“Kafka'nın Mesajı” adlı yazısında "Kafka, karanlık ve karmakarışık bir dünyadan seslenir bize," der Hidâyet. Bu dünya aynı zamanda Hidâyet'in de dünyasıdır. O da bize karanlık ve karmakarışık bir dünyadan seslenir. O dünyadan çıkmaya, kurtulmaya çalışmaz. Bu çabasını yitirmiş gibidir. Daha çok bu karanlığın sebebini taşlar. Elinden geldiği kadar sınırları zorlar. Bu karanlık dünyaya bizi çeker. Bizi boğmaz, yutmaz. Elinde sadece bir mesaj vardır, bunu bize gösterir. Parçalanmışlıklar yaratır, çıkışı yok sayar, bir şeylerin değişeceğine inanmaz ama gizli bir “acaba”sı vardır.
Bildiğimiz, değer verdiğimiz ya da değerli sandığımız her şeyi küçümser Hidâyet. Değerli sandığımız şeylerin aslında bize öğretilmiş şeyler olduğunu söyler. Şunu sorarız kendimize; ya gerçekten değer olarak adlandırdıklarımız birer yalandan ibaretse? İnsanın kendine itiraf edemediği, kabullenemediği yanları yüzümüze çarparak yazar. Sıradan, her gün görüp ve yaşadığımız günlerin içindeki ayrıntıları anlatır. Bizim görmediğimiz ve sıradan diyerek geçtiğimiz şeylere anlam yükler. Bir köpeği konuşturur, karanlık bir odayı yaşamın merkezine çevirir.
Yaşam bir saçmalıktır ona göre. İnsanların peşinde koştukları unvan, şöhret, para, hepsi birer saçmalıktan ibarettir. Bu saçmalıklar için insanlar nasıl da kolayca birbirine zarar verebildiklerini anlatır öykülerinde.
Bu insanları alaya alır, aşağılar. Haklıdır. Bir avuç bu insanların dünyasında tutuklu kalmayı kabul etmez. Baktığımız her yerde bir iktidar kavgası, tahammülsüzlük vardır. O zaman bu dünyada yaşamak ne içindi? Ya da bu dünya kim içindi? Bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi.
Hidâyet’in yazdıklarına şöylece bir karamsarlık deyip geçemeyiz. Karamsarlık demek onu anlamadan okumak demek. O bu tür okuyucuları da ciddiye almaz. Dünyamızın bunalımlarını en derinden yaşamış ve anlamış biridir. İçindeki sancıyı dindirebilmek umuduyla yazmış, bu sancı azalmak yerine bütün bedenini ele geçirmiştir. Onun için kötümser demek zayıf kalır. İyimserse hiç değildir Hidâyet. Öykülerindeki karakterler yanımızdan geçip gitse asla fark etmeyeceğimiz karakterlerdir ama hepsi içlerinde bir dünya taşır, bir yükle doludurlar. Karakterleri bir kaçış, bir haykırıştır. Kimi karakterleri baştan aşağıya sahtekârlık kokar. Her dönemin adamı Hacı Ağa gibi. Kimi ise iyi olmaktan dolayı yalnızlaşır, ölüme sürüklenir. Kötü hep kötüdür. İyi olanınsa çıkışı yoktur kötülüğün dünyasında. Kendine dahi yetemez. Hidâyet, kötü olmayı öğretmez bize ama bu dünyada yaşamanın dünyaya iyi bakmak isteyen biri için zor olacağını söyler. Bir mücadeleye girişmiştir ve bu mücadelenin bir şeyleri değiştirmeyeceğini bilir. Anlamsız umutlara kapılmaz. O sadece yazmak ister, sadece yazar. Ki zaten nüfuzlu bir aileye sahiptir. Ailesinden birçok kişi devlet dairelerinde önemli yerlerdedir. Eniştesi başbakandır. Hidâyet ise asla bir mevki sahibi olmaya, bu imkânları kullanarak bir şeyler yapmaya çalışmamıştır.
Bize söylediklerini yaşamaktadır. Yani, bize bir şeyler anlatıp, inandırıp, kendisi başka şeyler yaşamaya çalışmaz. Baktığı yönü bize gösterir. Her öyküsüne kendini damıtır. Kitaplarındaki çıkmazlar kendi çıkmazlarıdır. Sorduğu sorular, kendi içinde cevapsız kalanlardır.
Bunca yalan ve kötülüğün içinde neden yaşamaya devam eder? Öncelikle bunun sorusunu sorup cevabını arar. Yaşamak zorundadır, yaşamayı ret edebilmek için önce yaşamak zorundadır. Yaşamak zorunda kalmak acı vericidir, ölümden sonra diriliş fikri ise korkunç. Öldükten sonra tekrar dirilmeyi neden hayal eder ki insanlar? Tekrar dirilip aynı acıları hissetmenin ne anlamı var?
Sessiz kalmak başlı başına insanın kendine verebileceği en büyük ceza, yapabileceği en büyük işkencedir. Ses çıkarmak bir şeyleri değiştirmeyecektir belki ama insanın iç sıkıntılarını bir nebze olsa dindirebilecektir. En azından paylaşma iç güdüsünü bastıracaktır. Her şeyin saçma olduğu bu dünyaya yazdıklarınla bir şeyler bırakma isteği başka nasıl açıklanabilir? Kafka ya da Hidâyet yazdıklarıyla dünyanın karmaşası içinde parçalanmış karakterlerle dünyanın ve yaşanan saçmalıkların, değer verdiğimiz ve uğruna çabaladığımız şeylerin gereksizliğini haykırmalarına rağmen ısrarla, ince bir işçilikle ortaya koydukları öykü ve romanlar öylesine yazılmış değildir. Paylaşma, anlama ve anlatma içgüdüsü, kendi içindekini bastırabilme hissidir. Ki bu ince işçilik için var olan yaşamla sağlam bir derdiniz olması lazım. Hayat ile derdi olmayan birinin yazdıkları da kendi ömrü kadardır.
"Eskiden iyiymiş, güzelmiş, mutlularmış" dediklerimiz de "eskiden iyiymiş, güzelmiş, mutlularmış" diyorlar. Yani var olduğumuz her durum ve zaman kötü, ulaşamadığımız her durum ve zaman iyi gibi geliyor. Oysa hep iyi bir şey olmadığı gibi kötü bir şey de olmuyor.
An dediğimiz durumlar var ve kısa süreli iyi, güzel ve mutluyu yaşıyoruz. An dışında kalan, anlam ve değer yükleyemediğimiz her şey kötü. Çünkü kötücül bir düzen içerisinde iyiyi bulmak, bulsak bile çıkışa, sonuca götürmek zor. İyinin çıkışı, yaşandığı bir an içerisinde kalmakta. Hidâyet, eskiden iyiymiş de demiyor. Eskiden kötü olanın hâlâ kötü olduğunu anlatıyor. Kötü kendini büyüterek ilerlemekte ve yaşam dediğimiz kısa süreyi kendi içine çekerek eritmektedir.