Temmuzdaki seçim hezimetinden sonra nasıl toparlanacaklarını merak ediyordum. Toparlanacaklarından şüphem yoktu, çünkü etkili konumların hepsini tutmuşlar. Aralarında, somut bir örgütün hiçbir zaman erişemeyeceği bir 'frekans', 'rezonans' vb., ciddi bir 'kan bağı' olduğu için, örgütten öte örgüttüler... Onun için, bir zaman sonra toparlanıp atağa geçmelerini bekliyordum. Ama, bu sefer nasıl bir strateji, hangi sloganlar, hangi ittifaklar ve araçlar?
Gene aynı şeyleri mi yapacaklar, yoksa bazı yeni yollar mı deneyecekler?
Aslında bu soruların cevapları bugün de çok belli değil. Böyle bir yapılanmada, bazı bireyler, alıştıkları biçimde davranmaya devam ederler, çünkü zaten başka türlü davranmayı öğrenmemişlerdir. Şimdi 'başörtüsü' konusu yeniden alevlenince (ki zaten kömür atanların bir kısmı onlar) gene 'temmuz-öncesi' kalıplara uygun bir atak başladı.
Temmuz-öncesi kahramanlarından Kanadoğlu'nun şimdilerde pek sesi çıkmıyor. Ama boşluğunu hemen doldurdular: Yargıtay, Danıştay derken, alışıldık biçimde, 'hareket oluşturmaya' başladık.
Yargı kurumları, Türkiye'nin siyaset sahnesinde bir süreden beri zaten başrolde. Bu durumun daha epey zaman devam edeceğini sanıyorum. Koşullar böyle zorluyor, Türkiye'nin 'bürokratik iktidar yapısı'nın 'son savunma çizgisi'ni oluşturmak Yargı'ya düşüyor. Bu konuya birkaç kere değindim, önümüzdeki günlerde de sık sık değinmek zorunda kalacağım belli.
İnsanlar üniversiteye başlarını istedikleri gibi örterek girmeye başladıklarında, ülke 'bölünecek' (o meşum kelime), çatışmalar patlak verecek (her durumda provokasyon yaptıracak adam sayısı epey fazla), ülke felakete sürüklenecek -ve her zaman olduğu gibi, tam felakete düşmek üzereyken, Silahlı Kuvvetler gelip kurtaracak.
Rektörler çıkıyor, AİHM kararlarına göre, bu olamaz! diye höykürüyor. Rektörler, genellikle, okuması-yazması olan kişilerdir. AİHM kararında, üniversiteye başını örterek girmenin yasak olması gerektiğine dair hiçbir şey yok -toplum öyle karar verirse, bunun mevzuatını o şekilde ayarlar, olur diyor (bürokratik cephenin şu anda engellemek üzere seferber olduğu şey de bu, tam bu işte). YÖK Başkanı vb. birileri çıkıyor, Fransa'daki yasaklardan dem vuruyor... Oysa Fransa'da yükseköğretim düzeyinde herhangi bir kılık-kıyafet 'nizamnamesi' ve uygulaması söz konusu değil. Bunlar, sır değil, anlaşılmaz, esrarengiz şeyler değil; yani, niyet olduktan sonra, rektörlerin veya köşe yazarlarının veya yargı kurumu sözcülerinin de anlayabileceği şeyler...
Demek ki niyet yok ve demek ki bu ciddi ciddi kişiler gözlerini kırpmadan yalan söylüyor. Çünkü gözlerini başka bir şey bürümüş.
Bu konularda, belli, daha çok yazacağız. Ama şimdi bir de gelelim insanların üniversiteye başlarını örterek girmelerini mümkün kılmak üzere düşünülen tedbirlere...
Anayasa değişikliğinden söz ediliyor! Zihnimde kutsallıklara yer tanımadığı için anayasaları da olmadık biçimde şişirip yüceltmek istemem. Ama bir anayasa bir toplumun temel ilkelerini, varoluş felsefesini sistematize eden metindir. İlkesel olarak, böyle kılık kıyafet gibi konuların anayasa metinlerine girmesine karşıyım. Hayatın gündelik ayrıntılarının yasalaştırılmasına, kendimizi yasa kitaplarından oluşmuş hücrelere hapsetmemize karşıyım da ondan.
Radikal, 20.1.2008