Yeşili, ağacı, kuşları, börtü böceği, sincapları çok severim. Sevindirici bir haber aldım. İstanbul, 2017 için “Yeşil Avrupa Başkenti” adaylığına başvurmuş. Kentteki yeşil oranı %1.5. Demek ki her şey ağaç dikmekle, park yapmakla olmuyor, biraz özgüven gerek. Bizde kentleşme diye bir kavram pek yoktur. Varsa da, bunun en önemli vurgusu genellikle ikinci hecesinde oluyor. Bir seferinde uçak İzmir’in üzerinden geçerken önümdeki İngiliz ailenin sohbetine kulak misafiri olmuştum. Kız çocuğu, babasına bak, aynı New-York gibi demişti, gösterdiği Mavişehir’in binaları işte, yüksek yüksek, kocaman kocaman. Keşke bak, aynı Hyde Park gibi deseydi o kız çocuğu. Öyle bir yer görseydi derdi belki. Kültürpark mı? Hadi canım, etrafının duvarlarla örülü olduğu bir yere park olarak bakmazdı herhalde çocukcağız. Bunları düşündükçe canım acır hâlâ. Evet abarttım, ne acıyacak canım ama, halimiz harap gerçekte. Doğamız beton oldu, yeni nesiller hep onunla büyüdü. Hem ne güzel işte, Britanya’daki gri bulutlar yoksa bu güneşli ülkede, bari gri gri binalarımız olsun, oranın parklarında da sincaplar dolaşsın. Sincap güzel hayvandır. Hayvanlar güzeldir zaten, bazen küfür niyetine adlarının anıldığını duyunca sinirlenirim. Bir sokak köpeği en fazla ne yapabilir ki insana, gelir hart diye bacağını ısırır. O bacağa gelene dek ne beyinler iltihaplandı, ne kalpler darmadağın oldu bu ülkede.
Yok öyle beleşe yeşil
Futbolu da çok severim, hayatın akışına inat getirilmek istenen “Passolig” gibi uygulamaları hiç sevmem ama. Malumunuz, zaten pek bir özelliği olmayan futbolumuz dibe vurdu. Korkum şudur ki yakında seyretmeye değer bir futbol maçı kalmayınca o betondan tribünlere şehirde kalan son yeşili izlemek için gidip oturacağız. Parayla yeşil alan izleyeceğiz yani. Bir aralar beraber çalıştığım birisine, Pasaport’un tarih kokan, estetik zihinlerden çıkıp özenle inşa edildiğini haykıran binaları göstermiştim. Ne güzel değil mi dediğimde, yok ya, ben yeni bina severim, demişti. Bu düşüncede pekçok insan tanıdım. Demek, binaların insanı biçimlendiren bir yanı var. “İnsan sarayda başka kulübede başka düşünür,” demişti Marx. Sarayda oturanlarla işim olmadı, aslında kulübede oturan da pek bilmem, ama bu sözü karşılayabilecek biçimde, yeşilsiz kentlerde yaşayan insanlar, sonunda Stockholm Sendromu’na yenik düşüp betona âşık olmaya başlayabiliyor. Stockholm demişken, yeşil oranı kişi başına 87.5 metrekareymiş. Stockholm Avrupa Birliği’nin ilk yeşil başkenti seçilmiş, 2010’da. Yazının başında bahsettik, İstanbul’un aynı sıfatı kazanabilmesi için önünde iki yılı kalmış. Böyle mışlar, mişler, masal kipinde yaşıyoruz işte.
Gelin itiraf edelim
Gelin itiraf edelim… Ertuğrul Özkök gibi başladım paragrafa ama gelin itiraf edelim, demeyi de çok severim ben. Garip bir haz alırım bundan. Bazen suçlu olmadığın halde hissettiğin suçluluk duygusunun ortaya çıkışı gibi bir tarafı vardır bu sözün. Sonra Hasan Ali Toptaş’ın Bin Hüzünlü Haz romanının giriş cümlesi düşer aklıma: “Beni en çok suçtan arınmışlığım tedirgin ediyor.” Gelin itiraf edelim, dünyası, “kocaman bir Türkiye”den ibaret insanlar var. Karşılaştıracak başka ülke görmeyince beynin ürettiği bir tür savunma mekanizması bile olabilir bu. Böyle bir kültürel verinin üstüne, dünyanın en büyüğü olacağı söylenen bir havalimanı yapılıyor, milyonlarca ağacı heba etme pahasına. Fakat bilmezden gelinen bir durum var. Dünyanın en büyük havalimanını yapınca kimse bir anda dışarıya gidip farklı ülkeleri görecek değil. Sadece dünyanın muhtemelen en pahalısı pasaport ücretlerine bile bakıp böyle düşünebiliriz. Zaten gitmesinler. Dışarıyı gören insan gelip diyecek ki bizim şehirler niye böyle. Demez mi? Kimse de o şehirlerin bu hale gelmesinin suçunu üzerine almayacak, eski yeniye, yeni eskiye atacak topu. Suçtan arınmış olduklarını düşünmeleri bir yana, bundan hiç tedirgin olmayacaklar. Bunları geçelim. Bazen bir hayvan olmayı istiyoruz içten içe. Doğayla kavgası olmayan, gelişme gibi bir kavramı düşünmeyen, gelecek kaygısının uzağında bir hayvan. Londra’nın parkında ağaçta bir sincap, İstanbul’u bilmez, hatta Londra’yı bilmez. Kimbilir, o sincap belki hep Stockholm’deydi.