Dört ayaklı şehrin imhasında son durak: İBB, Kısırkaya hayvan tecrit ve itlaf merkezi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait Sarıyer, Kısırkaya’daki 20.000 köpek kapasiteli Hayvan Barınağı'nın inşaatı devam ederken, Türkiye’nin dört bir yanından hayvan özgürlüğü örgütleri, ekoloji hareketleri ve dernekler 31 Ocak’ta bu devasa hayvan toplama merkezine karşı büyük bir eyleme hazırlanıyor. Eylem hazırlıkları devam ederken, hem merkezin bizi endişelendiren olası icraatlarına ışık tutmak, İBB’nin “niyetiyle” ve böylesi bir projenin arkasında yatan itkilerle ilgili sosyal medyada dönen tartışmalara katkıda bulunmak, hem de süreci hazırlayan hukuki ve politik sürece daha yakından bakmak istiyorum.

Yazıya eşlik eden temel endişe, Kısırkaya’da açılacak merkezler birlikte, İstanbul’da hali hazırda toplama, uzaklaştırma ve henüz düzensiz itlaflara maruz kalan sokak hayvanlarının geri dönülmez bir felaketin eşiğinde olacağı öngörüsünden kaynaklanıyor. Türkiye’deki hayvan siyasetinin (İBB ile ilişkilerini iyi tutmayı hedefleyen birkaç hayvan örgütü dışında) geneline hakim olduğunu söyleyebileceğimiz bu sezginin, basit bir karamsar endişe ya da spekülasyondan ibaret olmadığını, sürecin arkaplanında yatan kentsel dönüşümün henüz hâlâ gizli bazı veçhelerine baktığımızda daha iyi görebileceğimizi düşünüyorum. Dolayısıyla, bu yazı hem Kısırkaya’daki merkezin tekil önemini vurgulamak, dolayısıyla ona karşı örgütlenen politik mücadelenin varsayımlarını ve perspektifini açabilmek, böylesi çok boyutlu bir meselede spekülasyonu azaltabilmeyi amaçlıyor.

Öncelikle bu merkezin alan tahsisi, inşa ve kolaylaştıracağı pratikler açısından bir öncü ve şehir hayvanlarının akıbeti açısından kritik bir öneme sahip olduğunu, İstanbul’da sokak hayvanları için sonun başlangıcının en somut ifadesi olduğunu, 2010 yılından beri hız kazanarak yaygınlaşan itlaf ve tehcir politikasının geldiği en ileri nokta olduğunu söylememiz gerekiyor.

Kısırkaya’da inşası devam eden İBB tarafından “rehabilitasyon merkezi” olarak adlandırılan kompleks, kapladığı alan, içine dahil edebileceği hayvan kapasitesi açısından, yerel yönetimlerin elindeki barınaklardan oldukça büyük. Mevcut barınakların yüz, azami iki yüz hayvanlık kapasitesini düşündüğümüzde, Kısırkaya’nın 20,000 hayvana ev sahipliği yapacağı iddiası sorunun ölçeğiden çok, çözümün topyekünlüğüne ve köktenciliğe dair ipuçları sunuyor. Daha da önemlisi, İstanbul’da ilçe belediyeleri tarafından fiilen uygulanan hayvan toplama ve başka yere terk etme pratiklerinde daha fazla yetkinin merkezi metropol yönetimine aktarılıyor olduğunu düşündürmesi. Sürecin idari olarak merkezileşmesinin en önemli etkilerinden biri, sürece karşıt yürütülecek mücadeleyi yerel bağlamından, yerel yönetim gündeminden koparmak ve bu gündeme ilişkin oluşacak tepkiyi izole etmek, yerelde mücadele eden çevre ve hayvan örgütlerinin dahi müdahale aralığını daraltmak.

Buraya kadarı, neoliberal iktidarın yerel yönetim tasavvuruna ve şehir idaresine dair tespitler.  Dolayısıyla, 20,000 hayvanın kapatılmasını sağlayacak bir kompleksin inşaası, gerekli alan tahsisi, yetki ve faaliyetlerinin belirlenmesi gibi başlıklarda yerel yönetimlerden, ilçe belediyelerinden ziyade, büyükşehir belediyesinin yetkili olması çok da şaşırtıcı değil. Ancak projenin hukuksal arkaplanını daha yakından incelediğimizde, şehir alanının genelinde etkili olacak bu hayvansızlaştırma pratiklerinin, AKP iktidarı tarafından gerekli denetim mekanizmalarının devreden çıkarılmasıyla yürütülen, İstanbul’da şehir ormanlarına, afet alanı olarak belirlenen ilçe ve mahallelere, kıyılara ve meralara, şehirdeki gelenekselleşmiş hayvan bakım pratiklerini radikal olarak dönüştürmeye yönelik kapsamlı bir operasyonun parçası olduğunu görmemiz gerekiyor. Bu nedenle, sürece Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ, Afet ve Acil Durumu Yönetimi Başkanlığı gibi birimlerin de süreçte etkin rol oynadığını söylemek gererekiyor.  

Elbette ki şimdiye dek ne İBB, ne Bakanlık Kısırkaya’ya dair, bazı hayvan örgütlerinin talihsiz desteğini arkalarına alarak yaptıkları “mağdur hayvan bakımevi” tanımlamasının ötesinde, resmi bir açıklamada bulunmadı.  Kısırkaya’daki proje, ilk olarak 10 Ocak 2014’te, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun açıklamasıyla kamuoyuna duyruldu. Bakan Eroğlu açıklamasında, artık “hayvanların kimliklendirileceğini”, “sokakta sahipsiz hayvan kalmayacağın”ı, “önce köpekler sonra kedilerin toplanacağını” açıklamış; kurulacak tesisin sokak hayvanı sorununu kökten çözüm üreteceğini açıkça belirtmişti.  Bakan Veysel Eroğlu’nun müjdelediği Barınak, Sarıyer ilçesine bağlı, Kısırkaya köyü sınırlarında, Kısırkaya Plajının hemen yanına konumlandırılmış, 720 hektar gibi dev bir alana yayılmış bir tesis.

Alınacak hayvanların takibine, denetimine, yaşam ve barınma koşullarının sağlıklı ve sürdürebilebilir olup olmadığına, hasta hayvanların göreceği hizmete ilişkin hiçbir bilgi verilmezken; hayvanseverlerin bu tesisin dışarıdan ve içeriden fotoğraflarına erişmesiyle sorunun başka boyutları da ortaya çıkmış oldu: Küçük ölçekli, 100 hayvanlı ilçe belediyesi barınaklarının içler acısı hali, teknik hizmet ve ekipman eksikliği, denetim ve iyileştirme mekanizmalarının yetersizliği ya da çoğu örnekte yokluğu, hijyen sorunları, sistematik hak ihlalleri, toplama ekiplerinin, barınak ekiplerinin hayvanların çoğu zaman daha yolda, barınağa gelemeden hastalanıp ölmesine neden olan uygulamaları düşünüldüğünde,  Bakan Eroğlu’nun açıklamasıyla toplatılacak hayvanların bu 20,000 hayvan kapasiteli tesiste nasıl bir denetimsizlik içinde tutulacağını düşünmek, endişelerimiz arasında en basit olanı.

İç mekan görüntülerine baktığımızda, köpeklerin tutulacağı kafesleri görmek mümkün. Dar, orta boy bir köpeğin bile rahat yaşayamacağı, beton (dolayısıyla yazın aşırı sıcak, kışın aşırı soğuk) en önemlisi diğer hayvanlardan ayrı, tecrit koşullarını hedefleyen kafes sistemlerinin inşa edildiğini görebiliyoruz. Dolayısıyla merkezin mimarisinden, toplu ve entegre tesis yapısından, hayvanları barındırmaya, tedavi ve tedavi sonrası yaşamalarını sağlamayı amaçlamadığını söylemek mümkün. Daha az hayvanlı barınaklar bile (gönüllülerin bütün çabasına rağmen içler acısı haldeyken), İBB’nin Kısırkaya’da toplamayı vaat ettiği 20.000 hayvanın bakımını (eğer, iddia edildiği gibi, akıbetlerinde itlaf görünmüyorsa) gerektiği gibi sağlayacak personel, kaynak, hizmet sağlaması ne kadar gerçekçi? Belediye barınaklarının mevcut denetimsizliği, bütün sorumluluğun gönüllülere terk edilmiş olması, hayvan itlafı ve hak ihali siciline baktığımızda, 20.000 hayvanın toplanmasıyla işlerlik kazanacak Kısırkaya’nın iddia edildiği gibi lüks bir hayvan dinlenme tesisi ya da “mağdur hayvan bakımevi” olacağını söyleyebilir miyiz?

Barınakların denetlenmesine ilişkin mevcut mevzuat fiilen uygulanmazken, denetimsizlikten kaynaklanan barınak içi hayvan ölümleri ciddi boyutlara ulaşmışken, bütün bu sürecin maddi manevi yükü barınak gönüllülerinin ve hayvanseverlerin omuzlarına yıkılmışken; Kısırkaya’nın denetlenebilir olmayacağını düşünmek hiç de zor değil. Üstelik, şehir dışına inşa edilen bu merkeze ulaşmak bile olduça zor. Kısırkaya köyüne giden otobüsler var, ancak bu otobüslerden indiğinizde bile Kısırkaya’ya çok uzun süre yürümeniz gerekiyor. Dolayısıyla, Kısırkaya plajında, kıyı şeridinde inşa yasağının 50 metreden 10 metreye kadar indirilme kararıyla birlikte imara açılmış bir kıyı şeridinde yer alan bu tesisin daha açılmadan da, hayvansever erişiminden uzak, bir tecrit alanı olarak işleyeceğini söylemek mümkün.

Hayvan toplama, yer değiştirme ve şiddet sarmalı

Böylesi devasa hayvan toplama tesisinin arkasında, onu temelleyen, şehirdeki hem hayvan hem insan nüfusunu derinden etkileyen bir hareket, bir süreç yattığını söylemek mümkün: Bu da, özellikle 2010 yılından bu yana endişe verici bir artışla devam eden, İstanbul’da şehir merkezlerinden çeperlere, kentsel yenileme alanlarından imara yeni açılmış orman ve sulak alanlara doğru devam eden sokak köpek toplama ve terk etme vakaları.

İstanbul genelinde, 2010 yılından beri giderek artan ve şiddet içeriği yoğunlaşan bu vakalardan yalnızca benim doktora tez araştırmam dahilinde bir araya getirmeye çalıştığım, resmi kayıt ve tutanaklara geçmiş, yaklaşık 8600 adet ölümlü vaka var. Araştırma kapsamında  bir araya getirildiğinde çıkardıkları örüntüyü anlamaya çalıştığı bu vakaların her biri, en az 20 köpeğin yaşamını etkilemiş (her vakada, belediye eliyle doğrudan zehirlemeye, toplu yer değiştirme, toplama ve atılmaya maruz kalmış, bu süreç içinde bir şekilde bizim kaydını tutabildiğimiz bir adli vakanın da parçası olmuş köpeklerden söz ediyorum) vakalar. Bu da, basit bir hesapla, yalnızca benim araştırma sınırlarım dahilinde, son 5 yıl içinde İstanbul’da 100,000’den fazla köpeğin belediye eliyle toplatılıp itlaf edildiğini, ölümlü ve yaralamalı vakaya sebep olacak şekilde şehir alanı içinde tehcir edildiğini gösteriyor.

Belediyeler aracılığıyla düzensiz gibi görünen, ancak son yıllarda ciddi bir sistematik, artış, tekrar eden uygulamalar gösteren köpek toplama, zorla yer değiştirme, toplu olarak terk etme vakaları daha vahim bir karanlığa da ışık tutuyor: Belediye eliyle sokaklardan toplanan ve toplu halde başka alanlara terk edilen köpekler, yüzlerce örnekte, sivil vatandaş şiddetine de maruz kalıyor. Toplanan köpeklerin terk edildiği alanların başında, kent yoksulluğunun iktidarın  mevcut marjinalleştirme ve dışlama söylemleriyle etiketlenmiş alanlarını oluşturan semtler, ilçeler, mahalleler geldiğini düşündüğümüzde, yerinden edilen sokak hayvanlarının atıldıkları yerlerde maruz kaldığı şiddetin, bu alanlardaki özellikle sınıfsal, etnik ve kültürel  farklılıkların yerel yönetim eliyle kriminalleştirilmesi sürecinden bağımsız düşünülemeyeceğini savunuyorum.

Köpeklerin içine atıldığı bu hareketin, ne belediyeler ne barınaklar tarafından hiçbir kaydının tutulmadığını, tamamen enformel şekilde, denetimsiz uygulamalarla gerçekleştiğini de vurgulamak gerekiyor. Belediyeler eliyle yürütülen toplama, terk etme, itlaf etmelerden mütevellit bu köpek tehcirinin kayıtdışı icra edilmesine, denetimsizliğine, ya da çoğu zaman keyfi uygulamalarla şekillenmesine, daha vahim olanı süreç içinde yüzlerce köpeğin ölümüne neden olmasına rağmen, bu hayvansızlaştırma sürecinde tekrar eden bir örüntü olduğunu söylemek mümkün.

İstanbul’da temel olarak iki alan grubundan köpeklerin uzaklaştırıldığını görüyoruz: Bunlardan ilki, en büyük grup, 2010’dan bu yana şehirde Kentsel Dönüşüm alanı olarak ilan edilen, mega proje alanları. Şehir merkezi, Avrupa yakasında Beyoğlu, Fatih belediyesinden başlayıp Bakırköy’e kadar uzanan alanlar, kuzeyde Bağcılar’ı da içine alan bir çember; Anadolu yakasında, kuzeyde Ümraniye belediyesinden başlayarak, Kadıköy’den Maltepe - Kartal’a kadar uzanan alanlar. Bu alanlar aynı zamanda, büyük kısmı son 4 yıl içinde ihaleye çıkarılmış Mega Projeler adı verilen proje alanları. İkinci grup da, ki bu ilk gruptaki semtlerle örtüşüyor, 2012 yılında afet yasasıyla “riskli alan” ilan edilen (İstanbul genelinde 27 ilçedeki semtler- bu sayı giderek artıyor) ve inşaat/şantiye alanına dönüştürülmüş, mahalli yerleşim düzeni bozulmuş, özellikle kent yoksulluğunun büyük kısmını oluşturan mahallelinin uzaklaştırıldığı, çoğu zaman Afet Yasasındaki “tahliye” maddelerine ve mevzuata aykırı biçimde zorla evinden atıldığı  alanlar. Harita üzerinde köpeklerin toplatıldığı alanları işaretlediğimizde, bu kentsel dönüşüm haritasıyla büyük oranda örtüştüğünü görmek de, toplumsal etkisi kökten dönüştürücü olan bu süreçlerin içiçe geçmişliğini, hayvanların bu içiçe geçmişlikte önemli bir unsur olduğunu anlamak açısıdnan oldukça önemli. 

Köpeklerin yoğun olarak terk edildiği ormanlar, son yıllarda torba yasalarla düzenlenen yeşil alanların imara açılması ve istimlak edilmesi sürecinden doğrudan etkilenmiş alanlar.  Avrupa’da, şehrin kuzeyindeki Kuzey Ormanları, Belgrad Ormanları, şu anda 3. köprü ve 3. havalimanı inşaatlarını içine alan ormanlık alan, Anadolu Yakasında şehir içi ormanları (Polonezköy, Ömerli Barajı, Kuzeyde Erenler, Yeniköy, Şile, Ağva’yı içine alan ormanlık alanlar), şehrin güneydoğusunda Kartal - Pendik- Maltepe’ye kadar olan alanlar, son 5 yılda yoğun olarak köpek terk edilen alanlar. Bu alanların, kent yoksulluğunun, sananyisizleştirilmiş, otoyollar ve havalimanı yapımıyla mahalle yerleşimi düzensizleştirilmiş geniş alanlar olduğunu düşündüğümüzde, sokak köpeklerinin İstanbul’da kentsel dönüşüm daha az görünür, ancak merkezi operasyonlarının neredeyse “taşıyıcısı” haline getirildiğini görebiliyoruz.

Her semtteki hareketi kendi özgünlüğü içinde düşünmek gerrekiyor ancak Kısırkaya’da yapılan dev hayvan merkezinin arkasınd, binlerce köpeğin yerinden edildiği  ve itlaf edildiği tehcir sürecinin yattığını görmek son derece önemli.  Dolayısıyla Kısırkaya’nın, böyle bir sürecin içinden üretildiğini, İstanbul’daki sokak hayvanları nüfusuna son ve en büyük darbe arzusunun en somut ifadesi olduğunu söylediğimizde, İBB’ye haksızlık etmiş olduğumu, ya da Kısırkaya’ya karşı mücadele eden kesimleri AKP iktidarına karşı hedef gösteren, “belediyeye karşı yıpratma amaçlı spekülasyon”la iştigal ettiğimi düşünmüyorum.

Sokakların imha edildiği, mega projeler içinde mahalli yerleşim pratik ve formlarının kökten dönüşüme ve bozulmaya tabi tutulduğu bir kentsel dönüşüm süreci tüm şiddetiyle devam ederken,  hem bu sürece, hem de sokak hayvanlarının sokaklarda gündelikleşmiş, enformellik ve denetimsizlikle kolaylaştırılmış, yaygınlaştırılmış şiddet, tecavüz, işkence sarmalına itilmesine karşı çıkmanın elzem olduğunu savunuyorum. Ancak sabıka kaydı hali hazırda korkunç itlaflarla dolu belediyelerin ve İBB’nin yönetimindeki, Kısırkaya gibi hayvanlarının akıbetine dair derin şüpheler uyandıran devasa toplama ve tecrit yapılarının, sokak hayvanlarının mevcut sorunlarını çözmekten uzak olduğu gibi, topeyekün itlaflarının adresi olacağını düşünüyorum.

Hayvan toplama ve itlafın yasal arkaplanı: Kentsel dönüşüm, afet yasası, orman, kıyı ve mera istimlakı

Kısırkaya’daki tesisin inşa edilmesinin arkaplanını örgütleyen 3 yasal düzenlemenin yattığını söylemek mümkün: 2010’da değiştirilen 6831 sayılı Orman Kanunu; son 2 senedir yasalaşma süreci devam eden 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ve son olarak 2014’te değişikliğe gidilen 4342 sayılı Mera Kanunu.

İlk olarak ve formel olarak dikkat çekmek istediğimiz şey: Her aşamada enformellik ve mevzuata aykırılık barındıran bu hayvan toplama, tehcir etme ve itlaf etme sürecinin bu 4 yasal değişiklikle birlikte giderek formel hale gelmesi. Şimdiye kadar İstanbul’daki sokak hayvanı nüfusunun heö bakım hem itlaf tarihinin Batı metropollerinden farkına, bu farkın da modernleşme tecrübesindeki temel mantıksal, tarihsel, coğrafi, ekonomik ve politik farklılığın en önemli şfadesi olduğunu düşünmeye konuşmaya çalıştık. Ancak AKP hükümeti döneminde gerçekleşen bu 4 yasa değişiklikleriyle birlikte, enformelliğin nasıl formel hale geldiğini, mevzuata aykırılığın neredeyse şehir alanındaki kentsel dönüşüm operasyonlarında ilke haline geldiğini  söylemek mümkün. Dahası, hayvan itlafı, geçtiğimiz programlarda konuştuğumuz gibi Türkiye’de ekonomik düzenleme dışında gerçeklemiş, yani şehir alanının hayvansızlaştırılmasının bir takım başka politik süreçlere paralel olarak gerçekleşmiş gibi görünse de, artık rant ve kentsel dönüşümle birlikte, ulsulararası sermayenin İstanbul metropol şehir alanında yoğunlaşmasıyla birlikte  - ekonomik motivasyonunun giderek öne çıktığını, bunun da hukuki zeminin hazırlandığını söylemek gerekiyor.

Kronolojik olarak baktığımızda, bu sürecin ilk olarak mekansal olarak hazırlandığını görmek önemli: 25.06.2010 yılında Orman Kanunu'nda yapılan değişiklikler birlikte - ormanlık alanların (yalnızca Orman ve Su İşlerinin değil) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Enerji Bakanlığı ve TOKİ’nin belirleyeceği durumlarda imara açılması yasallaşmış oldu. Mayıs 2013’te Orman ve Su İşleri Bakanlığınca hazırlanan “Orman Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”yla Kıyı Kanunu’nun 6. maddesini değiştirilerek, “ihtiyaç duyulması halinde imar planı kararıyla kıyılarda ibadethane açılabilir” ifadesi eklendi. Kıyı Kanunun eski halinde kıyılarda sadece iskele, liman, barınak, yanaşma yeri, rıhtım, dalgakıran, istinat duvarı ya da fener gibi yapılara izin veriliyordu.

Yine aynı torba yasayla, Orman Kanunun 17’e 3 ve 18. maddelerinin uygulama yönetmeliği değiştirilerek, baraj ve deniz yüzeyinde yapılan balık üretimi için karada yapılması mecburi tesislere, Orman Genel Müdürlüğü’nce bedeli alınarak 29 yıla kadar izin verilebilmesi maddesi eklendi. Bu izinle, devlet ormanlarında bitki türlerinin tohum ve fidanlarını yetiştirmek üzere fidanlık kurulmasına, arkeolojik kazı ve restorasyon yapılmasına ve bu alanların kullanımına, define aranmasına, odun kömürü, terebentin, katran, sakız gibi işletilmesinde ağaç kullanılan ocakların açılmasına da olanak sağlanmış oldu.  Şehirlerde ormansızlaşmanın önünün açan bir diğer yasa değişikliği de, özel ormanlarda, alanın yüzde altısını, bina yüksekliği ise binanın oturduğu alanın en düşük zemin kotundan itibaren 9.5 metreyi (yani iki kat) geçmemek koşulu ile inşaat yapılabilecek , maddesinin Orman Kanununa eklenmesi oldu.

Orman Kanununa paralel olarak, 16.05.2012’de, bugün Kentsel Dönüşüm Kanunu olarak anılan, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun kabul edildi. Bu kanun, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı üzerinden, Büyükşehir Belediyesi ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı gibi büyükşehir alanının tümüne müdahele edecek birimleri yetkili kılarken, uygulama alanları adı verilen alanların belirlenmesini ve Hazineye devredilmesini TOKİ aracılığıyla gerçekleştirilmesini öngörüyor. 2012’den bu yana İstanbul’da 27 alan/ilçe afet riski altındaki alan ilan edilirken, bu alanların “iyileştirilmesi”, “tasfiyesi”, “yenilenmesi” süreci, sokak hayvanlarının belediyeler eliyle zehirlenmesi,  toplatılması ve uzaklaştırılmasını da barındırıyor. Sarıyer, Kısırkaya’da inşası devam eden tesisle de, belirlenen bu afet alanlarından toplatılan, zorla yerinden edilmiş on binlerce köpeğin şehirden uzak bir alanda toplanması öngörülüyor. Böylece, TOKİ’ye ve İdare’ye bedelsiz olarak devredilmesi planan büyük bir arazide, 100 köpekli barınakların bile denetim sorununa çözüm üretemeyen yerel belediyeler devreden çıkarılarak, İBB eliyle işletilen, bütün şehir alanındaki hayvan toplamaların hızlandırılması, ulaşımı ve denetimi imkansız bir itlaf merkezi işler hale getirilmesi planlanıyor.

31.05.2012’de Resmi Gazetede yayımlanan Afet Yasası Kanunu 3. Maddesinin 6. Fıkrası da, Kısırkaya toplama kampının arazi seçimi ve tahsis sürecindeki mevzuata aykırı uygulamalarının birkaç yıl öncesinden yasal olarak önünün açıldığını gösteriyor.  Söz konusu fıkrada,  25.02.1998 tarihli 4342 sayılı Mera Kanununun 14. Maddesinin 1. Fıkra g bendindeki alanlar, yani doğal afet bölgelerinde yerleşim yeri için ihtiyaç duyulan alanların, ek gerekçe gösterilmeksizin Bakanlık kararıyla Hazine’ye aktarılabileceği; tahsis amaçlarının herhangi bir denetim ya da kısıtlamaya tabi tutulmaksızın değiştirileileceği açıkça belirtiliyor. Dolayısıyla, tahsis amacındaki değişikliği esnek kılarak arazinin bundan sonraki kullanım amaçlarının da değişebileceğini, örneğin bu arazinin hayvan itlaf tesisi olarak kullanılmasını, ve hatta tüm hayvanların yok edildikten sonra bambaşka bir tahsis amacıyla TOKİ’ye devredilmesini de yasal hale getirmiş oluyor.

Kısırkaya’daki tesisin inşa edildiği plaj alanı doğrudan afet alanı olarak ilan edilmiş değil. Ancak arazinin dahil olduğu geniş ormanlık alanın imara açılmış olması; ve Kısırkaya Köyünün en yakınındaki mahalli yerleşim olan, güneyde kalan Çamlıktepe (Derbent) mahallelesinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 17.12.2012tarihli ve 2200 sayılı yazısıyla  “gerigörünüm ve etkilenme bölgesi sınırları içerisinde” dahil edilmesi, Kısırkaya hayvan toplama kampının inşasının, kuzeyde Kısırkaya Plajından başlayarak, Belgrad Ormanlarının büyük kısmını içine alan ve Sarıyer merkeze doğru genişleyen, uluslararası sermaye, yatırım ve inşaat ihalelerle büyüyen ve bölgede yoğunlaşan sermaye birikiminden ayrı düşünülemeyeceğini bir kez daha  gösteriyor. Bir alanın mahalli yerleşimin Afet Yasasıyla, orman arazisinin İmar yasalarıyla, son olarak kıyıda kalan Plaj alanının mera kanunu ve kıyı kanunundaki değişiklikle nasıl kapatıldığını görmek mümkün.

Son darbe: Esnek hale getirilen “tahsis amacı” ve mera istimlakı

Kısırkaya özelinde süreci hızlandıran bir diğer yasal değişiklik: Mera Kanununda yapıldı. 1998 yılından yürürlüğe giren Mera Kanunu’nun 14. maddesinde “tahsis amacı değiştirilmedikçe mera, yaylak ve kışlaktan bu kanunda gösterilenden başka şekilde yararlanılamayacağı” belirtiliyor. Tahsis amacı değişikliğinin ise sadece maden ve petrol arama ve işletme faaliyeti ile turizm yatırımları için zaruri olan kamu yatırımları yapılması için gerekli bulunan imar planlarının hazırlanması, toprak muhafazası, gen kaynaklarının korunması, milli park ve muhafaza ormanı kurulması, doğal, tarihi ve kültürel varlıkların korunması, sel kontrolü, akarsular ve kaynakların düzenlenmesi için ihtiyaç duyulan yerlerde yapılabileceği hüküm altına alınmıştır.

Bu yasadaki, ilk değişiklik 2004’ yılına, “Geçici Madde 3” ilavesinin yasalaşmasına dayanıyor. Bu madde ile belediye ve mücavir alan sınırları içerisinde kalan ve 1.1.2003 tarihinden önce kesinleşen imar planları içerisinde yerleşim yeri olarak işgal edilerek mera olarak kullanımı teknik olarak mümkün olmayan yerlerin tahsis amacının değiştirileceği hüküm altına alınmış oldu. Geçici Madde 3 ile, 2003’ten önce imar planları dahilinde yerleşim yerine dönüştürme amaçlı işgal edilen yerlerin tahsis amacının değiştirebileceği de böyle yasalaşmış oldu. 10.09.2014’te değiştirilen 4342 sayılı Mera Kanunu’na da “Bakanlar Kurulunca kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edilen yerlerin, ilgili müdürlüğün talebi, komisyonun ve defterdarlığın uygun görüşü üzerine, valilikçe tahsis amacı değiştirilebilir” bendi eklendi (Madde 14/ı bendi). Torba yasa ile değiştirilen Mera Kanunu da meraların kentsel dönüşüm projeleri kapsamında kullanılabilmesinin önü böylece tamamen açılmış oldu.

 “Geçici Madde 3” gibi tahsis amacının değiştirilmesine esneklik ve görünmezlik kazandıran yasa değişiklikleriyle birlikte, Kısırkaya gibi hayvan toplama ve itlaf merkezlerinin ardındaki yasal sürece muhalefet etmek, mevzuata aykırı olduğu noktaların üzerine gitmek giderek zorlaşıyor. Üstelik Geçici Madde 3’le birlikte tahsis amacının belediyenin, TOKİ’nin, Çevre Bakanlığının çıkarları doğrulttusunda depğiştirilmesinin önü açılarak, bu merkezin, bir süre sonra başka uygulamalar için de kullanılabileceği neredeyse açıkça görülebiliyor.

Kısırkaya gibi devasa bir toplama ve itlaf merkezinin bir diğer korkutucu tarafı, tam da böyle bir neoliberal yasama süreciyle şehirlerdeki sermaye birikiminin motivasyonlarının kesiştiği bir noktada mümkün olmuş olabilmesi: Dolayısıyla örneğin, Kısırkaya’daki hayvan tecrit ve itlaf tesisinin geçici madde-3’le bu tesisin işlevini yerine getirdikten sonra tahsis amacının değiştirebileceğini, belki tesisin işlevini tamamladıktan sonra (bu işlev, ne yazık ki sokak hayvanlarının süreç içinde imhası!) kaldıracağını, statüsü değişmiş bir mera arazisinde,  bu tesis yerine değişen kıyı yasası ile birlikte imarı kolaylaştırılmış, kamu arazisi düşük bedeller karşılığında ihaleye çıkarılmış bir yeni proje inşa edileceğini tahmin etmek çok zor değil. Dolayısıyla bu süreçte mevzuata aykırılık, torba yasayla aceleyle, projeye yönelik paket yapılan yasa değişiklikerini yakından takip etmek, kentsel dönüşüme, orman, mera ve kıyıların ranta açılmasına karşı örgütlenen politik mücadele açısından oldukça önemli.

Kısırkaya’daki merkez, kentsel dönüşümle, afet yasasıyla, orman, kıyı, mera kanunlarının tümünü dönüştüren imar yasası değişiklikleriyle, bunlar üzerinden şekillenen hayvan-insan ilişkisini düzenlemeyi hedef alan 5199 Hayvanları Koruma Kanunuyla, kent yoksulluğunun büyük kısmını oluşturan zorunlu olarak göç ettirilmiş kesimlerin toplumsal dışlanma, kriminalize edilme, marjinalleştirilme süreçleriyle birlikte düşünülmesi gereken bir süreç. Hem merkezin kurulmasının ardından yatan motivasonları anlamak için, hem de sokak hayvanlarının akıbetinin İstanbul’un akıbetinden bağımsız olmadığını, aksine şehirdeki mekan tecrübesini şekillendiren temel yasalarla şekillendiğini, hayvanların bu yasal topyekün değişikliğe dahil, içkin ve hatta çoğu zaman araç haline geldiğini görmek açısından çok önemli.    

Bu nedenle, 31 Ocak’taki eylemimize İstanbul’da kentsel dönüşüme, rant siyasetine karşı çıkan öznelerin, ekolojik oluşumların, semt forumlarının desteğini bekliyoruz. Türkiye’de kentsel dönüşüme, yani iktidarın mekan politikalarına karşı mücadele eden bütün oluşumları, politik hareketleri de Kısırkaya’ya karşı eylememiz de ön saflarda görmek istiyoruz.

 

* Bu yazıya yorumlarıyla katkıda bulunan Abdullah Onay’a ve Yeryüzüne Özgürlük Derneği'nden arkadaşım Burak Özgüner’e teşekkür ederim.