Kapitalist üretim tarzındaki 1970'lerden günümüze neoliberal yeniden yapılanma süreci çalışma yaşamını ve ilişkilerini yeni bir düzleme taşıdı. Üretim süreçlerindeki yapısal kaymalar istihdamı radikal şekilde dönüştürüyor. İstihdam çalışan aleyhine esnekleşiyor. Güvencesiz, güvenliksiz, düzensiz ve öngörülemez çalışma koşulları yaygınlaşıyor. Bu, İkinci Dünya Savaşı sonunda Batı Avrupa'nın kurduğu ekonomik model ve koşut olarak yakaladığı tam istihdam başarısını da noktalayan küresel bir değişimi ifade eder. İstihdam tipleri ve usulleri çalışan aleyhine farklılaşırken çalışma yaşamının dayandığı hakları yeni boyutlarla düşünmek ihtiyacı doğar. Bu çalışma, emeğin mübadele koşullarının neoliberal dönüşümünü hak temelli perspektiften kavrar. Çalışma yaşamındaki neoliberal izlerden Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labor Organization/ILO) tarafından çalışma dünyasındaki şiddet olgusu üzerine geliştirilen gündeme uzanır. Çalışmaya bağlı hakların neoliberal tahribatına karşı insan onuruna yakışır iş hakkının, iş olanaklarının/süreçlerinin her türlü şiddetten arındırılması ilkesiyle iç içe ele alınması gereğini savunur. Böyle bir gündemin emek-sermaye ilişkisine önerebileceği pratik ve ilkesel sonuçlar üzerine fikir yürütür.
Öncelikle, bu çalışmanın kapsamını aşan araştırma ve tartışmalar gerektirmekle birlikte neoliberal dönüşümün istihdam üzerine yansımalarını genel hatlarıyla gözden geçirmek anlamlı olacaktır. Kapitalist toplumsal ilişkilerde ücret karşılığı çalışma merkezîdir. Mübadele edilen emek mecburi yaşam kaynağıdır. İşgücü piyasasında emeğini arz edenler hayatını devam ettirebilmek için çalışmak zorundadır. Karşılığı ödenen emek üretken eylemleriyle sermaye birikim stratejilerinin de taşıyıcısıdır. Toplumsal ilişkiler açısından kritik olan emeğin mübadele koşullarıdır. Neoliberal yeniden yapılanmanın süzgecinden geçerek bu koşullar uzunca bir süredir küresel ölçekte çalışan açısından daralan haklara işaret eder. Esnek işgücü piyasasında işsizlik, gelir eşitsizliği, toplu pazarlık gücünün kısıtlanması ve sermayenin ucuz işgücüne sahip ülkelere doğru meyli gibi olgular tartışmanın odağına yerleşmiştir. Üretim modelindeki piyasa eksenli dönüşüm, petrol krizi ve politika tercihlerindeki kaymalarla birlikte, 1970'lerden itibaren, bu olgular istihdamı sermaye birikimi lehine uyarlayacak şekilde seyreder. İşsizlik oranları ve ücret eşitsizlikleri artarken sendikalar zayıflar ve dolayısıyla çalışanların toplu pazarlık gücü azalır. Sermaye, hakların dar ve ücretlerin ucuz olduğu üretim mekânlarına kayar. Piyasanın kutsanmış bir öncelik olarak sunulduğu kuralsızlaşmış bu ortamda, çalışanın gelir kaynağı ücret, bir üretim maliyetidir. Düşük ücretli ve yarı zamanlı işler, hiç çalışmamaktan daha iyi olduğu iddiasıyla teşvik edilir. Güvencesiz istihdam ve işsizlik vasıflı ya da vasıfsız emeğini arz eden herkesin başına gelebilecek yaygın bir sorun olarak belirir.
Neoliberal üretim sürecinin işgücü piyasasındaki esnekleştirme ve kuralsızlaştırma tercihleriyle işsizlik kronikleşirken ve güvencesiz istihdam yaygınlaşırken tarihsel olarak demokratik kültür birikimi güçlü toplumlarda dahi çalışmaya bağlı haklar ve özgürlükler işlerliğini kaybedebilir. İşgücü piyasasında liberal görüşün katılık olarak addettiği ücret hakkı, sosyal güvenlik hakları, toplu iş hakları ve iş güvencesi küresel ölçekte aşınır. Bu noktada, çalışmaya bağlı hakların korunması/kullanılması/geliştirilmesinde esnek işgücü piyasasının teşvik ettiği düşük ücretli, düzensiz ve güvencesiz istihdam koşullarına cevap veren mücadele stratejileri gerekir. İş olanaklarının/süreçlerinin insan onuruna yakışır olması iddiasını esnek istihdam koşullarının doğurduğu veya daha derin bir tarihsel birikimle beslenerek yeniden ürettiği halleri de hesaba katan bir düzleme taşımak anlam kazanıyor.
ILO’nun iş hayatında taciz ve şiddetin önlenmesine dair açtığı gündem, esnek işgücü piyasasının dayattığı, koşulları ağır, ücretleri düşük ve hakları dar çalışma yaşamında kritik bir mücadele alanıdır. Bir defa, devlet/toplum/piyasa ilişkilerinde hak mücadelelerini piyasa lehine gerekçelerle baskılayan ideolojik aygıtlar şiddet ve tacize karşı nasıl bir tavır geliştirir ya da geliştirebilir? Şiddet ve tacizle mücadele eden pratiklere açıktan itirazın ya da müdahalenin kamuoyu nezdinde ağır bir meşruiyet sorununa yol açacağı açıktır. Üstelik şiddetin reddi ve hayatın her alanında insan onuruna yakışır şekilde muamele üzerine toplumsal bir mutabakatın varlığı söylemlerden anlaşılıyor. Ayrıca, temel hakları ihlal eden somut vakaların, uygulamaların tespit edilerek kamusal alana taşınması ve bu ihlallere karşı kitlesel destek çağrıları esaslı bir güncel sivil direniş yöntemidir. Bu yöntem şiddete karşı mücadele ekseninde iş yaşamına taşınabilir. Hem var olan mücadele tecrübesinden hem de yukarıda bahsedilen şiddete ilkesel karşıtlığın sağladığı dirençten yararlanılabilir. Bu noktada, ILO'nun çalışma yaşamında cinsiyete dayalı şiddet ve tacizin önlenmesine yaptığı özel vurgu toplumsal cinsiyet temelli hak iddialarının kapsayıcılığını pekiştirecektir. Bu kapsamda, esnek istihdam koşullarında hak kayıpları sistematikleşirken ve beraberinde örgütlü sınıfsal mücadele cılızlaşırken her türlü şiddetten ari iş iddiası elverişli bir mücadele pratiğine el verebilir. Öte yandan, sürece kâr güdüsünü merkeze alan piyasacı açıdan bakıldığında, işyerlerinde taciz ve şiddet eylemlerinin bertaraf edilmesi verimliliğe olumlu yansıyacaktır. Yani, akılcı bir tercihtir. Esasen, bu, iş ilişkilerinde örgütsel bağlılık, motivasyon, öğrenme ve kültür gibi olguları kapsayan işçi-işveren arasındaki psikolojik sözleşme için bir önkoşul niteliğindedir.
Peki, ILO, her türlü şiddetten ari iş üzerine nasıl bir gündem açmıştır? 2019'da C190 - İşyerlerinde Şiddet ve Tacizin Önlenmesi Sözleşmesi ile bu sözleşmeye bağlı olarak yine aynı yıl oluşturulan R206 - Şiddet ve Taciz Tavsiye Kararı'nı kabul eder. Söz konusu sözleşme işyerinde şiddet ve tacizin insan onurunu zedelediğini, insana yakışır işle bağdaşmadığını, fırsat eşitliğine halel getirdiğini vurgular. İş yerinde şiddet ve tacizi bir insan hakkı ihlali olarak kabul eder. Cinsiyete dayalı şiddet ve taciz dahil her türlü şiddet ve tacizden ari bir çalışma düzenini herkes için temel bir hak olarak kurar. Sözleşme, işyerinde şiddet ve tacize getirdiği geniş tanımla, halihazırda işyerinde psikolojik taciz (mobbing) için belirli süre devam etmesi kıstası arayan iç hukuktaki yaklaşımımızın da temel hak ve özgürlüklerin korunmasındaki eksiğine son verir. İşyerlerinde şiddet ve tacizi fiziksel, psikolojik, cinsel veya ekonomik zarar doğuran/amaçlayan/doğurma ihtimali olan, cinsiyete dayalı şiddet ve tacizi de içererek bir defaya mahsus ya da tekrarlanan bir dizi kabul edilemez davranış ve uygulama olarak tanımlar. Cinsiyete dayalı şiddet veya taciz vurgusu ise kişilere biyolojik veya toplumsal cinsiyeti nedeniyle yönelen ya da belirli biyolojik ya da toplumsal cinsiyetteki kişileri orantısız şekilde etkileyen, cinsel taciz dahil her tür şiddet ve taciz eylemlerini kapsar.
Temel hak ve özgürlüklerin çalışma yaşamındaki işlerliği bakımından sözleşmenin ikinci önemli yanı şiddet ve taciz eylemlerinin geçtiği işyerlerine ve çalışma süreçlerine getirdiği geniş tanımdır. Kayıtlı ya da kayıt dışı, belirsiz süreli ya da düzensiz, iş icra edilirken ya da işe alım süreçlerinde, staj dönemlerinde; yani bir işverenin yetkilerinin deneyimlendiği her durumu ve koşulu kapsama alanına alır. Dolayısıyla, C190 Sözleşmesi işyerlerinde şiddet ve taciz uygulamalarını sonlandıracak evrensel standartları getirir. Taraf devletler, iç hukuklarında bu standartların gereklerine uygun yasal düzenlemeleri yapma ve etkin izleme/denetim mekanizmalarını oluşturma yükümlülüğü altına girer. Sözleşmeye bağlı tavsiye kararı ise iş sağlığı ve işçi güvenliği, toplu iş ilişkileri, işyeri uygulamalarının katılım esasıyla geliştirilmesi, kayıt dışı çalışanlara devletin destek sağlaması ve kırılgan gruplar ile göçmenlerin istihdamında uygun düzenlemelerin yapılması gibi yükümlülüklere odaklanır.
Sözleşme üye devletlerce iç hukuktaki esas ve usullere göre onaylanınca bağlayıcılık kazanır. Onay işlemi ILO tarafından kaydedildikten on iki ay sonra hüküm doğurur. Bu anlamda, Uruguay onay aşamasını tamamlayarak sözleşmeyi kabul etme yolundaki ilk devlet oldu.[1] Onu Fiji takip etti.[2] Bu ülkeler vesilesiyle Sözleşme Haziran 2021'de hüküm doğurmaya başlıyor. Ayrıca, İspanya, Arjantin ve Finlandiya sözleşmeyi onaylayacakları taahhüdünde bulundu.[3] Küresel ölçekte, birçok ülkede ve Türkiye'de sözleşmenin iç hukuk kaidelerince onaylanmasına yönelik olarak sivil toplum girişimleri, sendikal çalışmalar mevcuttur. Bu çabalar çoğunlukla sözleşmeyi onaylamaları için siyasal otoritelere çağrı mahiyetindedir. C190 Sözleşmesi öncesinde her türlü şiddetten ari çalışma hakkı için sistemli ve yaygın bir mücadelenin varlığından bahsetmek güçtür. C190'nın da belirgin bir mücadeleyle buluştuğu henüz söylenemez.
Sonuç olarak, devlet/toplum/piyasa ilişkilerinde C190 Sözleşmesi'ndeki evrensel standartları bir öncelik olarak benimsemek, normatif açıdan bakıldığında, temel hak ve özgürlüklerin korunması için ilkesel bir tutum olmalıdır. Bu noktada, sözleşmenin iç hukuk esas ve usullerine göre onaylanmasının süreci başlatacak bir merhale olduğunu vurgulamak gerekir. Yani, insan onuruna yakışır çalışma koşullarını egemen kılma yolunda, iş yaşamının bütününü, özünde insan hakkı ihlali olan taciz ve şiddet fiillerinden arındırmak için sözleşmenin onayını takip edecek adımlar önem kazanıyor. Sözleşmenin lafzı ve ruhu gereği, devletlerin iç hukuklarında, iş yaşamında şiddet ve tacizi önleyici tedbirleri toplumsal cinsiyet eşitliğini de temin edecek şekilde geliştirmeleri esas. Bu bağlamda, kapsamlı ve kapsayıcı bir hukuki zemin etkin ve hızlı yargı süreçleriyle tamamlandığında gerçekçi ve somut bir mesafe kaydedilmiş olacaktır. Meselenin sosyo-kültürel bağlamı ve küresel işbölümüne dayalı sömürü ilişkilerinden beslenen ekonomi politikle illiyeti[4] ise çok daha derin ve çetin bir toplumsal mücadeleye işaret eder.
[1] https://www.ilo.org/global/about-the-ilo/newsroom/news/WCMS_747820/lang--en/index.htm, erişim tarihi: 10 Kasım 2020.
[2] https://www.ilo.org/ankara/news/WCMS_749148/lang--en/index.htm, erişim tarihi: 10 Kasım 2020
[3] https://www.ilo.org/moscow/news/WCMS_737414/lang--en/index.htm, erişim tarihi: 10 Kasım 2020.
[4] Kuzey-güney, merkez-çevre ayrımına vurgusunda Samir Amin kapitalizmi ulusal sistemlerin bir kümesi olarak değil, küresel ve birbirine sömürü ilişkileri temelinde eklemlenmiş bütün bir sistem olarak kavrar. Bu sistemde eşitsiz kazanımlara dikkat çeker. Yani, bir tarafın gelişmesi diğer tarafın gelişmemiş ya da azgelişmiş olması kapitalist sistemdeki rol dağılımlarıyla alakalıdır. Bkz. Amir, S. (2014). Kapitalizmden Uygarlığa. İstanbul: Yordam Kitap. İstihdam ilişkilerinin dönüşen doğası ve daha özelde işyerlerinde taciz ve şiddetin bertaraf edilmesi meselesi Amin’in dikkat çektiği rol dağılımından, o rollerin niteliğinden bağımsız değildir.