans edin ister siz de pijamanızla gezin kimse size dönüp bakmaz.

Günümüz Çin’inde para kazanmak, zengin olmak insanların en büyük hayalidir.

Hatta kendileriyle ilgili zenginlik isteğini, “patronuma daha çok yardım ederdim, o daha çok para kazansın ki ben de kazanayım,” diye ifade edenler azımsanmayacak sayıdadır.

Hazırladığım Çince soruları sokaklarda, kafelerde dolaşarak birçok kişiye sordum. Bu sorulardan biri, “En büyük hayaliniz nedir?” sorusuydu. Soruya en sık verilen cevap: “Milyoner olmak!” Kadınlardan bazıları sorumu, varlıklı biriyle evlenmek olarak yanıtladı. Hatta zengin olma hayali, ölümden sonrasına dair inançlarında bile var.

“Eğer doğru ve erdemli bir insan olarak yaşadıysan, zengin olarak yeniden doğarsın.”

“Erdemli insan olmaktan ne anlamalıyım?”

“Paranı başkalarıyla paylaşmak, çalmamak, tapınaklara bağış yapmak, kadın için kocasına, erkek için partiye sadık olmak.”

“Ya kötü bir insan olarak yaşayanlar?”

“Onlar için üzgünüm, domuz olarak yeniden dünyaya gelecekler ve biz de onları yiyeceğiz!”

Öldükten sonra domuz olarak mı yoksa zengin olarak mı dünyaya geleceklerini bilmemiz mümkün olmasa da bugün yaşadıkları hayata dair birtakım gözleme dayalı bilgiler elimizde mevcuttur.  

Öncelikle gelir dağılımı arasındaki fark dikkat çekicidir. Aynı muhitte bir kısım insan lüks araçlarla seyahat edip müstakil evlerde yaşarken, hemen yanı başında balkonu dahi olmayan evler, simsiyah olmuş tencerelerde pişen yemekleri servis eden lokantalar, kâğıt toplayıcılar, sokağa açtığı tezgâhlarda sebze, meyve satanlar, metro girişlerinde çiçek, kumpir, kestane satıcıları peş peşe sıralanmıştır. Hatta öyle ki iki marketin birinde tek limon on yuana satılırken hemen yanındakinde kilosuna aynı ücreti ödeyebilirsiniz. AVM ve yer altı çarşılarının yan yana sıralanmış giriş kapılarından girenleri kısa bir süre gözlemlemek bile bu durumu fark etmek için yeterlidir. Sınıf farkı sokağa adım attığınız an sadece göze çarpmakla kalmaz, göze girer.

Bu sınıfsal uçurum nasıl oluyor da toplumsal bir isyana sebep olmuyor diye düşünebilirsiniz. Çinli arkadaşımın bu soruya verdiği, “Her sınıf eskiye göre bugün daha iyi bir durumda ve daha iyi olacaklarına dair inançları var,” şeklindeki yanıt, kişi başına milli gelirde elde ettikleri artışa bakılırsa, bu inançlarının yersiz olmadığını gösteriyor. Ülkenin 1960 yılında 90 dolar olan kişi başına milli geliri, 2019 yılı itibarıyla 10,410 dolara yükselmiştir. Karşılaştırma yapabilmek açısından aynı dönemler için Türkiye verilerini de paylaşmak istiyorum: 1960 yılında 509 dolar olan kişi başına milli gelir, 2019 yılında 9,127 dolara ulaşmıştır. Çin hem yüzdesel artış hem de mutlak değer olarak ülkemizle kıyaslandığında çok daha yüksek bir ivme yakalamış durumdadır.

Yollarda sürekli yeni inşa edilen binalar göze çarpmaktadır. Her biri otuz kat civarında yan yana bloklardan oluşan bu siteleri, Nanjing’den Xi’an’a yaptığım beş saat süren hızlı tren yolculuğu boyunca kesintisiz bir şekilde gördüm. Kesintiye uğradıkları tek yer, aralarından zaman zaman geçen pirinç tarlalarıydı. Nanjing’de şehir merkezi dışında inşa edilen bir projenin satış ofisine girip fiyatlarını sorduğumda, metrekare satış fiyatının 9 bin yuan olduğunu öğrendim. Proje, 120 ve 140 metrekare seçenekleri sunan iki tip daireden oluşuyordu. Yani böyle bir kutuda yaşamak için 1 milyon yuanı gözden çıkartmanız gerekiyor. Ülkede tek tek apartman görmek mümkün değil. Komünist rejimin kolektif yaşam sistemine uygun olarak, gelir durumundan bağımsız, yaşadıkları evler hep site şeklinde gruplandırılmıştır. Bunun Covid salgınında faydasını da görmüşler. Sitelerin giriş çıkışının tek bir kapıda kontrol altına alınması, gerektiğinde bir emirle dışarı çıkışın yasaklanması, salgın sürecinde uygulanan tedbirlerden bazıları olmuş. Sitede özel güvenlik yoksa bile ellerindeki akıllı kartları kapıda okutarak turnikelerden geçiyorlar. Daha lüks sitelerde yüz tanıma ekranları bu işi görüyor. Yani site sakini değilse, bir yabancının oraya girmesi neredeyse imkânsız.

1979 yılında kültür devriminden sonra kolektif yaşamı teşvik etmek üzere dans toplulukları kurulmuş. Bugün Çin’de kentlerin belli cadde, park ve meydanlarında buluşan, orta yaş ya da daha üst grup insanları, dans kıyafetleri ve ellerindeki taşınabilir ses sistemleriyle, ritmik hareketlere kendilerini kaptırmış vaziyette görebilirsiniz. Kadınların saçlarının rengi ve modeli birbirine çok benzer, hatta öyle ki marketlerde saç boyası reyonunun önüne geldiğinizde, sadece iki çeşit renk (birbirinin tonu) seçeneği vardır. Peruk satan dükkânlar kuaförlerden fazla sayıdadır. Merak edip denemek için girdiğim bir dükkânda, saçları birbirine benzeyen orta yaşın üstünde iki kadın, gençliklerinin sırrını bana öğretmek için başlarındaki perukları aynı anda çıkarttıklarında, karşılıklı çok eğlenmiştik. Çin’de kulak temizliği ve masaj salonları en sık karşınıza çıkacak yerler arasında gelir. Buraların temizliği konusunda olumlu şeyler söyleyemeyeceğim ama geleneksel mesleklerini nasıl uyguladıklarını görmek açısından uğramanızı öneririm. 

Çin’de maaş sormak ayıp bir davranış olarak görülmez. Gelirlerine dair fikir edinmek açısından sokak anketimin ilk sorusu buydu. Temizliğe gelen bir kadın aylık 6 bin yuan, garson 6.700- 8.000 yuan arası, güvenlik görevlisi 7 bin yuan, bir şirketin muhasebesinde çalışan beyaz yakalı 10 bin yuan, emekli 6.300 yuan, masaj salonunda masaj yapan kadın 8 bin yuan kazanıyor. Temel ihtiyaçlarınızı karşıladığınız ortalama bir market alışverişi 300-500 yuan, otobüs bileti 1,6 yuan, orta sınıf bir otelin gecelik konaklama ücreti 200 yuan, dört kişilik bir ailenin yine orta düzey bir akşam yemeği 300-400 yuan. Bu rakamlara bakarsak Çin’de yaşamın ucuz olduğunu söyleyemeyiz. 

Çalışma sürelerinin azalması, zengin olma hayallerinin hemen ardından geliyor. Çalışma saatleri özellikle alt gelir grubu işlerde çok uzun. Güvenlik görevlileri günde on iki saat, masaj salonu çalışanları on iki-on beş saat, restoranlarda çalışanlar on-on iki saat çalışıyor. Üstelik çoğu kişi haftada altı gün işe gidiyor. Beyaz yakalılar da uzun çalışmaktan muaf değil. Yeni yıl ya da bayram tatilleri iş gününe denk geldiğinde, takip eden cumartesi, pazar mutlaka işe gelerek çalışmadıkları günleri telafi ediyorlar. Bu durum yine de diğer sektörlerle mukayese edildiğinde finans sektöründe daha insaflı. Çünkü özellikle üretim sektöründe çalışan işçiler, fabrikaların bulunduğu şehirlerde yaşıyor ve ailelerinin yanına sadece Çin yeni yılında gelebiliyorlar. Üstelik Covid nedeniyle iki senedir bunu da yapamıyorlar.

Yazının başında belirttiğim zengin olmak en büyük hayal olunca, rekabet kaçınılmaz. Örneğin teknoloji firmalarında yöneticilerin hiç izin kullanmadan çalıştığını biliyoruz. Sabah dokuz akşam dokuz, haftada altı gün anlamına gelen “9-6-9” lafı var. Bizdeki 7-24 gibi. Belki bu rekabetin sonucu olarak okudukları kitapların içinde iş geliştirme gibi teknik ağırlıklı kitaplar önemli yer tutuyor. Hangi yazarları okuduklarını sorduğumda, beyaz yakalıların verdiği cevapların içinde bu tarz kitapların adı geçmişti. Çin edebiyat tarihinde önemli yeri olan dört büyük klasik eserden ikisinin yazarı Luo Guanzhong ve Mao’nun yazdığı kitapları okuduğunu söyleyenler de mini anketimin cevapları içindedir. Bu cevaplar sayesinde tanıdığım Tayvanlı yazar King Yao, Lao She, Bin Xin’i de listeme eklemek isterim. Çinli iş arkadaşlarım bu konuda, okul eğitimi sırasında klasik eserleri zorunlu olarak okuduklarını ama sonrasında kitap okumayı sürdürmediklerini, genelde kitap okumak yerine cep telefonunda kısa videolar izlediklerini, hatta bunun on iki saniyeden kısa TikTok videoları olduğunu belirttiler. Birikim Güncel’de yayımlanan Çin’le ilgili bir makalede 2019 yılı itibarıyla 1 milyar 151 milyon kişide WeChat hesabı olduğu, WeChat’in 3,9 milyon adet mini program içerdiği ve en yoğun kullanılan on mini programın altı tanesinin oyun olduğu bilgisi Çin’de bu durumun ne kadar yaygın olduğunu gösteriyor (Kırımlı, 2020). Oyunlar kadar çok sevdikleri bir diğer eğlence dizi filmlerdir. Dizi filmlere o kadar tutkunlar ki trenlerde, metrolarda, kulaklık takmaksızın, yüksek sesle izleyenlere her yolculukta rastlamak mümkündür.

Beş bin yıllık bir kültürün üstünde yaşıyor olsalar da küreselleşmenin etkisinden onlar da kaçamamıştır. Tren yolu hattını kullanarak Avrupa’ya yapılan seferlerle ipek yolunu yeniden canlandırdıkları, dünyada birçok ülkenin enerji, otoyol ve köprü projelerine talip oldukları, yapayzekâ alanında önemli atılımlar yaptıkları, dünyanın en büyük ilk yirmi teknoloji şirketi listesinde dokuz firmayla yer aldıkları bir dönemden geçiyorlar. Çin üniversitelerine eğitim için gelen yabancı öğrenciler ve dünyanın diğer ülkelerine üniversite eğitimi için giden öğrenciler bu etkileşim ve entegrasyonu hızlandırıyor. 2019 yılında ABD’ye 370 bin Çinli öğrenci gitmiştir. Bugün neredeyse her metro istasyonu civarında bir Starbucks, KFC, McDonald’s, Pizza Hut görmek mümkündür. Bütün büyük şehirlerinin en işlek caddelerinde Gucciler, büyük zincir oteller ve diğer küresel lüks tüketim markaları yeni dünya düzeninin simgeleri dev binalarında yan yana poz vermektedir. Hatta Apple Store ve Huawei’nin, ışıltılı dev camlı cepheleriyle, aynı cadde üzerinde karşı karşıya konumlandığı bu rekabet, bir yanıyla ABD ve Çin’in bilgi çağındaki rekabetinin de sembolüdür.

İçinde bulunduğumuz dijital çağda, küresel rekabetin insanları “en iyi” olmaya zorladığı bu düzenin sonuçlarından biri de yaşadığımız topluma gitgide yabancılaşmaktır. Bu durum Çin halkı için de kaçınılmazdır. Belki cep telefonunda oyun oynayarak geçirilen uzun süreler, bu yabancılaşma duygusundan kaçmak için kullanılan savunmalardan biridir. Elbette henüz bu durum Çin’de dünyanın diğer taraflarında olduğu kadar büyük yaralar açmıyor. Çünkü hâlâ Çin insanı, eğer çok büyük bir emek sömürüsüne maruz kalmıyorsa, yaptığı işle bütünleşiyor, onu aşağılamıyor ve hatta gurur duyuyor. Yazının başında aktardığım Konfüçyüs öğretisi geleneklere bağlılığı ve toplumsal düzeni sağlaması için devlet tarafından günümüzde çok yoğun kullanılıyor.

Bazı panolar ve altlarında yazanlar şu şekilde:

Saygı: Saygı nedir? Yalan söyleme, dürüst ol, sabırlı ol karşı tarafın sözünü dinle.

Gelenek: Birbirine saygı göstermektir. Büyüklerini saymaktır.

Sıkı Çalış: Hayattaki en önemli şey çalışmaktır. Nasıl doğduğunun önemi yok. Sıkı çalışırsan her şeyi elde edersin.

İnsanları Kandırma: Dolandırma. Eşit davran. Herkes kendini geçindirmek için çalışıyor. Kendine yapılmasını istemediğini bir şeyi başkasına yapma.

Tasarruflu ol: Muhafazakâr yaşa. Gelenekçi ol. Geçmişine sahip çık. Bir pirinç tanesini bile harcama.

Bazıları da parti propagandası şeklinde, otobüs duraklarına ve metro istasyonlarına konmuş dev panolarda, kısa sloganlar şeklinde halkın zihnine yerleştiriliyor. İşte bunlardan bazıları:

Çin Rüyası - Yeni Hedef - Yeni Fikirler - Yeni Yerler - Yeni Çağ

Köklerini unutma - Hedefinden şaşma

Hedefini unutma - Görevinden şaşma

Köklerimi unutmam - Şirketimi iyileştirmek için çalışırım.

Köklerini unutma - Görevini hatırla.

Görevin nedir? İyi bir parti üyesi olacağım. Pozitif enerjili olacağım.

Her beş Çinliden birinin parti üyesi olduğu ülkede, parti üyesi olmak sağladığı avantajlar açısından önemli bir durum. Mesela aynı yetenekte iki çalışan varsa, parti üyesi olan işe alınıyor. Çalıştığın kurumda terfi almak için parti üyesi olmak zorundasın. Bu sene Öküz yeni yılına girerken parti üyelerine dağıttıkları defterin kapağında şunlar yazıyor: “Misyonunu unutma, görevinden şaşma.” “Komünist partiye üye olacağım ve söz veriyorum kurallarına uyacağım. Görevlerimi yerine getireceğim. Sonsuza kadar parti için savaşacağım. Parti için her şeyi feda etmeye hazırım.”

Davetli olduğum bir evlilik töreninde erkeğe, “Görevin nedir?” diye soruldu, o da “Partiye itaat,” olarak cevap verdi. 

Bunları okuduğunuzda sizin de aklınıza George Orwell’ın meşhur 1984 romanı geldi mi? Savaş Barıştır, Özgürlük Köleliktir, Cahillik Güçtür. Romanda kurulmuş distopik dünyada yaşayan “denetim ve gözetim toplumu” bugün gerçek bir dünyada, Çin’de, sosyal kredi sistemi içinde yaşıyor. Ülkede 567 milyon gözetim kamerası mevcut. Çağdaş Üngör hocamızın 11 Aralık 2020 tarihinde Stüdyo Singapur programı ve 27 Ekim 2020 Apple Podcast’te söylediklerinden kısa bir alıntı yapıyorum.

Sosyal ölçümlendirme görünüşte olumlu ancak içeriğe baktığımızda devletin kurallarına uyup uymadığını denetlemeye yarayan bir sistem. Bireysel hak ve özgürlüklerin Çin’de bir garantisi yok. Muhalefetsiz tek parti rejimi mevcut. Medya dördüncü kuvvet değil, sansüre tabi. Hangimiz tek parti rejiminin bu kadar bireysel alanımıza girmesini isteriz?

1984 romanının yaptığı çağrışımla, Nanjing’de 1865 adlı meydanda metal ve silah fabrikasının önüne konan şu heykelin altını da okuyalım mı? “Savaşı durdurmak için savaşıyoruz, diğer askerleri durdurmak için asker kullanıyoruz, barışı korumak için kılıcımız var.” Ve şimdi yine romandan bir alıntı: “Savaş savaştır, kan dökülür.”

Çin halkı, üzerlerindeki bu yoğun kontrol ve denetimin getirdiği baskıya, 1989 yılında demokrasi talep eden Çinli öğrencilerin, başkent Pekin’de Tiananmen Meydanı’nda yaptığı gibi acaba bir gün isyan edecek mi?

Benim buna vereceğim cevap bugün için hayır! Çünkü kurallara uyulması ve partiye itaat edilmesi şartıyla, partinin vaadi ve aynı zamanda toplumun en büyük hayali olan zenginlik, 2013 yılından beri her yıl %7 civarı bir büyüme ile sağlanmaktadır. Bugün dünyanın en güçlü ekonomileri arasında ilk sırada gelen ülke, dünyanın en büyük 5G ve M2M pazarıdır.

Çin’in ekonomik atılımını devam ettirdiği, zenginlik vaadini canlı tuttuğu sürece Konfüçyüsçü geleneğe yaslanarak, düzeni devam ettirmesi mümkün gözüküyor. Ancak Batı tipi yaşama öykünen gençler daha ne kadar iki bin kanallı Çin Merkez televizyonunun, merkezî propaganda dairesinin onayından geçmiş kanallarını izleyecekler?

Bunların hepsini elbette zaman gösterecek. Ama zaman dediğimiz kavram artık eski hızında akmıyor. Geliştirdiği teknolojilerle zamanın hızlanmasına katkı sağlayan Çin’e, bakalım zaman ne tür değişimler getirecek?

Son söz: Her ülke, kendi biricik tarihini, tıpkı her insan gibi biricik yaşıyor. Bütün bunların ötesinde her insan dünyanın neresinde yaşadığından bağımsız “insan gibi” yaşamak istiyor. Akşam evinde bir bardak çayını içmek, sıcak yatağında uyuyabilmek, hayal kurmaya yetecek kadar yaşama sevincini içinde taşıyabilmek… Nerede yaşarsak yaşayalım aslında hepimiz aynı ülkenin, aynı şehrin çocuklarıyız. Aynı sokaklarda dolaşıyor, aynı mahallede koşuyor, aynı evlerde saçlarımıza kır düşürüyoruz. Yeryüzünü tüketmeden ömrümüzü tüketebilmek ümidiyle…


Kaynakça

“Çin Halk Cumhuriyeti Yerel Yönetimler”, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/497329

cia.gov. (2021). 15 Şubat 2021 tarihinde https://www.cia.gov/the-world-factbook/countries/china adresinden edinilmiştir.

Fung, Y. (2009). Çin Felsefesi Tarihi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Hodous, Lewis. “Konfüçyüs Dini”, çev. Günay Tümer, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/764/9712.pdf

Kavala, F. (2015). Çin Kitabı Uygarlığın Beş Bin Yılı, Resse Kitap.

Kırımlı, Cevdet Kadri. (2020). “Çikolata Kaplanmış ‘Tele-Ekran’ WeChat ve Dev Gözetim Yapbozundaki Yeri”, Birikim Güncel, 17 Haziran, https://birikimdergisi.com/guncel/10156/cikolata-kaplanmis-tele-ekran-wechat-ve-dev-gozetim-yapbozundaki-yeri

Orwell, G. (2000). 1984, Can Yayınları.

Üngör, Çağdaş. (2009). “Çin ve Üçüncü Dünya”,  İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, sayı 41, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/5284

World Bank Open Data: www.data.worldbank.org