Yükseköğretim kurumlarında başörtüsü/türban yasağı uygulaması, Türkiye'deki vesayetçi-otoriter rejimin katıksız bir ürünüdür. Temel hak ve özgürlüklerin kullanımını engelleyen yürürlükteki bir dizi yasa maddesi ve uygulama gibi. Yurttaşlık haklarına eksiksiz biçimde sahip olan, olması gereken bir bireyin, kendi tercihiyle benimsediği bir kıyafetin parçası olarak türban/başörtüsü, demokratik bir toplumda yükseköğretim kurumlarında bir yasak nesnesi olamaz. Olduğu zaman, üniversite camiasına aykırı başka bir dizi yasağın, otoriter uygulamaların tamamlayıcı parçası haline gelir. Nitekim bugün üniversitelerin büyük çoğunluğunda hakim olan yönetim zihniyeti bu durumu gözler önüne seriyor.
Yasal olarak anne ve babasının vesayetinden çıkmış bir genç kadının dininin gereği olarak mı, bir cemaate aidiyetin işareti olarak mı, dindar olmayan ailesine veya çevresine karşı çıkmak için mi ya da arkadaşlarına uymak veya bunu estetik olarak beğendiği için mi başını örttüğünü ancak o bilir. Ve sadece onun bilmesi gerekir. Üstelik, türban, başörtüsü, GATA fiyongu, çene altı iğnesi vb. kullanımlar yasaların yasakladığı simgeler olmadıkları için, simge olarak kabul edilseler dahi, kullanımları üniversite öğretimi hakkını kazanmış bir kişinin önünde engel teşkil edemez. Zaten tam da bu nedenle, üniversitede türbanın serbest bırakılmasını hedefleyen bir yasal girişiminin açık veya dolaylı biçimde bunu dinsel gereklerle ilişkilendirmesi son derece sakıncalıdır. Bu durumda laiklik ağır biçimde yaralanır. Başları örtülü kişiler üniversitede öğrenci olabildikleri için değil, bunun yasal gerekçesi dinsel bir gereklilikle ilişkilendirildiği için laiklik yara alır.
Türbanın serbest bırakılması girişimine, dinde böyle bir gereklilik yoktur iddiasıyla parlamentoda karşı çıkan laikçiler de bu nedenle laiklik ilkesini ihlal ettiler. Bu yaklaşımdan hareket edersek, İslam dininin farz olarak kabul ettiklerini de yasalara ilave etmemiz veya zamanında Ali Bulaç'ın önerdiği gibi, her dinsel cemaatin kendi şeriatına uygun yasalara tabi olduğu bir dinsel cemaatler topluluğuna geçmemiz gerekir.
AKP-MHP İTTİFAKI
Başın ne biçimde örtülürse yükseköğrenim hakkını engellemeyeceğinin kanunda tarifi, tektipçi zihniyetin, gardırop modernciliğinin açık bir tezahürüdür. İlhamını GATA'dan alması da zaten yeteri kadar anlamlıdır. Böyle bir uygulamanın sonucu, birçok üniversitede cevval yöneticilerin, ortaeğitimde kapıda saç-sakal ya da etek dizboyu denetimi yapan müdürler gibi üniversite kapılarında denetim yapması olacaktır. Üniversitede türban hakkının değil, bir kez daha üniversitede otoriter zihniyetin pekişmesine, ötekini ezerek kendi iktidarını sergilemek ateşiyle yanıp tutuşanların bu eğilimlerini tatmin etmelerine yeni bir fırsat kapısı açılacaktır. Bugün türbanlı ya da türbansız, üniversitelerimiz bir özgürlük yuvası değildir. Bu üniversite yapısı, bu otoriter kurallar ve merkeziyetçilik, bugün türbanlıyı ezer, yarın türbansızı.
AKP'nin yükseköğretimde türban yasağını MHP desteğiyle kaldırmasını, müttefiği MHP olduğu için ve sadece bu nedenle eleştirmek elbette bağnazlıktır. MHP geçmişte bir dizi demokratikleşme paketine olumlu oy verdi. Başka bir dizi benzer girişimi de engelledi. Sorun, MHP'nin desteğinin koşulunun başka demokratikleşme, başka temel hak ve özgürlük hamlelerinin ötelenmesi, uykuya yatırılması olmasıdır. Bu bir tahmin değil, ittifakın açıkça ifade edilmiş koşuludur. Ayrıca, öngörüldüğü gibi anayasa değişikliklerini tamamlayan yasa değişikliğinin Anayasa mahkemesi tarafından iptal edilmesi durumunda, yeni bir hamle yapmak için AKP'nin eli MHP'ye daha da bağlı hale gelecektir. Böyle bir milli ve manevi değerler ittifakının geçmişte ne demek olduğunu biliyoruz.
Bunlara rağmen, eğer AKP hükümeti, 1982 Anayasası'nın değişmesi yasak olan maddeleri dışında kalan maddelerin büyük bölümünü değiştiren demokratik ve sivil bir anayasa reformunu gündeme getirmemiş olsaydı, salt türbana ilişkin girişiminin iç tutarlığı daha güçlü olurdu. Evet, bir hak ihlali varsa, sadece bu mağduriyetin giderilmesini giderici girişimlerde bulunmak demokrasi açısından sakıncalı değildir. Yeter ki bu girişim, hak ihlalini gerçekten giderici içerikte olsun. Yeter ki üzerindeki yasağın kaldırıldığı hakkın kullanımının ileride yaratabileceği başka hak ihlallerini de engelleyici bir bütünlük içinde mağduriyet giderilsin. Serap Yazıcı'nın ısrarla belirttiği gibi, bu yasağın kalkmasıyla birlikte, başı açık üniversite öğrencisi kızların üzerinde uygulanması muhtemel baskıları yok edecek önlemlerin de dikkate alınmasını talep etmek, yorgunu yokuşa sürmek değildir.
AKP'nin demokratik anayasa reformu önerisi çerçevesinde, yükseköğretimde türban yasağını çok daha geniş bir özgürlük hamlesi için sıradanlaştırma, olağanlaştırma fırsatı varken, salt türban merkezli bir hamleye yeltenmesi, bilinçli ya da bunun bilincinde olmayarak, kendisinin de türbanı olağandışı konumda tutmak arzusunda olduğuna işaret ediyor. Bu da bir siyasal tercihtir ama burada söz konusu olanın artık üniversiteye başı örtülü girmek isteyen kadınlara verilmesi gereken bir hakkı aştığını da kabul etmek gerekir. Bu durumun, erkek egemen ve ataerkil geleneklerin hakim olduğu bir toplumda, bir kez daha dindar ve laikçi erkeklerin kadınlar üzerindeki hakimiyet mücadelesinin bir yansıması olduğu kanaati güçlenir.
Son olarak, türban konusu kapsamlı bir anayasa değişikliği içinde yer alsa da, benzer gerginliklerin belki çok daha fazla yaşanacağı, dolayısıyla şimdi veya daha sonra bu gerginliğin yaşanmasının kaçınılmaz olduğu tespitinden hareketle, türbanla sınırlı bu girişimi desteklemek de elbette mümkündür. Ve demokratik bir duruş açısından çelişkili değildir. İnceldiği yerden kopsun demek de. Ne var ki, bu girişimin çeşitli konularda oluşmaya başlayan otoriter-muhafazakâr bir ittifakın bir parçası olduğuna dikkat çekmenin, Kemalizm'e göz süzmek olarak değerlendirilmesi düşündürücüdür. Bir özgürlük hakkının savunulma tarzındaki tutarsızlıklara ve bu hakkın kendisinin gerçekten hayata geçmesi girişiminin zaaflarına dikkat çekmek, o hakkın verilmesine karşı çıkanlarla aynı kampta, yanyana yer almak olarak değerlendiriliyorsa, eleştirel düşünce taraftar zihniyetine feda ediliyor demektir.
Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak'ta 7 Şubat'ta yayımlanan yazısında, Devletçi ve Kemalist refleksin toplumsal meşruiyete kavuşması ancak cemaatçi bir siyasi kavganın, bireysel özgürlükler bakışı üzerinde hükümranlık kurmasıyla mümkün olur diyor. Bunu daha kapsayıcı biçimde, otoriter ve vesayetçi refleks olarak adlandırarak, bu değerlendirmeye bütünüyle katılıyorum. Yükseköğretimde türbana tektipçi, cemaatçi tınılı bir serbestlik tanınması girişiminin sakıncaları ile ilgili anlatmaya çalıştığım işte tam budur. Türbana değil, bireylere özgürlük esastır.
Radikal İki, 10.2.2008