Münevver Bir Kurum Olarak Diyanet mi?

Laiklik, kuramsal bakımdan, din ve devlet ayrılığı şeklinde formüle edilmiş olmasına rağmen, Türkiye pratiğinde, devletin dini kontrol altına alması şeklinde uygulamaya geçirilmiştir. Bu durum, bir yandan İslam dininin özellikleri, diğer yandan da Türkiye’nin içinde bulunduğu tarihsel ve toplumsal koşulların bir sonucu olarak savunulmuştur. Sünni İslam anlayışı üzerinden şekillenen Diyanet İşleri Başkanlığı da, devletin dini kontrol ve yönlendirme aygıtı olma işlevini yüklenmiştir. Bu şekilde, din devletin resmi ideolojisinin bir parçası haline getirilmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı da devletin ideolojik bir aygıtı olarak konumlandırılmıştır.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığı resmi otoritelerin yanı sıra pek çok yazar-akademisyen tarafından da gerek laikliğin korunması gerek din ve inanç hürriyetinin sağlanması açısından bir zorunluluk olarak savunulmuştur. Uzun yıllar, Diyanet kurumu olmazsa ülkenin çoğunluğunu oluşturduğu söylenen Sünni Müslümanların din işlerinin yürütülemeyeceği, dolayısıyla din ve inanç özgürlüğünün zarar göreceği, ayrıca çeşitli sapkın çevrelerin “başı boş bırakılan” dini ellerine alarak devletin ve toplumun varlığını tehdit edebileceği inancı yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bunun boşa giden bir çaba olmadığını da sıklıkla görmekteyiz.

17.07.2011 tarihli Radikal İki’de yer alan Leyla Pervizat imzalı “Seks ve din” başlıklı yazıda, “kadının insan hakları” açısından Diyanet İşleri Başkanlığı ile işbirliği yapmanın önemine işaret edilmiş, Temmuz ayının ikinci haftasında Bursa’da açığa çıkan bir tarikat içerisindeki seks skandalından hareketle Diyanet kurumunun mevcudiyetinin önemi vurgulanmış, “bu son seks skandalı haberi bile tek başına, Diyanet’in lağvedilmesi durumunda oluşacak boşluktaki büyük risklerin habercisi” olarak addedilmişti. Oysa Diyanet (87 yıllık) mevcudiyetiyle bu tarz (cinsel sömürüye ilişkin) sapkınlıkları engelleyemediği gibi (ki bu konunun Diyanet’in varlığını aşan bir içeriğe sahip olduğu teslim edilmeli) dini yorumlama yetkisini elde bulundurması dolayısıyla zamanın muktedirlerinin ihtiyaçlarına göre yeni “sapkınlıklar” belirleme imkânına sahiptir.

Başkanlığın 633 sayılı kuruluş kanununda “din konusunda toplumu aydınlatmak” kurumun temel bir görevi olarak belirlenmiştir. Bu amaçla yapılan yayınlarda; verilen karar, mütalaa ve hutbelerde bütünüyle Sünni İslam’a dayanan bir anlayışın benimsendiği ve bu anlayışa dayalı bir din propagandası yapıldığı çoğu zaman açık bir biçimde görülmektedir. Bu yolla, geniş kesimlere olgusal gerçeklikten yoksun, değeri kendinden menkul bilgiler ve negatif yargılar empoze edilmektedir. Sünni İslam temel alınarak yapılan yorumlarda devlete yurttaşlık bağıyla bağlı olan insanlar arasında bir ayrım yapılmakta ve bu insanlardan bir kısmı, Aleviler, Nusayriler, Hıristiyanlar, Yahudiler, Bahailer, Yehova Şahitleri, dinsizler, ateistler vs., yer yer “sapkın”, “sapık”, “ahlaksız”, “cahil”, “beyni yıkanmış”, “bölücü ve yıkıcı” vb. ilan edilmektedir. Başkanlık, her ne kadar kimi zamanlarda bütün inançlara saygılı olduğuna dair süslü ifadelerle makyajlanmış açıklamalar yapsa da gerçekte kendi merkezine aldığı inanç sistemi dışında yer alan farklı grupların inanç ve yaşam biçimleri hakkında suçlayıcı, aşağılayıcı, dışlayıcı hoyrat bir dil tutturmaktan geri durmamaktadır.[1]

Kurum, uzun sayılabilecek tarihi içerisinde, kuşkusuz olumlu sayılabilecek işler gerçekleştirmiş olabilir. Özellikle son dönemlerde, bazı kararlarında daha özenli davranmaya çalıştığı söylenebilir, fakat bu gibi tikel örnekler meselenin esasını değiştirmemektedir. Bir yandan, kadının örtünmemesinin, bir erkekle dans etmesinin, evin dışında çalışma hayatına katılmasının vb. ahlaki düşkünlük olarak değerlendirildiği,[2] kadının tahsil görmesinin fuhuşa sebep olabileceğinin[3] ileri sürüldüğü, kadını tüketici olarak gören ve üretici addedilen erkeklerle (tüketici) kadının eşit konumlarda olamayacağını[4] savlayan anlayıştan görece yumuşak mesajların verildiği, feministlerle işbirliği yapılan bir pozisyona gelinmiş, öte yandan, 2008 gibi yakın bir tarihte, kadının yabancı bir erkekle yalnız kalmasının tahrik edici bir durum olduğu, kadın-erkek arasındaki flörtün zina anlamına geldiği, kadınların koku sürünmesinin edepli bir davranış olmadığı ifade edilmiştir.[5] Yine, 2003 yılında, Din İşleri Yüksek Kurulu, kadınların çalışma hayatına dair aldığı bir kararda, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olduğuna ilişkin olumlu bir yaklaşım göstermişken kadınların şahitlik ve mirasçılık konularına ilişkin aynı tarihli başka bir kararında bir yandan kadın-erkek eşitliğine işaret eden diğer yandan miras konusunda erkeği ayrıcalıklı kılan çelişkili bir tavır sergilemiştir.[6]

Onca gürültüye rağmen, en insancıl talepleri halen karşılanmayan Alevilerin durumundan örnek vermek Diyanet kurumunun “özenli” tavrını anlamak açısından daha aydınlatıcı olacaktır. Genel olarak, Alevilerin mücadelesi, örgütlü bir biçimde kimliğine sahip çıkması gibi etkenlerin bir sonucu olarak Alevilik kamusal alanda daha çok tartışılan, ilgi gösterilen bir konu haline geldi. Resmi politikaların ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bundan etkilenmemesi mümkün değildi. Neticede son yıllarda Alevilik üzerinden yürüyen tartışmalarda Diyanet kurumu daha dikkatli bir tavır almaya, kullandığı dile özen göstermeye çalıştı. Uzun yıllar Ortodoks İslam çevrelerinin, Alevilere yönelik yüzyıllardan gelen olumsuz yargılarıyla koşullanan ve bu yargıları besleyen Diyanet’in yaklaşımının bir ölçüde dönüştüğü gözlenmekteyse de temelde olumsuz yargıların halen -çoğunlukla örtülü biçimde ve incelerek- devam ettiği söylenebilir. Göreli yumuşamanın, Alevileri asimile etmenin daha ustalıklı bir yöntemi, muktedirlerin rahle-i tedrisinden geçmiş bir Alevilik yaratmanın yolu olduğunu, Alevi kimliğinin Alevilerin kurduğu biçimde –ısrarla- kabul edilmemesine bakarak tespit etmek mümkündür. Başka bir ifadeyle, bireysel tutum ve niyetlerden bağımsız olarak, Diyanet’in tavrını, yol bir sürek bin bir anlayışını geleneğinde taşıyan, zorlu mücadeleler sonucunda göreli bir birlikteliği sağlamış olan Alevi toplumunu, inançsal, özellikle de örgütsel/kurumsal açıdan mümkün mertebe ayrıştırma ve devlete eklemlenmeye hazır kesimler oluşturma çabası olarak okumak yanlış olmasa gerek.

Nihayetinde, fotoğrafın bütünü göz önüne alınarak bir değerlendirme yapıldığında, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, farklı inanç ve düşünce biçimlerine yönelik negatif yargıları oluşturmaktan, beslemekten, farklı inanç gruplarının ötekileştirilmesinin “entelektüel” malzemesini sunmaktan geri durmadığı görülecektir. Özetle ifade edecek olursak; varlığıyla laikliğe aykırı olan kurum, yerine getirdiği görevler bakımından da laiklik ilkesiyle çelişen bir konumdadır. Burada, a) bir dinin belli bir mezhebinin benimsenmesi ve devlet eliyle din propagandasının yapılması ile din ve devletin kurumsal ayrılığı ilkesi, b) yurttaşlar arasında ayrım yapılması ile eşitlik ilkesi, c) yurttaşlardan bir kısmının sahip olduğu inançlara saygı gösterilmemesi dolayısıyla da din ve inanç özgürlüğü ilkesi ihlal edilmektedir. Şimdi böyle bir kurumun varlığı mı lağvedilmesi mi meşum bir felakettir?


[1] Hakan Mertcan, Laiklik ve Türkiye Örneği (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara: A. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005, s. 103 vd.

[2] Muhsin Abdülhamid, İslama Yönelen Yıkıcı Hareketler, çev: M.Saim Deprem, Hasan Güleç, D.İ.B. Yayınları, Ankara, 1973, s. 229-231. Diyanet İşleri eski Başkanı Lütfi Doğan, çalışmasında, kadını erkeğe bağımlı bir konum içerisinde tanımlamakta, eşler arasındaki ilişkinin sarsılması durumunda birlikteliğin azaba dönüşmesinin önüne geçmek için boşanma imkanının dinen tanındığını, bu yetkinin de erkeğe ait olduğunu izah etmektedir. Lütfi Doğan, Toplumun Temelini Sarsan Belli Başlı Problemler, Ankara, D.İ.B. Yayınları, 1986, s. 77, 86.

[3] Bkz. 1980 senesine ait Diyanet Takvimi’nin, 27 Eylül tarihli yaprağı; İştar Gözaydın, Diyanet Türkiye Cumhuriyeti’nde Dinin Tanzimi, İstanbul, İletişim Yayınları, 2009, s. 154.

[4] Bkz. 1979 senesine ait Diyanet Takvimi’nin, 13 Haziran tarihli yaprağı; Gözaydın, aynı yer.

[5] Bkz. Tarık Işık, Yapma Diyanet Etme Diyanet, Radikal, 27. 05. 2008.

[6]Bkz.http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/KurulDetay.aspx?ID=38; http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/KurulDetay.aspx?ID=37, E.T. 28. 03. 2011.