Bir grup sosyal-demokratın AKP’nin yaptığı milletvekilliği adaylığı önerisini kabul ederek, bu partiye üye olmaları, sağ ve sol kavramlarının anlamının kalmadığı temcit pilavının ortaya sürülmesine vesile oldu. Bununla eşzamanlı olarak, liberal sağ kanattan birkaç simanın CHP’ye geçmesi, bu görünümü güçlendirdi. “Sol sağ oldu, sağ ise sol” türünden cümleler havada uçuşmaya başladı.
Önce şunu hatırlatmakta yarar var. Solun ve sağın birbirinin yerine geçtiğini iddia etmek, sol ve sağın anlamının ortadan kalktığını ispatlamaz. Rakip siyasal partilerin birbirlerinin yerini aldığına inanılıyorsa, o yerlerin siyasal anlamları devam ediyor demektir. “Bu parti önceden soldu, şimdi sağ oldu” demek, sol ve sağın anlamının kalmadığını değil, o partinin siyasal yelpazede yer değiştirdiğini gösterir. Veya o parti olduğu yerde kalmaya devam ediyordur ama siyasetin anlam dünyası değişmiş ve bunun sonucunda aynı yerde kalan parti diğerlerinin sağında bir konumda kendini bulmuştur. Ertuğrul Günay’ın, AKP’ye girerken söylediği, “AKP, CHP’den daha solcu” iddiası, bu ikinci şıkka giriyor.
AKP programı, tabanı ve siyasal duruşu itibariyle sol bir parti olduğu için değil, CHP birçok konuda AKP’nin de sağına düştüğü için, Günay’ın söylediğinin bir anlamı var. Söz konusu olan, ilke, program ve dayandığı toplumsal sınıflar itibariyle yapılan bir sol ve sağ değerlendirmesi değil, göreli bir konum adlandırması.
Eşitlik, özgürlük, demokrasi, toplumsal dayanışma ideallerini siyasal, iktisadi ve sosyal alanlarda dile getiren, milliyetçiliğin her türlüsüne karşı duran, iktisadi gelişmeyi mülklülerin kazanımları hanesinden değil, bunun toplumun alt kesimlerinde yaptığı insani gelişme ve refah katkısı açısından değerlendiren siyasal hareketlere sol denir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, bugün AKP, CHP’den daha sol bir parti demek yerine, her ikisinin farklı biçimlerde, merkeze oynayan sağ parti olduklarını söylemek daha doğrudur. Siyasette sol ve sağın ötesinde yer almaya çalışmanın içi boş bir ortaya düşmek anlamına geldiğini de bu durum gayet iyi betimlemektedir.
AKP, kendini resmen muhafazakar olarak tanımlayan bir parti. Muhafazakarlığının yanında ikinci sıfat olarak demokratlığı benimseyen AKP kurucularının, demokrat yerine liberal sıfatını benimseme konusunda tereddüt geçirdiklerini biliyoruz. AKP’nin muhafazakarlığı dinsel değerlerden doğal olarak ağırlıklı biçimde besleniyor. Bu nedenle söylem ve pratiklerinde muhafazakarlığın yerini kolaylıkla ve sık biçimde müslümanlık alabiliyor. Aileyi en kutsal ve en fazla korunması gereken toplumsal kurum olarak gören, kadını iffet ve namus timsali ve evin annesi olarak algılayan, dindar olanların ahlaklı, dolayısıyla erdemli ve güvenilir olduklarına inanan ve bu nedenle müslüman dayanışmasına siyaset ve iş dünyasında önem veren bir zihniyeti AKP temsil ediyor. Ataerkil ve erkek egemen bu toplumsal kültür dünyasında, kültürel farklar ve özellikle dinsel farklar en fazla hoşgörü nesnesi olabiliyor. Bilindiği gibi, bir farkı hoşgörmek, onu eşit olarak görmek ve o farkın varlığının kendisiyle eşit bir hakka dayandığını kabul etmek demek değildir.
Gelelim demokrasi konusuna. Muhafazakârlık, demokrasi aleyhtarlığı değildir. Belli bir demokrasi anlayışına sahip olmaktır. Örneğin siyasal muhafazakarlık, tedrici olması ve toplumun egemen değerleriyle çatışma içinde olmaması koşuluyla değişimi kabul eder. Böyle bir değişim anlayışıyla demokrasiyi ilişkilendirir. Bunun yanında, birey fikrinin gelişip yerleştiği toplumlarda, muhafazakarlar bireyin doğal hakları olduğu ilkesinden hareket ederek, can ve mal güvenliği, hane dokunulmazlığı, mülkiyet hakkı gibi konulara önem verirler. Toplumun geleneksel değer ve tercihlerini koruyarak değişmesini savundukları için, “çalışkan, namuslu, evi barkıyla, çocuklarının yetiştirilmesiyle ilgili” yurttaşların aklı selim ve itidal içinde dile getirdikleri tercihlerin siyaset alanına yansıması olarak demokrasiyi görme eğilimindedirler. Bu anlamda muhafazakar düşün için demokrasi, değişimin itici gücü değil, ılımlı ve tedrici değişimi kabul edilir kılan yöntemdir.
AKP’nin muhafazakarlığı da, bütün kitle partilerinde olduğu gibi, homojen bir blok oluşturmuyor. Taşra muhafazakarlığı ile modern kent muhafazakarlığı arasında ağırlık noktasının sık sık değiştiği, bunların arasındaki gerilimin partiye, hükümete, meclis çoğunluğuna önemli gelgitler, yalpalamalar yaşattığını dört buçuk yıllık AKP iktidarında sık biçimde gördük. Türkiye’deki siyaset geleneklerine uygun özel çıkar dağıtımı pratiklerini, AKP yerel yönetimlerde ve üst düzey ilişkilerde yaygın biçimde sürdürdü. Devlet kurumlarında partizan kadrolaşmanın boyutu, yakın tarihte alışılmadık uzunlukta tek başına iktidar olmanın sonucunda, geçmişteki pratiklerden belki daha büyük olmaya başladı.
Demokrasi kültürünün az geliştiği bu topraklarda, AKP’nin de kendisi için demokrat olma eğilimi yüksektir. Halbuki kendisi için demokrat olmak, demokrasi değil ayrıcalık talep etmek anlamına gelir. Aynı talep, özellikle laiklik konusunda, CHP çevresinin tavrına da damgasını vuruyor.
AKP, sadece piyasa ekonomisi değil, hükümet programında piyasa toplumu idealini benimsediğini ifade etmekten kaçınmayacak derecede iktisadi liberalizmi kabul eden bir parti. Sosyal sorunların, iktisadi sorunların, hatta kültürel sorunların çözümünün hızlı büyümeden geçtiğine, “kişi başına 10.000 dolar gelir seviyesine ulaştığımızda, bu sorunların hiçbirinin ortada kalmayacağına” inanıyor. Bu da onun muhafazakar-liberal çizgisi ile tutarlı.
Kısacası AKP liberal-muhafazakar ve bu iki anlayışın çizdiği sınırlar dahilinde demokrat olan bir parti. Bu özellikleri açık olan bir partinin, samimiyetlerini sorgulama hakkımızın olmadığı bir grup insan tarafından solda gözükmesinin arkasında, AKP’den ziyade CHP’nin benimsediği siyasal tavrın, tetiklemeye çalıştığı toplumsal hareketin niteliği yatıyor. AKP muhafazakar-liberal bir demokrat parti ise, CHP milliyetçi-devletçi bir popülist parti olarak başka bir sağ kulvarda yer alıyor bugün. Askeri vesayet rejimine karşı çıkmadığı, bunu kurulu düzenin korunması için olmazsa olmaz bir güvence olarak gördüğü için, CHP demokrasi konusunda AKP’nin gerisinde kalıyor. AKP muhafazakar-liberal bir demokrasi anlayışını, CHP ise vesayetçi bir güdümlü parlamenter rejimi savunuyor. İşte bu açıdan bakınca CHP, AKP’nin sağında yer alıyor. Ama bu göreli pozisyon AKP’ye sol parti niteliği atfetmek için yeterli değil.
Türkiye’de çok yaygın bir muhafazakarlığın yanında, miliyetçiliğin ağır baskısı altında olan bir toplumsal ruh hali ve değerler dünyası var. Buna ataerkil refleksleri, özgüven kaybının tetiklediği korkuları, değişim süreci içinde deklase olma, ayrıcalıklarını, üstün statülerini yitirme endişeleri ilave oluyorlar. Bu durum, ilkeleri, programı, sosyal tabanı itibariyle sol olan bir partinin, bu ciddi sorunları, bu sıkıntı tezahürlerini inkar etmesini, bunların sahiciliğini sorgulamasını gerektirmez. Solun esas görevi bunlara teslim olup, uyum sağlamak değil, bunlarla uğraşmak, bunların aşılması ve dönüştürülmesi için var gücüyle çabalamaktır. Bu yolda zaman zaman o anın yerleşik değerine, inancına karşı çıkmaktan korkmamaktır.
CHP işte bu anlamda sol bir parti değildir. Kuruluşundan beri hiçbir zaman olmamıştır. 1965 sonrasında, TİP’in etkisini sınırlamak için “ortanın solunda” olduğunu ilan etmiş bir devlet partisidir. Bu devletin tarihsel özelliklerinin önemli bölümünü bünyesinde barındırır. İdris Küçükömer’in zamanında işaret etmek istediği, DP-AP geleneğinin “sol” olduğu değil, esas olarak CHP’nin devlet partisi olduğu olgusuydu. Nitekim “sağcı isen MHP’ye, solcu isen CHP’ye oy ver” sloganı, bugün bu durumu gayet iyi özetlemektedir. Ulusalcı devlet partisi alanının bir iç kutbudur CHP.
Dolayısıyla bugün Türkiye’de büyük siyasal hareketler arasında sol ve sağın anlamının kaybolduğundan bahsetmekten ziyade, bütün bu partilerin sağın farklı seslerini, renklerini oluşturduğunu söylemek daha doğrudur. MHP’den CHP ve Genç Parti’ye, DP’den AKP’ye yayılan yelpazede demokrat-muhafazakar sağın, milliyetçi-popülist sağın, devletçi-elitist sağın, liberal-muhafazakar sağın renkleri boy gösteriyor. Seçimlerde solun sesini birkaç sosyalist partinin yanında, bağımsız sol adaylar bu kez duyuracaklar. Yelpazenin son derece dengesiz olduğundan kuşku yok. 1960’larda neden sol ve neyin solu olduğunu doğru dürüst tartışmadan CHP’nin önce ortanın solu, sonra sol olduğu iddiasının pragmatik nedenlerle kabul edilmiş olmasının, ağır bedeli işte bugün bu. Umarız önümüzdeki dönemde artık bu bedelin yükünü taşımaktan kurtulmaya başlarız.
Radikal İki, 3.6.2007