Baskı ve şiddet ortamının tüm ağırlığı ile rüyalara sızması ender rastlanır bir durum değil. Burada psikanalitik tahlile girip Jung’un kolektif bellek ve rüya ilişkisine, arketiplere dair yorumlamalarına değinmeyeceğim. Onun yerine George Perec’in rüyalarında beliren kamp imgelerini, Adorno’nun rüyasında korsanların kaçırdığı gemide karşılaştığı Alman fahişeyi ya da çarmıha gerilişini, Peride Celal’in düşlerinde kurtlardan kaçışını, Eduardo Galeano’nun eşi Helena’nın rüyasında kamu düzeni için tehlikeli rüyaları tespit eden makineye yastığını bırakışını, Adalet Ağaoğlu’nun özellikle 1980 sonrası rüyalarına tasallut olan cam gözlü adamları, köpekleri, yeşil gözlü canavarları, Bilge Karasu’yu düşünde Yargılamalar Bakanlığı’nın sicil odasına götüren Sevinç’i düşünelim.
Istvan Szabo, 25 Fireman’s Street filminde, Macar halkının İkinci Dünya Savaşı sonrasında, kan ter içinde uyandıkları kâbuslarını gösteriyordu bize; rüyalarında evleri yıkılıyor, eşlerini kaybediyorlar, aç kalıyorlar, savaştan ve zorunlu sürgünden dolayı evlerini terk ediyorlar ya da evleri basılıyordu. Szabo bu film ile ilgili verdiği röportajlardan birinde şöyle demişti:
Günün gerçekliği her zaman bugünün olayları ile açıklanamaz, otuz kırk yıl öncesinin dahi tarihi, politik meselelerinin insanların hâlâ rüyalarına girdiğini ve bu rüyaların o günün ruh halini, kararlarını ve eylemlerini değiştirdiğini fark ediyorsunuz.[1]
Fernand Braudel de toplumsal zamanın çoğulluğuna, şu ânın tarihsel zaman ile kurduğu diyalektik ilişkiye, bu çoğulluğun toplumsal psikoloji üzerindeki “ağırlığına” dikkat çekmemiş miydi[2]?
Sizi en çok korkutan rüyanızı hatırlıyor musunuz? Jorge Luis Borges, Yedi Gece’de, kendisini en çok korkutan karabasanını paylaşır. Rüyasında odasındadır, şafak vaktidir. Yatağının ucunda, eski çağlardan bir Norveç kralı oturuyordur. Kral ona bakmasa da, varlığıyla hayli ürkünçtür. Kılıcı, köpeği vardır. Sonra aniden uyanır Borges. O kadar etkilenmiştir ki rüyadan, bu rüyasını daha sonra bir sonede kullanır.
Ben de Borges’in rüyasına benzer bir rüya gördüm. Karanlık bir odadayım. Yatakta oturuyorum. Odada takım elbise giymiş adamlar volta atıp etrafı kolaçan ediyorlar. Yatağımın ucunda, yüzü bana dönük şekilde oturmuş bir “devletlû” benimle konuşuyor. Fakat ben o kadar korkuyorum ve gerginim ki, söylediklerini işitemiyorum. Arkasındaki masada beyaz bir kâğıt, üzerinde de kalem var. Rüyada bana verdikleri his, bunların suç unsurları oldukları. Oda sanki Moloch’un ağzı. Korku ve dehşet ile uyanıyorum.
Jale Parla, kadın yazarlarımızın anlatılarında tarihin, uyanamadıkları bir kâbus olarak belirdiğini ve evin, odanın, yatağın ve hatta bazen bir örtünün altından ilerleyen anlatının, aynı zamanda kadının kişisel tarihindeki arayışa denk düştüğünü yazar.[3] Kâbusların anlatılarda belirişine sebep, sadece yazarak rahatlamak, bu rüyaların başkaları tarafından da okunmasını sağlayıp üzerimizdeki yükü, korkularımızı hafifletmek midir yoksa bu belirişin politik bir “misyonu” da var mıdır? Hikâye anlatıcılığı, Arendt’e göre, kamusal alanda farklı anlatıların ifade bulabilmesi, çoğulcu bir diyalog kurulabilmesi ve farklı yaşam olasılıklarının tartışmaya açılabilmesi açısından hayli önemliydi.[4] Arendt’in yardımları ile basılan The Third Reich of Dreams kitabı ve Hitler iktidarının baskısı altındaki halkın kâbusları geliyor akla. O rüyalardan birinde, uykuya dalan bir doktor, odasının ve ardından etrafındaki binaların bütün duvarlarının yavaş yavaş kaybolduğunu görüyordu.[5] Bu rüyayı, duvarına asması gereken bayrağı reddettiği günün gecesinde görmüştü.
Erdoğan Özmen’in Lenin’in ‘’Marxist’’ rüyalarını örnek göstererek yazdığı gibi[6], “rüyalarımızı taşıma cesareti gösterdikçe, bu kahramanca ısrarı sürdürdükçe, öğreneceğiz umut etmeyi” diyebilir miyiz peki? Kâbuslar vasıtası ile kurulan distopyaların, daha iyi toplumsal düzenlemelere dair ütopyacı arzunun ifadeleri olduğunu söyleyebiliriz sanırım, fakat Walter Benjamin’in, rüya âleminin bu enerjisinin ve toplumsal değişime dair potansiyelinin, iktidarlar tarafından araçsal biçimde, kitle aleyhine dönen bir güç aracına dönüşebileceği uyarısını[7] da dikkate almalı. Hani Dr. Haber’in Bay Orr’a ettikleri![8] “Kahramanca ısrar”a başvurmak yerine, Bilge Karasu’yu feyiz alıp[9], çukur yerlere dolup ovalara taşan, ardından tepeleri de karanlığa boğan gecenin, kâbusların içinde yaşayabilirmiş gibi görünen tek şeyin dil olduğunu söyleyelim biz: “karanlığın gerçekliğe benzer tek yanı, konuşulabilmesi olacak”.
“Devletlû” ile haşır neşir olduğum gecenin ertesi Tristan Tzara belirdi gözlerimin önünde. Yıllar önce ilk defa Levent Kavas’ın Buluntu Şiir’inde okuduğum, Tristan Tzara’nın “Dadacı Bir Şiir Yapmak İçin” yol gösterdiği yazısında salık verdiği, bir gazete ve bir makas ile ortaya çıkacak “özgün” bir metin. Bana benzeyen bir şiir yazmak… İzdüşümünü gündelik olana yönelten dadacı bir şiir, kolektif belleğin, belleğimin de sesi nihayetinde. Hans Richter da yazmıyor muydu, Dada’nın esas karakteristiği, bilinçaltını harekete geçirmesidir diye?[10]
Nihayetinde, kâbusların sanat eseri haline gelişleri, Aby Warburg’un 1928’de geliştirdiği Leidschatz (ızdırap hazineleri) kavramını karşılıyor diyebiliriz[11]; sanat yapıtının, toplumsal bellekteki korkunun üstesinden gelmenin bir ürünü, taşıyıcısı olması ve insanın acı çekme deneyiminin arşivindeki bir belge niteliğini sunması. Warburg’un bahsettiği üzere, tarihçi ve sanatçının, tutku ve duyguyla yüklü geçmişin bellek dalgalarını algılamakla görevli bir sismograf gibi çalışmaları hali…
[1] Jaehne, Karen, 1978, ‘’Istvan Szabo: Dreams of Memories’’, Film Quarterly, cilt 32.
[2] Braudel, Fernand, 1960, ‘’History and the Social Sciences: The Long Duration’’, American Behavioral Scientist, Cilt: 3 (6): 11.
[3] Parla, Jale, 2011, ‘’Tarihçem Kâbusumdur! Kadın Romancılarda Rüya, Kâbus, Oda, Yazı’’, Kadınlar Dile Düşünce: Edebiyat ve Toplumsal Cinsiyet. 4. basım, der. Jale Parla ve Sibel Irzık, İletişim Yayınları, s. 179.
[4] Jackson, Michael, 2014, The Politics of Storytelling: Variations on a Theme by Hannah Arendt, Museum Tusculanum Press.
[5] Beradt, Charlotte, 1985, Third Reich of Dreams: The Nightmares of a Nation 1933-1939, The Aquarian Press.
[6] Özmen, Erdoğan, 2012, Rüyada Uyanmak: Bilinçdışı ve Rüya, İletişim Yayınları, s. 15.
[7] Morss, Susan Buck, 2003, Rüya Alemi ve Felaket: Doğuda ve Batıda Kitlesel Ütopyanın Tarihe Karışması, çev. Tuncay Birkan, Metis Yayınları, s. 8.
[8] Bknz. Le Guin, Ursula K., 2011, Rüyanın Öte Yakası, çev. Aylin Ülçer, Metis Yayınları.
[9] Karasu, Bilge, 1995, Gece, 4. basım, Metis Yayınları.
[10] Dada 1916-1966, Documents of the International Dada Movement, Goethe Institute Yayını.
[11] Flecker, Uwe, 2016, ‘’Yazılı Sözcükler Hazine Dairesi’’, Bellek ve Sonsuz. Sarkis Külliyatı Üzerine, 2. baskı, yayına hazırlayan: Uwe Flecker, çev. Ayberk Erkay, Ayşe Orhun Gültekin, Işık Ergüden, İnci Uysal, Ogün Duman, Orçun Türkay ve Roza Hakmen, Norgunk Yayınları.
Görsel: Pelly Benassi / Unsplash