Tacizin Saklı Biçimleri: “The Assistant” Filmi Üzerine

“Eril faillik”in geçmişi çok eskilere dayanır kuşkusuz. Hatta tarih öncesine. Jung’a kulak verirsek, bilinçdışına çok erkenden yerleşmiş animus arketipi kadar yaşlıdır. Arketipler onu taşıyan kişilerden daha eskidir. Animus gibi bir arketip, erkek olmaya kayıtlı bir bilgi gibi kendisini çok farklı biçimlerde gösterir; daha kaba ve görünür yollardan veya daha incelikli ve saklı biçimlerde yeniden üretilebilir. Anlaşılır olmak için basit geometrik şekiller gibi görebileceğimiz herhangi bir arketipin içerisini her eril fail kendine özgü içeriklerle yeniden doldurabilir. Jung, arketipleri şöyle tarif eder: “Ancak bir deneyimle harekete geçirildiklerinde, yani tetiklendiklerinde, içlerinde bulundukları kültür ya da başka diğer faktörlerden etkilenerek büründükleri elbiseyle görünüşe çıkarlar. Yoksa, tetiklenmeyen, harekete geçmeyen bir arketip algılanamaz.”[1] Engin Geçtan da şunları ekler: “Gerçek dünyada bir karşılığı bulunduğunda bu belirsiz imgeler canlı varlıklara dönüşürler ve kişiliği etkilerler.”[2]

Bir bardağın içini çeşitli renkler ve kıvamlarda sıvılarla doldurmak gibi, animus geometrisine sahip bir arketip de eril failin gün içerisinde dahil olduğu karşılaşmalara göre farklı biçimler alabilir; kendisiyle bağdaşık şiddet, taciz, mobbing çeşitlerinden birisine dönüşebilir. Belirgin fiziksel şiddet ile sinizm, görmezden gelme, kayıtsızlık gibi görünümler alabilir. İçindeki animusa fazla kulak veren dişil varlık olarak anima taşıyıcıları da aynı nitelikte tacizlerde bulunabilirler; o durumda “kadın kadının yurdu” olmaktan uzaklaşır. Diğer yandan her erkekte mevcut animanın sesini işiten bir başkası etrafındakilerle şiddetin herhangi bir türünden uzak dostluklar kurabilir. Böyle bir erkeğin dünyasında, dişil ve eril, anima ve animus veya Yin ve Yang arasındaki karşılıklı çekişme ve uzlaşmalar taraflardan birisinin diğerini karartmasına, gölgelemesine izin vermez. Diğer yandan incelikli bir erkekte eril arketip beklenmedik zamanlarda canlanabilir.

Animus başka yapıların da muhtevasına dahil olabilir. Örneğin milliyetçi içerikler edinebilir. Barış Ünlü, Türklük Sözleşmesi[3] adlı çalışmasında, en özgürlükçü görünen Türk yurttaşlarda bile gizlenmiş olması muhtemel Kürt imgesindeki hasarları açığa çıkarır. Sözgelimi bir Afrikalı ile karşılaşan Türk için Türklük gibi bir arketip harekete geçmez ama etrafında Kürt, Suriyeli, Ermeni görünce kımıldayabilir. Birçok başka hasarın zemininde olması muhtemel bu eril şuur sayısız örtük özellikler taşır. Hasan Ali Toptaş’ın malûm özür metninde dile getirdiği eril faillik, çok derinlerde saklı olduğundan ara vermeden sorguya çekilmesi, bilince yükseltilmesi gereken ilkel bir görüngüdür. Jung, sanat ve edebiyatın, bu şekilde saklı arketiplerin cisimleşmiş hallerinin sezgisine varabileceğimiz müstesna ortamlar olduğunu yazar. Jung şöyle devam eder: “Bireyler günlük hayatlarında arketiplerin varlığından doğrudan haberdar olmazlar. Arketipler, rüyalarda, masal, mitos gibi anonim edebiyat eserlerinde ve sanatçıların ürünlerinde ortaya çıkarlar.”[4] Yani iyi bir sanatkârın, edebiyatçının sıfatı gereği eril faillik hakkında herkesten daha bilgili olması beklenebilir.

Bu koşullarda gündelik hayatın dekoru ve kadrosu, zamanı ve yeri değişse de, içinde hareket halindeki eril gölgeler sabit kalır. Kendine daha çağdaş, güncel nesneler ve yeni erkek bedenleri bularak çalışmaya devam eder. Geçmişi çok eski olmayan kadın hareketleri sonucunda animanın özgün ifadesini bulmaya başladığı bir zamanda erkekliğin daha az eril biçimlerde icra edilmesi bir zorunluluk halini alır. Ama animus tarihin, varoluşun öncesine kadar uzanan bir birikimle kendine yeni çıkışlar bulmakta zorlanmaz. Örneğin mobbing denilen olgu, şiddet üretmeye dönük yeni icat edilmiş incelikli tacizler toplamı gibi anlaşılabilir. Mobbing, eril öznenin örtük etkinliklerini tanımlayan ve içeriği tacize maruz kalan tarafından doldurulması zorunlu bir kavramdır. Aynı şekilde faşizmin yeni türleri de artık sadece ten rengine, bedensel yüzeye, görünür farklara odaklanmaz; çok farklı ayrımcılık biçimleri içinden işler. Kimi zaman böyle karmaşık şiddet türlerinin çağdaş tarzları sadece ona maruz kalan tarafından belirlenebilir, tarif edilebilir.

Jung’un sözlüğü içerisinde kalırsak, animus kendisini anlamak için animanın ona ayna tutmasına muhtaçtır. Malûm özür mektubunda ima edildiği gibi, erkeğe ruhen sıhhat kazandıran böyle öğretici yansılar çoğunlukla bir kadından gelebilir. İçinde taşıdığı kadından, doğduğunda içine yerleşen animadan vakitlice gerekli tembihleri, terbiyeyi almayan erkek, sonradan dışarıdaki kadınlar tarafından hizaya getirilebilir. Ama bu yoldan yaptıklarının karşılığını alanların sayısının çok istisnai rakamlar tuttuğu rahatlıkla söylenebilir. Eril ve dişil faillik üzerine ilk düşünenlerden Madame de Staël metinlerindeki gibi birçoğu yaptıklarıyla kalırlar; hatta yaptıkları onları daha da yukarılara taşıyabilir. “Dişil failin” gölgelenmesi, görünür olmaktan çıkarılması, kapatılması eril olanın varoluş zeminini oluşturur.[5]

The Assistant (2019) filmindeki Jane, görünür bir şiddete maruz kalmadan daha latif şekillerde eziyet gördüğü bir şirkette birkaç ay çalıştıktan sonra bir gün gündelik döngüsünü bozar ve karşı binaya geçer. İşe alımlarda sarf edilen o geleneksel cümleyi kuran ve “Ne zaman istersen beni görebilirsin,” diyen insan kaynakları yöneticisine bazı rahatsızlıklarını açıklamak üzere uğrar. Kendisine de açıklıkla ifade edemediği, sessizliği ve yoğunluğu içerisinde yüzeye tam olarak çıkmayan bazı bilgileri, duyguları dile getirdiğinde karşısındakinin bu huzursuzluğa değer vermediğini fark eder. Onun gibi herkesin kayıtsız kaldığı bir kadın tarafından dile gelen “ifşaat”, filmin tanıtım metninde olduğu gibi, plazadaki “gerçek derinliği” temelden tehdit eder. Jane, bir Kafka romanındaki gibi, ne yaptığı pek anlaşılamayan ve patronu hiç görünmeyen bir tertibat ile karşı karşıyadır. Kafka’nın bürosuyla kendi plaza ortamı arasına endüstri-sonrası, modern-sonrası, geç kapitalizm, hakikat-sonrası ve insan-sonrası zamanlar girse de, kapitalizmin dış görünüşü değişse de temeli sabit kalır. Bu anonim yapı içerisinde ona kimin eziyet ettiği de delilleriyle açığa konamaz. Hatta film boyunca Jane’e kimse eski tip görünür şiddet uygulamaz ama kayıtdışı eziyetlerin duyusu onda ve izleyicide kaybolmaz. Film boyunca yaptığı niteliksiz ama zorunlu işleri izler dururuz. Birbiriyle ilgisiz görünen bu işlerin ortak özelliği, herhangi bir başkası tarafından da yapılabilecek nitelikte olmalarıdır. Onun döngüsündeki bu sıkıcılık ve yavaşlık (ve bu yüzden IMDB puanının düşüklüğü) izlediğimiz eseri daha da inandırıcı kılar. Onun durumundan eğlence çıkarmak mümkün değildir.

Jane’in etrafındakiler için görünür bir sureti olmadığından, bedensel varlığı da kaybolmuş gibi yanından geçenler ona çarpabilirler. Onun şeffaflaşmış varlığından habersizce ne yapıyorlarsa yapmaya devam ederler. Patronun eril heyecanları için işe aldığı diğer asistan kadın gibi belirgin bedensel cazibesi de olmadığından bu silinmeden, kararmadan kurtulamaz. İyi bir okuldan iyi bir notla mezun olmasının kıymeti yoktur. Babası çok yükseleceğini umut etse de, beyaz yakalı olması beklenen bir profil, prekarya sınıfına doğru meyleder. İş tanımıyla birlikte iş güvencesi de kaybolur.

Tüm ofisi görünmeden çekip çeviren, herkesten önce gelip en son ayrılan bu kadın, Roma filmindeki hizmetçi Cleo gibi genelde uysal bir görüntü çizer. Fakat uysallığını bir kenara bıraktığı, durumuna rıza göstermediği birkaç saat içerisinde yaşadığı deneyim sonunda plazadaki egemen şuur onu hizaya getirir. Sonradan patronuna bir özür mektubu yazmak durumunda kalır. Ama asıl çarpıcı olan, patronun bu özür ertesinde ona dönük övgü dolu cümleleri ile gururunun okşanmasıdır. O an içindeki animusa göz kırpar sanki. Bu memnuniyet ânı, Jane’in başına gelenlerin sebeplerinden birisinin, kendisi gibi çerçevesi belirsiz incelikli tacizlere maruz kalanların direncinin erkenden düşmesi, hamlesinin, öfkesinin çok kısa süreli olması gibi okunabilir.

Harcıâlem kanaatler içerisinde kadınlar genellikle incelikli entrikaların, kötülüklerin, karanlık oyunların temsilcileri gibi anlatılsalar da, mobbing gibi örtük bir şiddet biçimi, eril failin her zaman bir B planının olduğunu gösterir. Hayatı ve kaynakları animayla paylaşmamaya kararlı animusun hazırladığı türlü düzeneklerdir bunlar. Üstelik böyle girişimler içindeyken kendisindeki eril failliği fark etmeyebilir, kadınlara “çiçek gibi” davranmaya devam edebilir. Gücünü erken zamanlarda kaba kuvvetinden alan animusun iktidarı çok eskidir. Kendisine ayna tutması beklenen animanın ifadesi ise çoğu zaman mantık dışı, histerik üsluplar içerisinden kendisine ulaşır. Gündelik hayatın ve tüm arketiplerin içerisine yerleştiği dil veya simgeler düzeni de eril failin varoluştan eski oyun planına göre yapılaşmıştır.

İnsan kaynakları yöneticisinin sözde onu ciddiye alan, her söylediğini not alan yaklaşımı karşısında Jane’in dilinin tutulmasının, ifadesiz kalmasının nedeni de bu olabilir. Görüşme sırasında cümleleri yarım kalır, dili sürçer, duygularla ve gözyaşlarıyla konuşması kesilir. Herkesin en iyi üniversiteleri bitirdiği, sayısız kişisel gelişim kurslarına katıldığı bir işyerindeki balta girmemiş orman manzarası karşısında zayıf düşer. Üstelik gizli kalması gereken şikâyeti daha yerine ulaşmadan herkese ulaşır. Çünkü şirketin üzerine yerleştiği temel bilgileri cümleler içinde kullanmıştır. Kendisini çekici gösterme çabasından uzak bir kadın olması, iş tanımının olmaması, yetenekleri, eğitimi veya çalışkanlığının çok önünden gider. Dış görünüşe mahkûm edilmiş, emeği değersiz bir çalışan sınıfının böyle bir ortam içerisinde rahat edebilmesi için içindeki erkekle barışması, patronun övgülerinden zevk alması beklenir. İş üstünde yakalanan eril faile diklenmeden, karşısında kendisini suçlu duyması, sessizleşmesi ve ne iş olsa yapması gereklidir.


[1] Jacobi, Jolande (2002). C. G. Jung Psikolojisi, çev. Mehmet Arap, İstanbul: İlhan.

[2] Geçtan, Engin (1990). Psikanaliz ve Sonrası, İstanbul: Remzi, s. 124.

[3] Ünlü, Barış (2018). Türklük Sözleşmesi, Ankara: Dipnot.

[4] Jung, C.G. (1996). Analitik Psikolojinin Temel İlkeleri, çev. Kamuran Şipal, İstanbul: Cem, s. 51.

[5] Tütüncü, Fatma (2017). “Germaıne de Staël’ın Failliği ve Feminist İlişkisel Özerklik Anlayışı”, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2017 Güz, sayı 24, s. 1-18.