Yavaş yavaş, seçim öncesi gerilim tırmanmasını aratmayacak bir ortama doğru ilerliyoruz. İnsanlar, gene, kendi taraflarında çalan savaş borularından başka bir sese kulak veremeyecek hale geliyor. Geçtiğimiz hafta sonu bazılarımız Ankara'da Kürt sorununun barışçı çözümü üstüne toplanırken, Meclis başörtüsü oylaması için toplanmıştı ve Sıhhiye'de başörtüsünü protesto eden kadın ağırlıklı toplantı ve gösteri vardı.
Özellikle kadınların AKP iktidarından kuşku duymasına bir anlam verebiliyorum. Ama bu kuşkunun da dur durak tanımadan başını alıp olmadık yerlere gittiğini görüyorum. Siz eğer bugün yaptıklarınızla yarın hepimizi belirli bir kılığa sokacak düzenlemelerin yolunu açtığınızı düşünüyorsanız, meydan boş değil. Sizi uyarmak üzere buradayız; bundan sonra, böyle girişimlere karşı, daha da kalabalıklaşarak burada olacağız! Bunu söylemek üzere toplanmak ve gösteri yapmak bence çok doğru ve mutlaka olması gereken bir şey. Ama bunu 'Üniversitede başörtüsü yasağı devam etsin' talebine çevirdiğinizde, ortada bir haklılık, bir 'hakkâniyet' kalmıyor. Kendi kılığımı seçme özgürlüğü talebimi, nasıl olur da, başkasına bir kılık yasaklaması talebiyle birleştiririm? Bu nasıl bir 'özgürlük' anlayışı?
Buradan o girift ama artık tanıdık koridorlara giriyoruz: Buna karşı çıkmak gerekiyor; çünkü bu çok daha kapsamlı bir planın ilk adımı vb. Yani arkadan 'kamuda' başı bağlı çalışmak gelecek, öğretimin bütün kademelerinde baş bağlamak gelecek, falan filan.
Bunlar, şu malum 'takiye' kategorisine giren şeyler. İdeolojik alanda güçlü bir araç, 'takiye'... Hiçbir gerçekliği olmadığı da söylenemez. Metafizik her konu gibi ne varlığı ispatlanabilir ne de yokluğu.
Onun için hukuk düzeyinde tamamen geçersiz, abes bir kavramdır. 'Onu öldürdüm, çünkü bir süre sonra beni öldürmek istediğini biliyordum' diye bir hukuki savunma düşünebilir misiniz?
Hukukta abes olmakla birlikte siyasette ve tabii siyasetin (Clausewitz'in teşhisiyle) bir ileri aşaması olan askerlikte, hatta bir 'erdem' sayılır, çünkü 'düşmandan erken davranma' imkânını verir. Türkiye'nin bugünkü durumunda bütün bu düzeyler iç içe geçtiği için, bu kargaşa da normal. 'Yoksa o beni vuracaktı' diye konuşan taraflar oluştuğuna göre, bu mantığın içine başka bir mantık üflemek bayağı güç.
Koşullar güç; bir şeyleri sonuna kadar dayatmaya kararlı çevreler var, bunları biliyoruz ve ne zamandır yazıyoruz. Veli Küçük'le Kemal Kerinçsiz'in içeride olması yetmiyor bir barış ortamının oluşmasına. Bütün güçlüklere rağmen, hükümetin sorunların üstüne gitmekte uyguladığı tarz ve üslup da 'hayranlık verici'! Yakın zamana kadar 'önceliklerimiz arasında değil' denilen başörtüsünün birdenbire ve tek başına gündeme taşınması, aklını 'takiye'yle bozmamış olanların da zihninde şüpheler uyandıracak bir davranış. 'Ne diyordun, ne yapıyorsun? Hangi dediğine inanalım?' Şimdi YÖK vb., yükseköğretim alanında gerçekten demokratik bir ferahlama başlatacak bir şeyler yapma imkânları doğarken, bu 'acul' zamanlamayla, Anayasa ile 'çenealtı'nı bir araya getiren birtakım 'çözüm kerteleri' bulunması karşısında, evet, 'hayranlık verici', 'çok ustaca' gibi sıfatlardan başkası aklıma gelmiyor.
Radikal, 12.2.2008