Bir önceki, “Kışlalı cinayeti dosyası da yeniden ele alınmalı” başlıklı yazımda, cinayetin “Kışlalı’nın dostları” tarafından işlenmiş olabileceğini kuvvetle akla getiren kimi veriler üzerinde durmuş, cinayeti izleyen günlerde iki gazetecinin bu kuşkuyu ele alan tartışmasını aktarmış, tam o günlerde çıkagelen Hürriyet gazetesi manşetinin cinayete ilişkin kamuoyunda uyanabilecek kuşkuları yaygınlaşmadan ortadan kaldırmaya yönelik özünü deşifre etmeye çalışmıştım.
Bugün ise o yazıda çok önemli şeylere işaret ettiğime ikna olmanız için, andığım Hürriyet manşetini kaleme alan muhabirin çok kritik anlarda Necip Hablemitoğlu ve Uğur Mumcu cinayeti soruşturmalarında da gene belirsiz “istihbarat kaynakları”na dayanarak dezenformasyon kokusu bariz iki Hürriyet manşetine daha imza attığını göstereceğim.
Kronolojik gitmeyelim; daha tazesinden ve “Ergenekon”la bağlantısı daha kuvvetli olanından, yani Hablemlitoğlu cinayeti soruşturmasından başlayalım…
“UYUYAN” AJANLARIN İŞİ
Atatürkçü, laik, ulusalcı kimliğiyle öne çıkan Prof. Dr. Necip Hablemitoğlu'nun Ankara'da faili meçhul bir suikaste kurban gitmesi (18 Aralık 2002), basında önceki cinayetlerden çok farklı bir tepkiyle karşılanmıştı... Hiç kuşkusuz irtica bir can daha aldı içerikli haberlere de rastlanıyordu ama özellikle üç büyük gazetenin tavrı çok farklıydı. Mesela Sabah Biz bu filmi görmüştük derken, Hürriyet (manşet: “Derin suikast”) genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök de televizyonlarıyla, gazeteleriyle bütün medyayı inceledikten sonra Bu kez ıskaladılar yorumunu yapmıştı...
Fakat cinayetten birkaç gün sonra, bunun erken bir iyimserlik olabileceğini düşündürten garip bir atmosfer oluştu... Mesela Akşam gazetesi yeşil terör dizisine başladı. Gazeteye göre, Necip Hablemitoğlu cinayeti de bu çerçevede algılanmalıydı. Dizinin yazarı Emin Demirel, Hablemitoğlu cinayetini şu sözlerle aktarıyordu: Belli ki, bilinen yapılanmaların devamı Hizbullahi bir grup yeniden işbaşı yapmıştı!..
Orada burada Hablemitoğlu cinayetiyle irtica ve İran arasında bağlar kurulmaya çalışılıyordu. Cinayetten beş gün sonra (23 Aralık 2002) Kubilay'ı anma gününde Hürriyet de girdi devreye. Gazete, o gün Kubilay ve Necip Hablemitoğlu'nun fotoğraflarını yan yana koyarak, altına Aynı uğurda can verdiler başlığını yerleştirdi. (Başlıkta tırnak falan yoktu, haberi okuyunca bu sözlerin Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk'e ait olduğu anlaşılıyordu. Ama belli ki Hürriyet’te birileri genel yayın yönetmeninin tersine, Hablemitoğlu cinayetiyle “irtica” arasında bağ kurmak hevesindeydi.)
Fakat gazetenin asıl numarası bu değildi. O gün Hürriyet'in manşetinde gene bir Kadir Ercan manşeti vardı: ASIL HEDEF ‘UYUYANLAR’… Haberin spotu da şöyleydi: Necip Hablemitoğlu suikastının ardından gözler, İran'da eğitildikten sonra Türkiye'de 'uyuyan' ajanlara çevrildi. 25 siyasi cinayetin emrinin İran'dan verilmiş olması, şüpheleri yine bu ülkenin üzerine çekti...
Görüyorsunuz, tıpkı Kışlalı cinayeti sonrasında olduğu gibi: Birinci cinayetten dört gün sonra kamuoyundaki “Kışlalı’yı dostları mı öldürttü” kuşkusunu giderecek bir manşet ve Hablemitoğlu cinayetinden beş gün sonra kamuoyundaki “bu kez mesele ‘derin’” inancını izale edecek bir başka manşet… Her ikisi de Hürriyet’ten, her ikisi de Kadir Ercan’dan… Şaşmamak mümkün değil: Beş gün önce gazetenin genel yayın yönetmeni ne dediyse, onun tam tersini söyleyen bir spekülatif haber gazetenin manşetine kadar tırmanabiliyor… Acaba diyorum, bu tuhaflık Hürriyet’in “sahibinden çok devletin gazetesi” (Aydın Doğan’ın sözleri) olmasıyla açıklanabilir mi?
UMUT OPERASYONU'NDA KADİR ERCAN
2000 yılının mayısında başlatılan Umut Operasyonu, “Türkiye’deki bütün faili meçhul cinayetler İran işi” propagandasını yoğunlaştıran bir gelişme oldu. Fakat kısa bir süre sonra ortaya çıkan kimi gerçekler, bu propagandayı imkânsız hale getirdi. Başlangıçta Uğur Mumcu'nun katilleri olarak açıklanan iki “şeriatçı örgüt mensubu”nun olayla bir ilgilerinin bulunmadığı bizzat soruşturmayı yürüten savcı tarafından açıklanmış, bu da İran parmağı tezini savunanları zora sokmuştu. Oysa bu iki kişi başlangıçta Biz İranlı üç ajan için gözcülük yaptık, onlar da bombayı yerleştirdiler demiş; daha sonra asıl katiller bunlar diye açıklanan üç kişi de, Biz kendi aramızda Farsça konuştuğumuz için onlar bizi İranlı sandı demişlerdi.
Ortaya çıkan tablo, doğrusu çok fenaydı. Akşam gazetesi, 25 Mayıs 2000 tarihli sayısının manşetini (“AYIKLA PİRİNCİN TAŞINI”) bu konuya ayırmış, ortaya çıkan razaleti şöyle dile getirmişti:
“Faili meçhullerin ardından İran çıktı haberlerinin arkasını getiremedik. UMUT operasyonu ile birlikte Ecevit, Kıvrıkoğlu ve Tantan Tahran’a sert çıktı. Ecevit’in ‘İran rejim ihracından vazgeçsin’ sözleri ilişkileri kopma noktasına getirdi. Ancak iddialar ortada kaldı. (…) Dışişleri Bakanı İsmail Cem, yakalanan İranlılar’ın Mumcu cinayeti ile ilgisinin olmadığını söyledi. (…) DGM Başsavcısı Volkan da, cinayetlerin ardında dış güçlerin bulunmadığını söyledi.”
Türkiye’deki bütün faili meçhul cinayetlerin İran bağlantılı şeriatçı örgütlerin işi olduğu tezinin neredeyse dalgaya alındığı o günlerden birinde (5 Haziran 2000) Hürriyet’in manşeti gene Kadir Ercan imzalı, “özel haber” kılıklı bir dezenformasyona ayrılmıştı.
Habere göre, adı Belladi Behbahani olan bir İran gizli servis elemanı Mart başında Türkiye'ye sığınmıştı. Hürriyet, Van'daki Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Bürosu'na başvuran Behbahani için bülbül sıfatını uygun görmüştü: ACEM BÜLBÜLÜ… Konuşup her şeyi anlattı… İranlı ajan konuştuğu için başta Uğur Mumcu olmak üzere tüm faili meçhuller aydınlandı.
Devam sayfalarında MOLLA BÜLBÜLÜ ÖTTÜ' başlığını alan haberde şöyle deniyordu:
İran'ın yurtdışında işlediği cinayetleri koordine eden Behbahani Türkiye'de ortaya çıktı. Dört ay önce Van'dan gizlice giriş yapan Behbahani'nin gelişinden sonra, üzerinde Tahran şüphesi bulunan bütün cinayetlerin failleri teker teker yakalanmaya başladı.
Kadir Ercan imzasını taşıyan haber o günlerde tahmin edebileceğiniz işlevi gördü: Bu haberin ardından devreye öbür gazetelerin de girmesiyle, kamuoyu bir kez daha Faili meçhul cinayetler İran işi bombardımanına tutuldu.
Bu manşetten tam yedi gün sonra, 12 Haziran'da Hürriyet'te içerde şu küçük Behbahani haberini okuduk: İranlı, sahte…
İBRETLİK “ERGENEKON” YORUMLARI
Ergenekon örgütlenmesine yönelik savcılık soruşturmasını belirgin bir “yazsak bir türlü, yazmasak bir türlü” ruh haliyle karşılayan kimi köşe yazarları yavaş yavaş konuya değinmeye başladılar. Bunların büyük bölümü, “Çetelere karşıyız tabii, fakat olay soruşturma aşamasında olduğu için yorum yapmıyoruz” çerçevesinde ele aldılar meseleyi ve böylece hiçbir şey söylemeden içinde bulundukları zorluğu kendilerince aşmış oldular. Bu kişiler, önceki benzer durumlarda benzer bir hassasiyet göstermiş olsalardı söylediklerine inanırdık ama, eski performanslarını göz önüne aldığımızda, başvurdukları gerekçede bir samimiyet görmenin imkânı kalmıyor.
İkinci grupta ise konuya ilişkin bir şeyler söyleyen yazarlar yer alıyor. Hayır, ulusalcı-milliyetçi yazarlar kategorisi içinde bu “bir şeyler”in içini demokratik diyebileceğimiz bir çerçevede dolduran birilerine henüz rastlanmadı Türk basınında. Ama tersinin sürüsüne bereket… Aşağıda size bunlardan en merak edilenini sunuyorum. Görün bakın, uzun süre konuya uzak durduktan sonra İlhan Selçuk ilk kalem oynatma girişiminde (Cumhuriyet, 30 Ocak) yaza yaza ne yazmış?
“Medyanın gözde çetesi Ergenekon… Bizim basına çete dedin mi ne El Kaide söz konusu.. Ne de Hizbullah?.. (…) Medyanın köşelerinde ve manşetlerinde Ergerekon taht kurmuşken El Kaide ve Hizbullah’a neden yer yok? Çünkü Ergenekon’la uğraşırken derin devlet ayağına askere vurmak olanağı var. (…) Biz hepimiz kafayı yemek üzereyiz… - Ekonomik kriz mi? – Boş ver… - Sorun nedir?.. – Türban… - Sonra?.. – Ergenekon… Evet, en büyük sorun, üniversiteye gidecek tesettürlü kızımızın türbanını çenesinin altından bağlayıp bağlamaması… - Ya Ergenekon?.. ‘Derin Devlet’ten ‘İslamcı Devlet’e geçmek için Ergenekon gerekli mi gerekli…”
Taraf, 1.2.2008