Charlie Hebdo olaylarının ardından, (en azından Türkiye’de) saldırının kendisinden bile fazla “Avrupa’da yükselen İslam düşmanlığı” konuşuldu. “İslam düşmanlığı” deyince de akla öncelikle Avrupa’nın aşırı sağı geliyor. Nitekim bol bol Fransa aşırı sağından ve Marine LePen’den bahsedildi. Birikim’in 302’inci sayısında çıkan yazımda, Avrupa aşırı sağına bir bütün olarak değinmiştim. Şimdi bu vesileyle Fransa örneğini değerlendireceğim.
Bildiğiniz gibi Marine LePen’in partisi Front National (Milli Cephe) Avrupa seçimlerinden birinci çıktı. Sadece yüzde 43 katılım olsa da, % 24 oy almaları büyük olaydı. Fakat beklenmedik bir olay değildi. Marine’in parti başkanlığına babasının yerine seçilmesinden bir yıl sonra, 2012 Cumhurbaşkanlık seçimlerinde de kendi rekorlarını kırmış, % 18 oy almışlardı. Fransa geleneksel olarak solcu bir ülke kabul edilir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Komünist parti, 80’lerden itibaren uzunca bir dönem de Mitterand’un sosyalistleri siyasal arenada başrol oynamışlardır. Bunun yansıra ‘68’ hareketi de Fransa’da başlamıştı. Peki sonra ne oldu? Bu soruya tutarlı bir cevap verebilmek için “sol” veya “aşırı sağ” gibi indirgeyici kavramların ötesini görmek gerekiyor.
İlk değineceğim nokta, Marine LePen’in yürüttüğü “dediabolisation”(şeytanlıktan çıkmak) politikası. Kendisi 2011 yılında babası Jean-Marie LePen’in yerini alarak Front National’in başına geçmiştir. (İkisini karıştırmamak için yazının geri kalanında kendisini Marine diye anacağım.) Bu değişim partinin çizgisine net olarak yansımıştır. FN, insanların açıkça onlara oy verdiklerini söylemeye utandıkları bir parti iken siyasetin ana akım aktörlerinden bir tanesine dönüşmüştür. Marine, son konuşmasında, Türk medyasında hissedilenin aksine Charlie Hebdo saldırıları üzerine “Müslüman vatandaşlarımızı yapılacak suçlamaların dışında tutmalıyız” demesi bu radikal farklılığın göstergesidir. Elbette Front National dünya halklarının birleşip barış içinde yaşaması gerektiği fikrinden hâlâ bir hayli uzaktır. Ama her şeyin formatı öylesine değişmiştir ki, özü hakkında bile şüpheye düşebiliriz. LePen açıkça ırksal bir mesele olarak baktığı göçe kesin ve toptan şekilde karşıydı. 1998 Dünya Kupası’nı kazanan Fransız milli takımını “değişik ırklardan” oyuncular bulundurduğu için kendine ait görmediğini söylemesi söz konusu durumun pek çok örneğinden bir tanesi. Marine ise göç ve vatandaşlık meselesinde bu kadar tutucu değil. Yasak değil kısıtlamadan söz ediyor. “Fransa’nın Cumhuriyetçi değerlerine asimile olmuş olmak” vatandaşlık almak için belirttiği ön koşul. Müslüman göçmenleri ele alırsak “Hıristiyanlık”, “Fransızlık” değil de “laiklik”(Fransa’da geçerli olan anlamıyla din ile yaşamın geri kalanı arasında kalın bir çizgi çekilmesi) gibi kelimeler kullanıyor olması dikkatimizi çeker. 2007 seçimlerinde yüzde 20 hedeflerken yüzde 10 oy almıştı Jean Marie LePen. Fransa ne kadar değişiyorsa aşırı sağı seçmeni de o kadar değişiyordu. Artık eski moda, homofobik, antisemit(babasının tartışma yaratan sözleri kendi kızından bile kamuya açık şekilde tepki görmektedir) ve ırkçı siyaset ilgi toplamayacaktı. Bundan sonra Marine’in önderlik edeceği değişime “profesyonelleşme” veya şeytanlıktan çıkma anlamına gelen “dediabolisation” adı verilir. Babasının yakın arkadaşı Bruno Gollnisch’i 2011 parti kongresinde alt eden Marine Lepen, Vichy sempatizanı, ırkçı, en faşist unsurlar ile bağını koparır ve Florian Phillipot (sonra ondan da bahsedeceğim) gibi, Louis Aliot (Marine’in hayat arkadaşı da olan anayasa hukukçusu) gibi daha ılımlı, ciddi alınabilecek isimlere inisiyatif verir. İşin aslı Marine’in bu yolu izleyeceği 2011 öncesinden bellidir. 2001’de babasına daha ana akım olabilmek için partinin adını değiştirmeyi teklif ettiği söylenir. 2007’de seçim kampanyasından sorumluyken hazırladığı afişlerde Arap kökenli Fransızların yer alması ırkçı camiadan tepki toplamıştır. Asimilasyon modeline gelirsek, bu söz ettiğim Arap kökenli Fransızlar anlam kazanıyor. Marine aptal değil. Biliyor ki artık geri dönüş yok. Fransa’da siyaset yapmak için göçmenleri de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bu yüzden cumhuriyetçilik çatısı altına girdi. Şimdiki görüşü göçmenlerin, Müslümanlar dahil olmak üzere Fransız kültürüne asimile olması gerektiği, değişik kültürden olan toplulukların zamanla birbirine Fransa adı altında karışması. Bütün bunları özetlersek, ırkçı bir hareket, bir kültürel milliyetçilik hareketine evrilerek genel kitleler için daha erişilebilir ve ciddi alınır hale geldi.
İkinci değineceğim nokta, FN’e soldan gelmiş ve gelmeye devam edecek olan oylar. Fransa’da solcuların önemli bir kısmı enternasyonalistten ziyade “cumhuriyetçi” olarak görülebilir. De Gaulle’ün temsil ettiğin değerlerin solu. Cumhuriyetçilik Fransa’nın tam anlamıyla kurulduğu 1880 ve 90’lı yılların siyaseti ile özdeşleşmiş bir ideolojidir. Laiklik, bağımsızlık(Fransa’nın bağımsız bir güç olarak kalması), eşitlik, özgürlük, devletçilik gibi kavramlar her tür soruya cevap olarak kullanılır. Aydınlanma ile gelmiş değerler, yani “uygarlığın değerleri” Cumhuriyet ile özdeşleşmiş, diğer her şeyin üstündedirler. Kemalizm de zamanında bu modelden ilham aldığı için betimlemem bir şeyler çağrıştırıyordur. FN’in de gittikçe daha da yakınlaştığı bu ideolojinin sol kanadı şu an hâlâ Marine’e bir hayli mesafelidir. Örnek olarak sol cumhuriyetçiliğin yayın organı Marianne’ın personelinin oylarının anonim olarak incelendiği bir araştırmaya bakarsak sosyalistlerin %40, komünistlerin %30, solu andıran aşırı sağcı Nicolas Dupont-Aignan’un da %9 aldığını görürüz. Bunun nedeni, görüşlerin farklı olmasından ziyade FN’in Jean Marie LePen döneminden miras kalmış kötü anılar ve partinin tabulaşmış ismidir. Yoksa üç aşağı beş yukarı aynı görüşlere sahip olduklarını söyleyecek kadar ileri gidebiliriz. 2002’de cumhurbaşkanlığı yarışına katılmış olan ve sol cumhuriyetçi(kendi kendine taktığı bir sıfat değildir, 80ler ve 90larda sosyalist hükümetlerde içişleri, savunma ve eğitim bakanlığı yapmıştır) Jean Pierre Chevenement’un önerdiği programa göz atalım ve FN ile aynı görüşü paylaştığı konuları işaretleyelim:
- ‘68’ hareketi ve progresif, “küreselleşmeci sol”’a karşı alınan tavır.
- NATO’dan çıkış
- Euro’dan çıkış(frank’a dönüş).
- Neoliberalizm karşıtlığı
- Sosyal devlet.
- Devlet güdümlü ekonomi
- Jakobin veya Rousseau’cu olarak tanımlanabilecek, doğrudan demokrasi.
- Laiklik(ki bu Marine ile babasını ayıran temel unsurlardan bir tanesidir)
- Göç konusunda asimilasyon modelinin benimsenmesi, “Anglo-Sakson komüniteryanist” model karşıtlığı (Aynı ülkede ayrı yaşayan değişik topluluklar olması)
- Daha katı bir adalet sistemi (yeteri kadar uzun “cezasını çekmeyen” suçlular popüler bir temadır).
Daha önce dile getirdiğim gibi FN tarihinden dolayı hâlâ bir tabu. Solcuların benzer görüşlere sahip olsalar da bir LePen’e oy vermesi mümkün değil gibi gözüküyor. Mesela solcu bir reaksiyoner olarak bilinen Natacha Polony (Ce pays qu’on abat [Hırpaladığımız Ülke] isimli kitabında Fransa’nın çöktüğünü savunmuştur), daha önceki yazıma konu olan FN ideologu Eric Zemmour ile aynı şeyleri söylüyordur. Resmen aynı kitabı yazmıştır (Zemmour’un kitabının adı ise Suicide Français [Fransız İntiharı]). Değindiği noktalar homofobinin ve Arap düşmanlığının dozu dışında hemen hemen tıpatıp aynıdır. Ki eklemeliyiz ki Zemmour ortalama bir FN’liden çok daha fanatiktir. Fakat ne zaman medyalarda bu benzerliğin altı çizilse esip gürler. İşin aslı politik eğitimi boyunca FN’in “kötü” olduğunu öğrenmiştir ve aynı şeyleri düşünse bile bu böyle kalacak gibidir. Polony özel olarak uygun bir örnektir çünkü 7 yıl Marianne’da gazetecilik yapmıştır. Fakat bu bile zamanla değişiyor. Örnek olarak daha önce bahsettiğim Florian Phillipot’yu (kendisi de Marianne’ın bünyesinde de bulunmuştur) gösterebiliriz. Zamanında Chevenement’u desteklemiş olan bu 33 yaşındaki üst düzey bürokrat, 2005 dolaylarında, Lizbon anlaşması vesilesiyle komünist Melenchon’un yanında saf almıştı. 2011’de Marine LePen’in başkanlığı başladığı sıralarda FN’e katıldı. Şu anda ise partinin ikinci adamı. Aşırı sağ politik ailesinin mensuplarının çoğunun aksine, açık olarak eşcinsel olması, eski toprak FN seçmeninden tepki görüyordur(Minute dergisi Marine’in bir “gey lobisi” tarafından yönetildiğini söyleyecek kadar ileri gitmiştir). Tahminimce solcular arasından Phillipot’yu izleyen çok olacak. Bunun Marine de farkında, ve kendisinde zaten mevcut olan “sol DeGaulle’cü” damarını göstermekten çekinmiyor. Marine’in programını anlattığı kitabı “Pour que vive la France”’da Karl Marx, Jean Jaures, Georges Marchais(zamanında babası ile davalık olan komünist siyasetçi!) gibi isimler alıntılanıyor. Marianne profili bir yana, komünist partinin geleneksel partinin seçmeni işçilerin yüzde 40’ının Front National’e oy verdiği söyleniyor. Uzun lafın kısası, Marine soldan oy alıyor ve almaya devam edecek. Geleneksel olarak solcu sayılabilecek bir ülkede bu önemli bir etken.
Üçüncü nokta olarak ise sağ seçmene değinelim. Marine’in merkez sağ seçmeninden de oy koparabileceğini göstereceğim. Avrupa genelinde merkez sağ parti modeli liberal ve alttan alta muhafazakârdır. Fransa’nın UMP’si ise çok daha karışık. İçinde pek çok kesim var, buna neoliberaller de dâhil ama çizgileri DeGaulle’ün çizgisi. Ne de olsa Chirac’ın partisi. “Kovboy kapitalizmi” Fransız merkez sağ politikacılarının da seçmeninin de pek hoşuna gitmiyor çoğunlukla. Küresel ticaret, finans, sosyal devletin yok olması gibi şeyler bu seçmenin büyük çoğunluğu için negatif. Geleneksel DeGaulle’cü politika, “sosyal sağ” olarak tanımlanabilir. Dış politikada ise Amerika destekçiliğinden bir hayli uzaktırlar. Bunu Irak Savaşı söz konusuyken dışişleri bakanı Dominique De Villepin’in Birleşmiş Milletler güvenlik konseyinde yaptığı konuşma gösteriyor. Hal ve gelenek buyken Sarkozy çizgiden bir şaşma olarak tanımlanabilir. Kendisi pro-amerikan bir neoliberal, Carla Bruni ile evli ve DeGaulle, Chirac gibi liderlerden tarz olarak dahi çok uzak. Ekonomik anlamda Sarkozy günümüzün tipik merkez sağ politikacısı: komünizmle arasına Amerikanvari bir mesafe koyuyor, serbest piyasa ekonomisini sonuna kadar destekliyor, çalışma koşullarını daha “rekabetçi” yapmak istiyor, girişimciliğin önünü açıyor. DeGaulle ve Chirac geleneği neoliberalizme de komünizme de aynı mesafeden tedirginlikle bakarken, Sarkozy bambaşka bir çizgi izledi. Bu 2008 kriziyle de denk düşünce, Fransız merkez sağ seçmeni Sarkozy’den uzaklaştı. FN Marine ile izlediği yeni politikalarıyla daha cazip görünebilir. Buna gittikçe yaygınlaşan başka bir görüşün etkileri de ekleniyor. Solcular için de fakat FN örneğinde özellikle sağcılar için geçerli. Birçok Fransız inanıyor ki(onları suçlayamazsınız), UMP ile sosyalistler(sistemin partileri deniyor) üç aşağı beş yukarı aynı siyaseti uyguluyor, aynı politik elit tarafından yönetiliyor ve halk için, hele bu kriz döneminde, bir şey yapmaya niyetli değil. Bu görüşün uzun süre aynı kalacağı izlenimine sahibim. Ne sosyalistlerde ne de UMP’de bir hareketlilik yok gibi görünüyor. Sarkozy’nin bir kez daha aday olması(yozlaşma skandalına rağmen) olası gözüküyor. Yani FN merkez sağdan da bir şeyler koparabilir, muhtemelen de koparacak.
Buradan çıkarabileceğimiz, Marine’in siyasal anlamda gelecek vaat eden bir yere oturmuş olduğu. Muhtemelen FN yükselişine devam edecek, edemese bile varlığını koruyacak. Görüyoruz ki partiler “fakirleştikçe ırkçılaşıyorlar”, “Müslümanları sevmiyorlar” benzeri tanımlamalar ile açıklanamayacak kadar karmaşık yapılardır. En azından FN öyle. Medyalar basit açıklamaların müşterisi oluyor, herkese bu daha kolay geliyor.
Fransa’da aşırı sağ, sanıldığından daha az “aşırı” – ve ciddi bir yükseliş içinde.