1 Temmuz Hong Kong’un Çin’e iadesinin (香港回归,- Xiānggǎng huíguī ) yirmi beşinci yıldönümüydü. 1841’dan itibaren İngiltere’nin kolonisi olan Hong Kong’da 156 yıl süren İngiliz hakimiyeti 1997’de sona ermiş ve bölge tekrar Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) parçası olmuştu.
Hong Kong’un devri için ÇHC ile İngiltere arasında müzakereler 1982’de başlamış ve iki yıl sürmüştü. Varılan mutabakata göre Çin Hong Kong’un mevcut yönetim yapısı ve düzenini elli yıl boyunca korumayı kabul etmişti.
“Tek ülke iki sistem” (一国两制 – Yīguóliǎngzhì) diye adlandırılan bu uygulama Hong Kong’a Temel Kanun adı verilen mini anayasası çerçevesinde ÇHC’den bağımsız bir hükümet sistemine, yasal, ekonomik ve mali işlere sahip olma hakkı veriyor. Özerklik alanlarına yabancı ülkelerle ticari ilişkiler de dahil.
İki yıldır ülke dışına çıkmayan ÇHC devlet başkanı Xi Jinping Hong Kong’a gidip törenlere katılarak “tek ülke iki sistem”in[1] rüştünü ispat ettiğini ve bu uygulamanın devam edeceğini vurguladı. Sonra da ekledi: “Hong Kong vatanseverler tarafından yönetilmelidir.”
Xi bunu ilk kez dile getirmiyor aslında. Geçen yıl o zamanki Hong Kong baş yöneticisi Carrie Lam’la yaptığı video konferansta “Hong Kong'un uzun vadeli istikrarının ve güvenliğinin ancak ‘Hong Kong'u vatanseverlerin yönetmesi’ ile sağlanıp korunabileceğini” söylemişti. [2]
Hong Kong baş yöneticiliği seçimlerine artık sadece ÇHC’nin onayladığı adaylar katılabiliyor. Son yapılan seçimlerde tek bir aday vardı, John Lee. Tahmin edileceği üzere seçimi kazandı ve Xi’nin bulunduğu törende yemin ederek göreve başladı.
Hong Kongluların pek de coşkuyla kutladığı bir yıldönümü değil bu. Özellikle Z kuşağı kendini ÇHC vatandaşı değil, Hong Konglu olarak tanımlıyor. Aslına bakılırsa durum epeyce garip zaten: Hong Kong ÇHC’nin bir parçası ama Hong Konglular ÇHC vatandaşı değil. Egemen bir devletin vatandaşları gibi ayrı bir pasaportları bulunuyor (ÇHC pasaportunun aksine oldukça muteber, 168 ülkeye vizesiz giriş imkânı sağlıyor). Hong Kong’da Çin parası (RMB) geçmiyor, kendi parası (Hong Kong Doları) var.
ÇHC’deki yasakların çoğu burada söz konusu değil. Örneğin Google’dan Twitter’a, WhatsApp’dan, Instagram’a, BBC’den Wikipedia’ya kadar üç yüz binin üzerinde siteye erişimin yasaklı olduğu ÇHC’nin[3] aksine Hong Kong’da pek bir kısıtlama yok.
Mart 2019’da Hong Kong yönetimi “ÇHC ile suçluların iadesi”ni öngeren bir yasa tasarısını gündeme getirince büyük bir tepki görmüş ve hızla yayılıp kitleselleşen gösteriler sonrası ÇHC 30 Haziran 2020’de Ulusal Güvenlik Yasası’nı uygulamaya koymuştu. Çin ile ilgili herhangi bir konuya muhalefet etmeyi imkânsız hale getiren bu yasanın uygulanmaya başlamasıyla yüzlerce kişi tutuklanmıştı. Pek çok kişi “tek ülke iki sistem”in fiiliyatta sona erdiği görüşünde.
Söz konusu yasanın uygulamaya konulmasından beri Hong Kong’da çıt çıkmıyor ve özgürlüklerde erozyon devam ediyor. Örneğin Tiananmen olaylarını yıldönümünde her yıl Hong Kong’da yapılan anma törenlerine artık izin verilmiyor. Hong Kong Üniversitesi’nde bulunan, Tiananmen’de ölenlerin anısına yapılmış Utanç Sütunu heykeli geçen aralık ayında kaldırıldı.
Dünyanın önde gelen finans merkezlerinden biri olan Hong Kong’un ÇHC açısından önemli bir rolü var. ÇHC‘ye yönelik doğrudan finans yatırımlarının çok önemli bölümü, yüzde 60’dan fazlası Hong Kong üzerinden geliyor.[4] Çünkü Çin parasının aksine Hong Kong doları tamamen konvertibl ve Hong Kong’da yabancı para transferleriyle ilgili kısıtlamalar bulunmuyor.
Bu özel durumundan dolay ÇHC’nin Hong Kong’a pek fazla müdahale etmeyeceği gibi bir kanı yaygındı. Örneğin ezeli ÇHC muhaliflerinden olan Hong Konglu milyarder işadamı Jimmy Lee “Çin Komünist Partisi (ÇKP) bize dokunmaya cesaret edemez,” dedikten kısa bir süre Tiananmen’i anma törenine katıldığı gerekçesiyle on üç aylık hapis cezasına mahkûm olmuştu!
Hong Kong Üniversitesi’ndeki Utanç Sütunu anıtı kaldırılmadan önce
Çinle ilgili yanlış okumalar konusunda bu tekil bir örnek değil. Örneğin Deng Xioping açılım politikasını başlattığında Margaret Thatcher’dan Bill Clinton’a kadar pek çok Batılı “kurt politikacı” ÇHC’nin zamanla demokrasiye geçeceğinden, hatta bunun kaçınılmaz olduğundan emindiler.[5]
Çin’i anlamak (ÇKP ya da Çin’in yönetici elitini anlamak diye de okunabilir) için öncelikle Batılı paradigmaları bir yana bırakmakta fayda var.
Batı’daki Çin algısını bir nevi “romantizm ile korkunun roller coaster”ı (lunapark hız treni) analojisi ile ifade etmek çok yanlış olmaz. Bunun “anlama”ya yönelik bir perspektif sağlayamayacağı açıktır.
Pekin Üniversitesi’nde felsefe dersleri vermek için Ekim 1920 ile Temmuz 1921 arasında Çin’de yaşayan Bertrand Russell’ın “Çin’i anlama” konusunda ortaya koyduğu “kriter” sanırım oldukça doğru bir başlangıç noktasıdır. Russel’ın kriterine geçmeden önce başka bir “roller coaster’a göz atmakta yarar.
1750 yılında Çin dünyadaki toplam üretimim yaklaşık yüzde 33’ünü gerçekleştiriyordu. Hatta ilk afyon savaşının hemen öncesinde 1830’da bile bu oran yüzde 29,7 idi.[6] ABD’nin bu büyüklüğe ancak İkinci Dünya Savaşı’nın ardından gerçekleştirdiği ekonomik büyüme sonrası ulaşabildiğini hatırlamakta fayda var.[7]
Mao döneminin ardından 1979’da Deng Xioping açılım politikasını başlattığında ise Çin’in dünya toplam GSYİH’i (Gayri safi Yurtiçi Hasıla) içindeki payı sadece yüzde 1 idi.
2019 itibarıyla Çin’in dünya sanayi üretimi içindeki payının yüzde 28.7’e ulaştığını görüyoruz.
Bir anlamda 200 yıl önceki konumuna geri dönüş söz konusu denebilir.
***
1600’ların ikinci yarısından başlayarak ipek, porselen, çay gibi Çin mallarına olan talep giderek artmaya başlayınca Avrupa devletleri Çin’le diplomatik ilişki kurmaya niyetlendiler. 1792 sonbaharında İngiltere kralı III. George, Lord Macartney‘i Çin’de elçilik kurma misyonuyla görevlendirdi. Macartney fizikçi, astronom, ressam, müzisyen, saat ustası, asker ve hizmetlilerden oluşan yaklaşık 700 kişiyle yola çıktı.
Bu kadar kalabalık ekipte tek eksik doğru düzgün Çince konuşan birinin, bir tercümanın olmamasıydı. Bunun önemli nedenlerinden biri Çinlilerin yabancılara Çince öğretilmesini yasaklamış olmalarıydı. Her kim ki yabancılara Çince öğretirse ölüm cezasına çarptırılıyordu.
Aslında daha önce Portekiz, Hollanda ve Rusya elçilik kurma girişimde bulunmuş, bu amaçla misyonlar göndermiş lakin hepsi sonuçsuz kalmıştı.
III. George, dünyanın en güçlü donanmasına sahip ve sanayi devrimin arifesindeki İngiltere’nin kralı olarak sonuç alacağından emindi.
Lord Macartney Kral III. George’un mektubunu İmparator Chien Lung’a iletti. Mükemmel bir hattat ve görgülü bilgili bir kişi olan imparatorun cevap mektubu şöyle başlıyordu:[8]
Sen, ey Kral, birçok denizler ötesinde yaşıyorsun, buna rağmen, uygarlığımızın faydalarından yararlanmak için alçakgönüllü arzunla harekete geçtin, dileğini saygıyla iletecek görevliler gönderdin. Elçiniz denizleri aştı ve doğumgünümde sarayımda saygılarını sundu. Bağlılığınızı göstermek için, ülkenizin ürünlerinden de sunu gönderdiniz.
Tezkerenizi inceledim: ciddi ifadesi, son derece övgüye değer saygılı alçakgönüllülüğünüzü ortaya koyuyor.
Ardından elçilik ve daimi elçi konusunun neden yararsız olduğunu açıklıyordu:
Göksel hanedanımıza olan saygınızın, medeniyetimize vâkıf olma arzunuzu körüklediğini ileri sürseniz de, törelerimiz ve hukukumuz sizinkinden o kadar farklıdır ki, elçiniz medeniyetimizin esaslarına vâkıf olmayı başarsa bile, örf ve âdetlerimizi yabancı topraklarınıza taşımanız mümkün değil. Bu nedenle, elçi mahir olsa bile bundan hiçbir kazanım elde edilemeyecek.
Koca dünyaya hükmederken, tek bir amacım var, o da kusursuz bir yönetim sürdürmek ve devlet görevlerini yerine getirmek. Garip ve pahalı nesneler beni ilgilendirmiyor. Ey Kral, gönderdiğin haraç sunularının kabul edilmesini emrettiysem, bu yalnızca onları uzaklardan buraya göndermeye yönlendiren heyecanını önemsediğimdendir. Hanedanımızın görkemli erdemi, Cennet’in altındaki her ülkeye nüfuz etti ve tüm ulusların kralları, karadan ve denizden pahalı haraçlarını bize sundular. Elçinizin kendi gözleriyle de görebildiği gibi, her şeye sahibiz. (Gönderdiğiniz) garip ya da ustaca yapılmış nesnelerin ve (ülkenizdeki) üreticilerin bizim için kıymeti harbiyesi yok.
(…) Ey Kral, görüşlerime saygı duy ve gelecekte daha da büyük bir bağlılık ve sadakat göster ki, tahtımıza daimi itaatle, ülkene ebediyen barış ve refah sağlayasın.
Sonra da İngilizlerin Çin malları ithalatına karşılık İngiliz ürünleri satma önerisi ile ilgili olumsuz kararını açıklıyordu:
Dün elçiniz, bakanlarıma Çin ile yaptığınız ticaretle ilgili olarak benim onayımı dilediklerini iletmiş, ancak önerisi hanedan kurallarımıza uygun değil ve kabul edilemez. Şimdiye kadar, kendi ülkenizin barbar tüccarları da dahil olmak üzere tüm Avrupa ulusları, Kanton'da Göksel İmparatorluğumuzla ticaretlerini sürdürdüler. Bizim Göksel İmparatorluğumuz her şeye bereketli bir bolluk içinde sahip olmasına ve kendi sınırları içinde hiçbir üründen yoksun olmamasına rağmen, yıllardır prosedür böyle olmuştur. Bu nedenle, kendi üretimimiz karşılığında dışarıdaki barbarların ürünlerini ithal etmeye gerek olmamıştır. Ancak, Göksel İmparatorluğun ürettiği çay, ipek ve porselen Avrupa ulusları ve sizin için mutlak gereklilik olduğundan, bir iyi niyet göstergesi olarak, istekleriniz karşılansın ve cömertliğimize ortak olabilesiniz diye Kanton'da [9] yabancılar tarafından ticaret firmaları kurulmasına izin verdik.
İmparator Chien Lung’un Kral III. George’a yazdığı bu cevap mektubuna istinaden Bertrand Russell “bu belge saçma göründüğü müddetçe birisinin Çin'i anlamadığı”nı söyler.[10]
Russell’ın bir nevi Çini anlama kriteri olarak nitelediği bu mektup gerçekten de doğru bir başlangıç noktasıdır.
İki bin yıllık İmparatorluk dönemi boyunca Çin dış dünyaya karşı kayıtsız davranmıştır. Üstün ve ileri bir uygarlık olduğunun farkında olarak tabir caizse kendi dışındakileri muhatap almaya gönül indirmemiştir.
Örneğin Çin kültürü, ırkı, kimliği anlamında kullanılan Çinli (中华 - Zhōnghuá) kelimesi hiç de tevazu içermez: 华 (Huá) üstünlüğü, daha yüksek kültüre sahip olmayı ifade eder. Kültürel kimliği ifade eden Çinli-barbar ikiliğinde “barbar”ın (夷 -Yí) karşıtı 华 (Huá)’dır. 夷 (Yí) geniş anlamda tüm yabancılar için kullanılır. Daha alt kültürden olanları ifade eder. Dikkat edileceği üzere İmparator Chien Lung da mektubunda “barbar” kelimesini (夷 -Yí) kullanmıştır.Kısacası Çin kültürü, Çinli (中华) tüm kendi dışındakilere göre daha üstündür.
Çin, daha M.Ö. 3. yüzyıldan başlayarak kendisinden zayıf devletlerle hiyerarşik bağımlılık ilişkileri kurmaya başlamıştır. Ekonomik güç, kültürel kazanımlar ve bölgesel etkinlik açısından altın çağına tekabül eden Ming Hanedanlığı (1368-1644) döneminde komşuları ile arasında haraç düzeni ilişkisi gelişmiş ve bunların bazıları 19. yüzyıla kadar sürmüştür.
Batı'daki süzeren-vassal ilişkisinden farklı bir ilişki biçimidir bu: Çin imparatoruna biat karşılığında komşu devletlerin kralları tanınma, barış ve ticaret imkânı elde edebiliyorlardı. Bu süreç haraçgüzar devletin Çin imparatoruna nadide hediyeler göndermesiyle başlıyor, ondan sonra da periyodik olarak vergi ya da değerli hediyeler yollamasıyla devam ediyordu.
Merkezinde Çin’in olduğu yıldız şeklinde bir ilişkiler biçimiydi. Çin, haraçgüzar (haraç veren) devletlerin ne iç işlerine ne de birbirleriyle ilişkilerine karışıyordu.
Farklı zamanlarda ve değişen sürelerle de olsa Asya’daki devletlerin hemen hepsi Çin’e biat eden haraçgüzar devletler olmuştur. Bunlar arasında Brunei, Kamboçya, Japonya; Kore, Malezya, Nepal, Filipinler, Siam (Tayland), Vietnam ve Sri Lanka vardır.
***
Ancak, iki bin yıldır dünyanın süper gücü olan Çin’in önünde artık sayılı günler kalmıştı.
1796-1804 yılları arasında gerçekleşen Beyaz Nilüfer İsyanı ekonomiyi ve orduyu büyük ölçüde hırpalamıştı. Ülke sanayi devrimini de ıskalıyordu.
İngiltere karşılıklı ticaret teklifinin reddedilmesinden hiç de hoşnut kalmadı. 1750-1800 yılları arasında Çin’den aldıkları 27 milyon poundluk ürüne karşı ancak 9 milyon poundluk ihracat yapabilmişler ve aradaki farkı gümüş olarak ödemişlerdi. İngiltere’de gümüş çıkmadığından diğer Avrupa devletlerinin sömürgelerinden bedel ödeyerek tedarik etmek durumunda kalıyordu.
İngilizler bunun üzerine Çin’e kaçak olarak afyon satmaya başladı. Bengal’de üretilip Çin’e gönderilen afyon kısa zamanda tüm ülkede yaygın olarak kullanılmaya başladı. Olay toplumsal bir sorun boyutuna ulaştığında Çin sıkı tedbirler alma yoluna gitti. Bazı tahminlere göre 1830’larda kıyı bölgelerinde yaşayan genç erkeklerin neredeyse yüzde 90’ı afyon bağımlısı olmuştu.
1839’da kaçak olarak yakalanan afyonların imhası ile başlayan gerginlik İngiliz donanmasının Kanton’a saldırmasıyla savaşa dönüştü. 1842’ye kadar süren Birinci Afyon Savaşı Çin’in yenilgisiyle son buldu. Çin İngiltere’ye tazminat ödemeyi kabul etti. Kanton dışında Şangay dahil dört limanı daha İngiliz ticaret gemilerinin kullanımına açtı ve Hong Kong’u İngilizlere teslim etti.
İngilizler kaçak olarak Çin’e afyon satmaya devam ettiler.
Bu arada 1850’de başlayan Taiping İsyanı Çin’in daha da zayıflamasına yol açıyordu.
Afyon kaçakçılığı yapan bir İngiliz gemisine el konulması bahanesiyle 1856’ta başlattıkları İkinci Afyon Savaşı’na fırsatı kaçırmak istemeyen Fransızlar da bir Fransız papazın ölümünü bahane ederek katıldılar.
Savaş Guangzhou’nun ve Tianjin’deki önemli bir kalenin kaybedilmesinden sonra Çin’in teslim olmasıyla sona erdi. 1858 Haziran’ında yapılan Tianjin anlaşmasıyla İngiltere, Fransa, Rusya ve ABD’ye Pekin’de elçilik açma ve yabancıların Çin’de istedikleri bölgeye gidebilme izni verildi. On bir liman daha yabancıların ticaretine açıldı. Çin ayrıca Fransa ve İngiltere’ye savaş tazminatı ödemeyi kabul etti. Afyon ticareti yasal hale geldi.
Çin bunlara ilave olarak 1860’da Pekin Konvansiyonu’yla Hong Kong adasının karşısında bulunan Kowloon yarımadası ile Taşcılar adasının İngilizlere devrini de kabul etti.
“İngiliz topları İmparatorun otoritesini parçalayıp Göksel İmparatorluğu karasal dünyaya inmeye mecbur bırakmıştı.”[11]
İmha edilen Pekin’deki yazlık sarayın bilgisayarda hazırlanmış dijital görüntüsü
Ziyaretçilere açılan yıkık saray, bir nevi Aşağılanma Yüzyılı müzesi işlevi görüyor
İkinci Afyon Savaşı’nın ibretlik olaylarından biri de İmparator’un ana ikametgâhı olan Pekin’deki yazlık sarayın yok edilmesidir. Üç buçuk kilometrekare alanda görkemli bahçeler içinde bulunan ve Muhteşem Parlaklık Bahçeleri (圆明园 – Yuánmíngyuán) adını taşıyan saray 6 Ekim 1860’da bir grup İngiliz askeri tarafından yağmalanmaya başladı. Bu sırada teslim anlaşmasının koşullarını görüşmek için de şehre bir heyet gitmişti. Gidenlerin işkence görerek öldürüldükleri haberi üzerine Çin’deki İngiliz Yüksek Komiseri Lord Elgin, yazlık sarayın tamamen imha edilmesi emrini verdi. Dört bin asker üç gün boyunca değerli her şeyi yağmaladıktan sonra neredeyse taş üstünde taş kalmayacak şekilde sarayı yakıp yıktı. 2006 yılı itibarıyla UNESCO’nun tahminlerine göre saraydan yağmalanan bir milyondan fazla eşya bugün dünyadaki 47 farklı müzede bulunuyor.[12]
Hong Kong Özel Yönetim Bölgesi’nin bugünkü sınırları
İngilizler 1898’de şehrin savunması için Hong Kong adası ve Kowloon’daki mevcudiyetlerinin yeterli olmadığını düşünüp geniş bir bölgeyi (Yeni Araziler) Çin’den doksan dokuz yıllığına kiraladılar.[13]
Yükselen milliyetçilikle birlikte ilkin 1915’te kullanılmaya başlayan, daha sonra ÇKP’nin büyük ölçüde sahiplenip yaygınlaştırdığı bir kavram olan “Aşağılanma Yüzyılı”nın (百年国耻 - Bǎinián guóchǐ) miladı Birinci Afyon Savaşı’nın başladığı tarih olan 1839’dur ve ilk kayıp da Hong Kong’dur.
***
“Çinliler, Batı Dünyasının tüm uluslarını kendilerine karşı bir komploda birleşmiş olarak görmeye yönlendirilmemelidir,”[14] diye uyaran Marx talihin garip bir tecellisi olarak “Aşağılanma Yüzyılı”nın ana karakterlerinden biri haline gelecekti.
Marx, 1853’ten itibaren yedi yıl boyunca Çin konusunda makaleler yayımladı. 1860’a gelindiğindeyse Kapital’in ilk cildini yazmaya odaklandığından bir daha geri dönmemek üzere bu konuyu bir yana bıraktı. Ancak onun “Göksel İmparatorluk” ve ”Afyon Savaşları’yla” ilgili görüşleri (çürüyen yarı-feodal yarı-sömürge Çin’e karşı Batı emperyalizminin komplosu) bir anlamda Çin milliyetçiliğinin kurucu efsanesi olacaktı.
[1] “Xi stresses implementation of ‘patriots administering Hong Kong’ principle”, Xinhua, 1 Temmuz 2022.
[2] “Xi Focus: Xi stresses ‘patriots governing Hong Kong’ when hearing Carrie Lam's work report”, Xinhua, 27 Ocak 2021.
[3] Aralık 2021 itibarıyla 311 bin siteye erişimin yasaklı olduğu tahmin ediliyor: https://therecord.media/chinas-great-firewall-is-blocking-around-311k-domains-41k-by-accident/
[4] “How important is Hong Kong to China as a free finance hub?”, Reuters, 29 Haziran 2020.
[5] Hong Kong’un Çin’e devredilmesi müzakereleri (1982-1984) esnasında Deng’le görüşen dönemin İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher "Çin’deki ekonomik değişimin artan ivmesinin bir noktada siyasi değişime yol açacağını” düşünüyordu. (Margaret Thatcher, Downing Street Years, HarperCollins Publishers, 2012, s. 495). Bill Clinton da hemen hemen aynı fikirdeydi: “Çin’de önemli ekonomik değişiklikler yaşanıyor. Toplumun dürtüleri ve ekonomik değişimin doğasının, birlikte zaman içinde özgürleşme istediğini artıracağına inanıyorum. Çin'de buna katılmayan birinin bu süreci durdurmasının bir yolu olduğunu sanmıyorum -tıpkı sonunda Berlin Duvarı'nın yıkılması gibi, bunun kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum” (South China Morning Post, 20 Ocak 1997).
[6] “Zhang Weiying: What China Needs to Do to Become a Real Manufacturing Power”, Caixin Global, 8 Mart 2021.
[7] “Angus Maddison, The World Economy: Historical Statistics”, OECD Publishing, 2006, s. 639.
[8] Emperor Qianlong: Letter To George III, 1793, USC US-China Institute, University of South California. https://china.usc.edu/emperor-qianlong-letter-george-iii-1793
[9] Güneyde bugünkü Guangzhou şehri ve çevresini içine alan bölgeye verilen ad. 1759'dan 1842'ye kadar, Çin ile yapılan tüm dış ticaret, Guangzhou ile sınırlıydı. Yabancı tüccarlar, şehir surlarının dışındaki küçük bir alanda bulunabiliyordu. Buradan dışarı çıkmaları, Çin topraklarına girmeleri yasaktı ve sadece yetki verilmiş olan Çinli tüccarlarla ticaret yapabiliyorlardı.
[10] Bertrand Russell, The Problem of China, George Allen & Unwin Ltd, Londra, 1922, s. 51.
[11] Karl Marx, “Revolution in China and in Europe”, New York Daily Tribune, 14 Haziran 1853, (Articles On China, 1853-1860), https://www.marxists.org/archive/marx/works/1853/06/14.htm
[12] “Old Summer Palace marks 157th anniversary of massive loot”, China Daily, 19 Ekim 2017.
[13] Aslında 1997 yılında Çin’e iadesi gereken sadece bu bölgeydi. Ancak yıllar içinde Yeni Araziler Hong Kong’un nüfusunun ve ekonomisinin önemli bölümünü barındırır hale gelmiş, bir anlamda Hong Kong’un ayrılamaz parçası olmuştu.
[14] Karl Marx, “Whose Atrocities?”, New York Daily Tribune, 10 Nisan 1857, (Articles On China, 1853-1860), https://www.marxists.org/archive/marx/works/1857/04/10.htm