Almanya AfD ile Mücadele Etmeye Gerçekten İstekli mi?

Almanya için Alternatif (AfD) adlı aşırı sağcı partinin, Eylül ayındaki bölgesel seçimlerin ardından doğu Almanya siyasetinde baskın bir güç olacağı kesinleştiğinden beri, aklımdan bir fotoğrafı çıkaramıyorum.

Fotoğraf, 1992 yılında doğu Almanya'nın liman kenti Rostock'ta dört gün süren bir pogrom sırasında çekildi. Tahmini 400 aşırı sağcı, yöredeki göçmen merkezine ve şehrin küçük Vietnam topluluğunun çoğunun yaşadığı bir konut kompleksine saldırırken, büyük bir kalabalık da polis memurları ve itfaiyecileri uzakta tutmuştu. Fotoğrafta, Harald Ewert adında bir adam görülüyor. Alman milli takımının formasını bir eşofman altıyla birlikte giymiş. Gözleri donuk ve vahşi. Sağ kolunu Nazi selamıyla kaldırmış.

Bu, çağdaş Alman tarihinin en ikonik fotoğraflarından biridir; yoğun toplumsal bölünme ve şiddet dönemini yansıtan bir karedir. Fotoğraf bugün özel bir yankı uyandırıyor. Pazar günü seçimlerin yapılacağı Thüringen'deki AfD lideri Björn Höcke, Nazi sloganları kullandığı için iki kez mahkûm edildi. 2006 yılında 52 yaşında ölen Harald Ewert ile Bay Höcke arasında net bir bağlantı var – Nazizm hayaletinin Almanya’ya hâlâ musallat olduğunun kanıtı.

Öte yandan fotoğraf, birçok açıdan yanıltıcı. Kültür eleştirmeni Diedrich Diedrichsen'in yazdığı gibi, o gün şiddet eylemleri gerçekleştiren isyancılar neo-Naziler gibi görünmüyordu. Azınlıkları hedef alan saldırıları, sığınmacılarla ilgili kısıtlamaları sıkılaştırmak için bahane olarak kullanan politikacılar da öyle değildi. Aşırı sağ iktidara yaklaştıkça, geleneksel sembollerine –sloganlarına ve selamlarına– odaklanmasının başarısız olduğu açıkça görülüyor. Almanya imajlara ve işaretlere takıntılı hale gelirken, yüzeyin altındaki daha tehlikeli gelişmeler gözden kaçırıldı.

Gerçekte, AfD ile son yıllarda Avrupa'ya yayılan diğer sağ popülist partiler arasında pek bir fark yok. Polonya'daki Hukuk ve Adalet Partisi, Macaristan'daki Fidesz ve Yunanistan'daki Altın Şafak gibi, AfD de oy kazanmak için yabancı düşmanlığı, militarizm ve nostaljiden oluşan zehirli bir kombinasyona dayanıyor. Ancak burada, herhangi birinin tekrar büyük yapmak isteyeceği son ülke olan Almanya sözkonusu.

Almanya'nın son birkaç yılda birçok konuda anlaşamayan diğer siyasi partileri, faşizmle flört eden bir partinin iktidara gelmesine izin verilemeyeceğini kabul ederek, AfD'nin tecrit edilmesini sağladılar. Faşistlerin iktidarı alma ihtimaline daha az duyarlı bir ülkede AfD, disiplinli örgütlenmesi ve medyayı ustaca kullanmasıyla, son on yılda kuşkusuz önemli bir siyasi güç biriktirmiş olurdu. Şu anda bile, AfD'nin gelecek ay elde edebileceği somut siyasi gücün miktarı kestirilemiyor. Sonuçlardaki birkaç puanlık bir değişimle yerleşik merkez partilerinden oluşan bir başka koalisyon kurulabileceği gibi aşırı sağcıların yönetiminde bir eyalet hükümeti de kurulabilir.

Ama AfD, ülkenin doğusunda, gelecek ay Saksonya, Brandenburg ve Thüringen’de yapılacak olan üç seçimden birinde bir koalisyon hükümeti kurmayı başarabilse bile, bu eyaletleri yönetemeyebilir. Alman Anayasası, federal hükümete, demokratik normları zayıflatmayı amaçlayan bir bölgesel hükümeti görevden alma yetkisi veren hükümler içeriyor. Kanun tam olarak net değilse de, bir AfD hükümetinin bir tür anayasal kriz yaratması kaçınılmaz görünüyor.

Birçok sorundan birini ele alalım: Federal polis veya istihbarat servisleri, bir AfD hükümeti altında bölgesel muadilleriyle bilgi paylaşmaya devam edebilir mi? Almanya'nın güçlü ulusal istihbarat servislerinden biri olan Anayasayı Koruma Dairesi, Saksonya ve Thüringen'de AfD'yi aşırılık yanlısı sağcı bir örgüt olarak tanımlamış durumda. Aşırılıkçı örgütlerle bilgi paylaşmak ciddi bir suçtur. Öte yandan, resmi kurumlar arasında bilgi paylaşımı konusunda yasal yükümlülükler bulunuyor.

Almanya'nın bu çıkmazdan iyi bir çıkış yolu bulabileceğini düşünmek zor. Patronları aşırılık yanlısı sağcılar olduğunda; güvenlik servisleri, bugünkü Almanya'da açık ara en yaygın siyasi şiddet biçimi olan sağcı terörizmle nasıl mücadele edebilirler? Bir ülke, demokrasiyi korumak için demokratik bir seçimin sonuçlarını göz ardı edebilir mi? AfD iktidara gelirse ve yerleşik siyasi yapı müdahale etmeme kararı alırsa, bir nevi cevap bulmuş olacağız. Bu durum, aşırı sağı durdurma kararlılığının göründüğünden daha az kararlı olduğunu, aşırı sağa karşı çıkmanın esastan ziyade imaj meselesi olduğunu da gösterebilir.

Siyasi semboller önemlidir, ancak siyasi içeriğin yerini aldıklarında gerçek bir sorun ortaya çıkar. Nazi selamının ve gamalı haçın kötü olduğunu kabul etmek iyidir. Ama bazen Almanya'nın siyasi sembollere olan duyarlılığının, Almanların atalarının ne yaptığını hatırlamak yerine unutmalarına yardımcı olduğu hissine kapılıyorum. Bu, özellikle 7 Ekim'den bu yana açıkça görülmeye başlandı; o tarihten itibaren Almanya'nın antisemitizmle mücadele kaygısı, sıklıkla göçmenlere karşı devlet şiddeti uygulama çağrılarına dönüştü.

AfD'nin kayda değer bir siyasi güç elde etmesini engelleyen baraj, en azından şimdilik, yerinde dursa da, partinin fikirleri ve seçim taktikleri sessizce ana akım haline geldi. Şansölye Olaf Scholz, Der Spiegel'in kapağında “büyük çapta” sınır dışı etmeler için çağrıda bulunmaya istekli görünürken veya Yeşiller Partisi lideri Robert Habeck, korku ve yabancı düşmanlığı üzerinden siyaset yapmaktan memnun iken, AfD'ye ihtiyaç var mı? Geçen hafta batıdaki Solingen kentinde üç kişinin öldürüldüğü terör saldırısının ardından, her kesimden siyasetçiler, beklendiği üzere, daha fazla kişinin sınır dışı edilmesi ve göç konusunda daha sıkı kısıtlamalar talep ettiler.

Bay Höcke'nin mitinglerinde Nazi sloganlarını kullanması önemli ve ülke siyasetinin bir tepki göstermesini gerektiriyor. Ancak Almanya, çok sık olarak Nazi adaletsizliğinin sembollerine odaklanırken, bu sembollerin temsil ettiği zulmün devamını görmezden gelen ve hatta hoş gören bir ülke konumuna yerleşti. Bu durum, pratikte, aşırı sağın güvenlik servislerine sızması, aşırı fikirlerin medyada aklanması ve diğer siyasi partilerin seçim taktiği olarak ırkçı korku tellallığını benimsemeye istekli olması anlamına geliyor. AfD iktidardan uzak tutulmuş olsa da, onun destek bulmasını sağlayan nefret dolu dil, Alman siyasi yaşamının önemli bir parçası haline geldi.

Bay Ewert'in kaderi öğretici. Hiçbir şiddet eylemi gerçekleştirmemiş olmasına rağmen, Rostock’taki pogromlardan sonra suçlamalarla karşı karşıya kalan ilk kişilerden biri oydu – kısmen, fotoğrafın ona kazandırdığı kötü şöhret nedeniyle. Nazi selamı verdiği için 300 mark para cezasına çarptırıldı; bu miktar, aylık sosyal yardım çekinin yarısından fazlasına denk geliyordu. Suçluların büyük bir çoğunluğu ise hiçbir zaman yargılanmadı. En büyük zarar ise kısa süre sonra, merkez siyasi partilerden oluşan bir koalisyon Almanya’da sığınma hakkını kısıtladığında gerçekleşti. Rostock'ta ırkçıların hedef aldığı birçok kişi daha sonra sınır dışı edildi veya ülkeyi terk etti.

Görüntünün esasın önüne geçtiği örnek bir vakaydı bu; fotoğrafın bariz korkunçluğu eleştirilebilirken, onu destekleyen güçler ve bunun yol açtığı katı siyasi tepki pekâlâ görmezden gelinebildi. Geçmişi seçici bir şekilde kınayarak temizleme manevrası, şimdiye kadar Almanya'ya oldukça iyi hizmet etti. Ancak Eylül seçimlerinin de açıkça göstereceği gibi, ne geçmişin ne de bugünün şeytanlarını inkâr etmek, yok saymak mümkün değil.


İngilizceden çeviren: Barış Özkul