Özgecan Aslan’ın ölümü –anlaşılır sebeplerle– bir skandal etkisi yarattı kamuoyunda. Yargı makamı da dahil bir bütün olarak siyasal iktidar yapılanması, infiale dönüşmesi muhtemel bu skandalı savuşturmak için faillerden birini “canavarca hisle öldürme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına, diğer iki faili ise “suça iştirak, yardım ve yataklık” suçlarından hapis cezasına çarptırmaktan söz ediyor. Yargılamanın neticesinin ne olacağı üç aşağı beş yukarı belli. Mevcut hukuk sistemindeki en sert ceza, “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası”dır. Ne var ki, cinayetin skandal veçhesinin yoğunluğundan ötürü, verilecek muhtemel cezaların –politikacılar da dahil– “ahlaklı” kamuoyunu teskin etmede kifayetsiz kalacağı söylenebilir. Bu itibarla, daha soruşturma, tutuklama aşamasında kolektif hafızadaki canlı bir duygu harekete geçti, daha da geçeceğe benziyor: İdam!
Yüksek tirajlı bir gazetenin manşeti, idam cezasını dahi yeterli görmediğini beyan etti: “O Canilere İdam Cezası Bile Az.”1 Kitlede açığa çıkan kimi duyguları (dehşet, panik, nefret vb.) yatıştırmada idam cezasının yetersiz kalmasının nedeni, infazın “kısa süreli,” yani hızla gerçekleşen bir eylem olmasıdır. “Kısasa kısasa” yaklaşan, daha ağır ve sancılı bir ölüm isteği kamuoyunun söylemlerinde belli belirsiz dolanıp duruyor. “Bazı” kadın ve erkek siyasetçiler “hadım etme” cezasını dillendiriyor, “bazı” köşe yazarları idamın geri gelmesini yahut ceza sisteminin değiştirilmesini –daha da sertleştirilmesini– talep ediyor, “bazı” aktivistler “Kadına şiddete hayır! Tecavüzcülerin idamına evet!” pankartları açıyor. Aslan’ın ölümündeki dram ve bunun hukuken cezalandırılma tarzı bir tarafa, bu olayla alakalı olarak tezahür eden idam isteğini nasıl anlamlandırabiliriz? Kitle neden ve hangi saiklerle herhangi bir “suçlunun,” “caninin,” “isyancının,” “hainin,” “ihlalcinin” ölümünü ister? Kurbana kesilen ölüm cezası neyi amaçlar? Cezanın anlamı nedir? Canetti’nin yarı-antropolojik, yarı-sezgisel bir hatta kalarak ışık tuttuğu kitle tahlilleri, bu sorulara cevaplar bulma açısından makul bir başlangıç noktası olabilir.
“Kolektif Öldürme” İçgüdüsü
İnsanlık tarihi kadar eski bir istektir idam cezası. Canetti, “mütecaviz kitle” (kan kokusuyla tahrik olup saldırmak isteyen kitle) olarak kavramsallaştırdığı kitlenin başlıca özelliğinin toplu öldürme arzusu olduğunu belirtir. Eski dönemlerden kalma bu arzu, modern dönemlerde de kendini duyurmaktadır: “İdam cezası,” bu arzunun ifade biçimlerinden biridir. Elias Canetti, modern idam cezasının mantığını daha eski olan bu kolektif öldürme pratiklerine bakarak anlaşılır kılmaya çalışır. Elias Canetti gerekçelere, daha doğrusu nedenlere değil, sonuçlara odaklanır. Buna göre kitle kan kokusunu bir kez almıştır. Kurban istemektedir. Herkes infazda yer almak için harekete geçer, kurban oradadır, kovalanır. Avcılık dönemine uzanan bir ritüel –kan akıtma istemi– kitlenin heyecanını, coşkusunu diri tutar. Kalkıp inen bütün kollar tek bir kol haline gelmiştir. Öldürme işlemi gerçekleştikten, Canetti’nin ifadesiyle “deşarj” olduktan sonra dağılacak olan kitle, kurban karşısında birleşmiştir. Kitle eksilecektir ama önemli olan bir amaç yahut hedef doğrultusunda birleşmiş olmaktır. Kitlenin enerji harcadığı bu öldürme biçimini, modern toplumlarda –Türkiye gibi ülkelerde sıkça– görülen “linç” pratiklerinin içgüdüsel arka planı olarak yorumlamak mümkündür.
Modern öncesi toplumsal varoluşta “ölüm cezası”nın iki çeşidi vardır Canetti’ye göre: dışlama ve kolektif öldürme. İlkinde kitleden dışlanan birey “mutlak yalnızlığa” terk edilir. Bir tür uygarlık alanı olarak toplumsal hayattan uzaklaştırılarak doğaya, açlığa, vahşi hayvanların insafına bırakılan bireyin ölümü çileli bir ölümdür. Burada öldürme işlemini doğa üstlenir.
İkinci ölüm cezası olarak kolektif öldürme sürecinde ise kitle aktif bir rol üstlenir. Canetti’ye bakılırsa kolektif öldürme pratiğinin çeşitleri fazladır. Sözgelimi infaz edilecek birey bir tarlada taşlanarak öldürülebilir. Kurbana atılan taşlar kitleyi, kitlenin duygularını temsil eder. Kolektif öldürmede taşın yanı sıra, “ateş” de bir başka temsil işlevine sahiptir. Kurban yakılarak da öldürülebilir. Canetti’ye göre, buradaki “ateş mahkûm edilen kimsenin cezasının infazını isteyen kalabalığı temsil eder. Kurban, onu yakalayan ve aynı anda öldüren alevlerce her yandan sarılır.”2 Cehennem ateşi fikrinin mayasında da bu içgüdü olsa gerek. Öte yandan, kurban “ok yağmuruna” tutularak da öldürülebilir. Ok da yine bir başka temsil aracıdır. Ateşli silahların icat edildiği, modern döneme has “kurşuna dizme”nin atası da okla öldürmedir denebilir. Canetti Afrika’da icra edilen ilginç bir kolektif öldürme biçimine daha işaret eder: “karınca yığınlarına gömerek öldürme.” Anlaşılacağı gibi kitleyi temsil işlevini karıncalar üstlenmiştir bu öldürme biçimde. Zahmetsiz, çaba gerektirmeyen bir cezalandırma pratiğidir bu.
“Kamuya Açık” İdamlar
Elias Canetti, kamuya açık bütün idam biçimlerinin “kolektif öldürmenin eski uygulamalarıyla ilintili” olduğunu öne sürer. Akla yatkın bir iddiadır bu. Elbette teknik açıdan ilerleme kaydedilmiştir. Geçmişteki ritüeller bir oyuna, şölene dönüşmüştür. Kurbanın acı çekmesi, hemen ölmemesi için öldürme zamanı üzerinde inceltilmelere gidilmiş, kurbanın bedeni “adaletin” tecelli ettiği bir mekân halini almıştır. Kurban suçunu itiraf ederken dokunaklı dini konuşmalar yapar, kitlenin huzurunda pişmanlığını dile getirir. Şölenin selameti açısından pişmanlığın ifade edilmesi olmazsa olmazdır. Konuşmaları dinleyenler kendi vicdanlarını temize çekerler bu sayede. Bir tarafta masumlar, diğer tarafta suçlu vardır. Suçlunun ölümle cezalandırılması masumların “vicdanlarını” rahatlatacaktır. Adalet arzusu da, bu minvalde kitlenin ceza talebine uygun bir seyir izler. Az sonra dağlanacak bedenin her çığlığı adaletin yerini bulması olarak değerlendirilir.
Bütün bunlar, Ortaçağlara girişle birlikte kolektif öldürme pratiklerinde yaşanan niteliksel dönüşümlerdir. Tabii sadece bunlarla sınırlı değildir mevcut dönüşümler. Özde olduğu gibi biçimde de değişimler gerçekleşmiştir. Kentlerin meydanlarında iktidarın öldürme kudretini yansıtan görkemli “sahneler” kurulmuş, cellâtlar yüzleri siyah maskelerle arz-ı endam eder olmuştur. Fakat diyecektir Canetti, “gerçek cellât, idam sehpasının etrafında toplanmış olan kitledir.” Ürkütücü bir saptamadır bu. Gerçek cellât hakikaten kitle midir? Kitle öldürme esnasındaki dehşeti onaylar. İşlenen suçla orantılı olarak “hak edilmiş bir ceza” olarak görür yapılıp edilenleri. Tanık olarak cezanın infazının bir parçası olur. Kitlenin deşarj anı kurbanın başının kesilmesiyle doruk noktasına ulaşır. Cellât elinde tuttuğu kesik başı kitleye gösterir, gövdeden ayrılmış başın “son donuk bakışları” Canetti’ye göre önemlidir:
“Başın düşüşünün etkisi büyüktür. Bu sayede kurbanın kitleyi oluşturanlardan üstün bir yanı kalmaz. Kitle onu kendilerinden biri olarak kabul eder ve böylelikle kitleyi oluşturanları birbirleriyle eşitler, çünkü hepsi o başta kendilerini görür.”
Gelgelelim kesik baş aynı zamanda bir “tehdit” içerir kitle açısından, kurbanın ölümü kitlenin azaldığı, duruma göre daha da azalma ihtimali olduğunu açık eder. Şölen seyircisi olan kitle, kurbanın öldürülmesi akabinde derhal dağılmaya başlar:
“Mütecaviz kitle kurbanını bir kez elde edince hızla dağılır. Tehlike altındaki iktidar sahipleri bu gerçeğin bütünüyle farkındadır ve kitlenin büyümesini engellemek için önüne bir kurban atarlar. Siyasi nitelikli çok sayıda idam yalnızca bu amaçla düzenlenir.”
Elias Canetti, kolektif öldürme pratiklerinden duyulan “tiksintinin” yakın tarihli olduğunu ve “abartılmaması” gerektiğini düşünür. Zira “günümüzde herkes, gazeteler aracılığıyla kamuya açık idamlarda yer almaktadır. Güven içinde evde otururuz. Her şey bittikten sonra yalnızca onaylarız ve keyfimizi kaçıracak hiçbir suçluluk duygusu hissetmeyiz.” Modern idam cezalarına tanık olmak, geçmişe nazaran manevi açıdan daha az risklidir, sorumluluk gerektirmez. Gazeteler aracılığıyla idam seremonisine iştirak eden kitlelerin toplanmasına da gerek yoktur, doğal olarak dağılmaları da gerekmez. Külfetsiz bir katılım süreci cereyan eder. Gazetelerin idamları güncellemesi, duyurması, gözler önüne sermesi yeterlidir.3
İdamın Yetersizliği: Daha Fazla Acı
Kamuya açık idamlarda giyotinin kullanılması görece yeni bir uygulamadır. Siyasal altüst oluş dönemlerinde idam cezalarında artış yaşandığı vakıadır. Fransız Devrimi’nin icat ettiği giyotin hem siyasi hem de adli vakalarda müthiş bir zaman ekonomisi yaratmıştır. Canetti’nin aktardığına göre, Paris cellâdı Yargıç Samson, yardımcılarının “adam başına bir dakikadan fazla zaman harcamamalarıyla” övünürmüş.
İdam cezasına mahkûm edilen kurbanın “baba katili,” “isyankâr,” “tecavüzcü” ve sair ahlaken ve siyaseten kışkırtıcı olduğu örneklerde zamandaki bu kısalma kitle açısından tatmin edici olmayabilir ama. “O Canilere İdam Cezası Bile Az” manşetinde de benzer bir tatminsizlik duyurmaktadır kendini. “Bile Az” ne olabilir? Ömür boyu hapis cezası kitlenin “kanayan vicdanını” bastırmada yeterli değildir. “Bile az,” bedenin daha fazla acı çekmesini istemektir. Bu hususla, bedenin bir cezalandırılma alanı haline getirilmesiyle ilgili olarak Foucault’nun Hapishanelerin Doğuşu’nun girişinde anlattığı, “baba katili” olan, Damiens adlı bir mahkûmun 2 Mart 1757’de gerçekleşen infazı dikkate değerdir:
“Damiens ‘Paris kilisesinin cümle kapısının önünde, suçunu herkesin karşısında itiraf etmeye’ mahkûm edilmişti; buraya ‘elinde yanar halde bulunan iki libre ağırlığındaki bir meşaleyi taşıyarak, üzerinde bir gömlekten başka bir şey olmadığı halde, iki tekerlekli bir yük arabasında götürülecekti; sonra aynı yük arabasıyla Gréve meydanına götürülecek ve burada kurulmuş olan darağacına çıkartılarak memeleri, kolları, kalçaları, baldırları kızgın kerpetenle çekilecek; babasını (kralı) öldürdüğü bıçağı sağ elinde tutacak ve kerpetenle çekilen yerlerine erimiş kurşun, kaynar yağ, kaynar reçine ve birlikte eritilen balmumu ile kükürt dökülecek, sonra da bedeni dört ata çektirilerek parçalattırılacak ve vücudu ateşte yakılacak, kül haline getirilecek ve bu küller rüzgâra savrulacaktı.”4
Bedene “azap çektirme” tekniklerindeki bu baş döndüren yaratıcılık çarpıcıdır. İnfaz zamana yayılmış, mahkûmdan geriye rüzgâra karışmış küllerden başka hiçbir şey kalmamıştır. Giyotin, yağlı urgan yahut elektro şok, şırınga vb. infaz biçimleri, bir vakitlerin zaman kullanımındaki geniş aralığı daraltmıştır. Acı da en aza çekilmiştir. Bu öldürme biçimlerinde kitlenin ahlaki beklentilerini karşılayacak olan adalet son derece hızlı olmaktadır. “Bile az,” işte bu hıza karşı yavaşlık isteği, anlık ölüme karşı uzatıldıkça uzamış bir “azap çektirme” arzusudur. Kamuoyunun dilinde dolanan “bile az,” siyasal iktidardan suçlunun bedeninden parçaların yolunmasını, ruhsal acı değil, fiziksel acı çekmesini talep etmektedir.
Devleti (Canavarı) Çağırmak ya da İdam İstemi
İster Özgecan Aslan’ın ve daha pek çok insanın trajik ölümü nedeniyle isterse siyasal içerikli herhangi bir nedenle olsun, idam cezasını istemek, bir canavarlığı bir başka canavarlıkla telafi etmekten başka bir şey değildir. Kitle cellât olduğu kadar iktidar olmaya da taliptir. İktidarı idam cezasına kışkırtan da çoğu zaman kitledir.5 Siyasal iktidar dünden hazırdır böylesi bir talebe. Devleti idama davet etmek, ondan acıyı bu yolla tazmin etmesini istemek, hatta “bile az”da olduğu gibi ölene kadar özgürlüğünden mahkûm etme cezasının yanı sıra, bedenine azap çektirilmesini dolaylı şekillerde zikretmek, bütün bunlar adalet istenci değil, intikam istencidir. İdam cezası da önünde sonunda “canavarca hisle öldürmek”tir. Daha soğuk ve katı bir akıl, devlet aklı yürürlüktedir idam cezasında.
Hiçbir gaddarlık bir başka ve daha ürkütücü bir gaddarlıkla dengelenemez, önlenemez. Modern ceza infaz sistemi suç karşısında tıkanmıştır. Cezaların sertleştirilmesi, giderek daha da sertleştirilmesi suçun yarattığı zararı karşılamaktan yoksundur. Suç şu ya da bu gerekçeyle gerçekleştiğinde cezanın anlamı yoktur. Ceza insanların yıkıcı/vahşi tutkularını denetlemekte, Nietzsche’nin ifadesiyle insanları “evcilleştirmekte” faydalı olmuş olabilir ama insanları daha “iyi insanlar” haline getirdiği anlamına gelmez bu.6
Öte yandan, acı dünyevi yahut teolojik hiçbir yaptırımla eşitlenemez. İnsan tekinin trajedisi olduğu kadar lanetidir de bu. Elbette cezanın ne olduğuna karar verip onu uygulayanlar tebaaya korku salabilir, zarara uğrayanın borcunu suçluya acı çektirerek ödeme yoluna gidebilir, infaz ceza çeken açısından bir “iyileştirme” olarak anlamlandırılabilir, bu sayede cezaya tanık olanlarda bir hafıza oluşturabilir.7 Bunların hepsi mümkündür. Ve fakat kitleden yükselen idam cezası isteği, her halükarda Nietzsche’nin taşı gediğine oturtan ifadesiyle, kitlenin “vahşete duyduğu sıla özlemidir.” Siyasilerin, ahlakçıların pek severek kullandıkları şu “vicdan” yahut “kamu vicdanı” laflarının ardında uygarlık öncesi gaddarlık dönemlere duyulan vatan hasretinin kıpırdaması, modern insanın aczini göstermesi açısından ironiktir.
İdam cezasını aşağılık bir ceza haline getiren başlıca unsur, kurbanın ölümden kaçma ihtimalinin hiçbir surette olmaması, ölüm “makinesinin” kurbanı “kıskıvrak içine almasıdır.”8 Sonunda ölünecek bile olunsa bir kaçış yahut sıyrılma umudunun kurbandan esirgenmesi, nihai noktanın orada bekliyor olması, verilmiş kararın uygulamaya dökülmesi, idamdaki soğuk mantığın işaretleridir bunlar. İnsan olmak, bu mantıkla cebelleşmektir bir bakıma, acı her ne kadar kuvvetli olsa, uç örnekler hâsıl olduğunda içinde yamyamlığında olduğu hayvani geçmişin sesi kulaklarda şehevi bir şekilde çınlasa da, bu mantığa karşı çıkmak…
1 Sabah Gazetesi, 16.02.2015.
2 Elias Canetti, Kitle ve İktidar, çev. Gülşat Aygen, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2003, s. 50-51 ve ilgili sayfalar.
3 Son dönemlerde İŞİD videolar aracılığıyla gerçekleştiriyor idam cezalarını. Kafeste yakarak, elektrik vererek, baş keserek, yüksek katlı binalardan betona atarak gerçekleştirilen idam cezaları, iletişim teknolojilerindeki şölen mantığını yansıtması itibariyle tartışılmaya değer bir fenomendir.
4 Michel Foucault, Hapishanelerin Doğuşu, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İstanbul: İmge, 2000, s. 34.
5 Bu meseleyle ilgili bilinir eski örneklerden biri, İsa’nın ölüm cezasıdır. Roma Valisi Pontius Platus’a –siyasal iktidarın temsilcisine- “Onu çarmıha gerin!” diyen kitle olmuştur. İsa’nın masum olması ölüm cezası açısından bir şeyi değiştirmez. Kaldı ki, İbranicede Kafatası anlamına gelen Golgota Tepesi’nde infazı gerçekleştirilirken, biri sağında diğeri solunda “iki haydutla” birlikte çarmıha gerilmiştir İsa.
6 F. Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü: Bir Kavga Yazısı, çev. Ahmet İnam, İstanbul: Say Yayınları, 2003, s. 88.
7 F. Nietzsche, a.g.e, s. 84-85.
8 Albert Camus, Yabancı, çev. Vedat Günyol, İstanbul: Can Yayınları, 2011, s. 100.