İstanbul Barosu Yönetiminin Görevden Alınması

Dava

İstanbul Barosu’nun X isimli sosyal medya hesabından yapılan 21 Aralık 2024 tarihli  açıklamada; iki gazeteci vatandaşımızın Suriye’de öldürülmesi nedeniyle, Suriye’de bulunan tüm güçlere (hiçbir özne belirtmeden) insancıl hukuka uyulması çağrısı yapılmakta ve Türkiye’de bazı avukatların, kişilerin gözaltına alınmasındaki hukuksuzluğa dikkat çekilmektedir. Bu açıklamanın akabinde İstanbul Başsavcılığı terör propagandası yapıldığı gerekçesiyle bir soruşturma başlattığını duyurmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bu ceza soruşturmasına ilaveten ayrıca 14/01/2025 tarihinde, 2025/2516 esas numarasıyla İstanbul 2. Asliye Hukuk Hakimliği’nde davaname adı verilen bir belge ile, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 77/5 fıkrası gereğince İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu üyelerinin görevlerine son verilmesi ve yerlerine yenilerinin seçilmesi talebinde bulunmuştu. İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 4 Mart 2025 günü başlayan ilk duruşmanın ardından 21 Mart 2025 günlü ikinci duruşmada bu talebi kabul ederek, İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu üyelerinin görevine son vererek, Baro’nun yeniden seçim yapması kararı verdi.

Duruşmaları 500 civarında avukat ve yabancı baro üyesi izledi. Duruşmada Baro Başkanı ve Yönetim Kurulu üyelerinin vekilleri olan başta TBB Başkanı Erinç Sağkan olmak üzere 30 civarında avukat konuşarak dilekçeler, emsal yüksek mahkeme kararları sundular. Karardan sonra TBB Başkanı, İstanbul Baro Başkanı ve Yönetim Kurulu üyeleriyle birlikte yüzlerce avukat Çağlayan’dan, baro binasının bulunduğu Orhan Adli Apaydın Sokak’a kadar yürüdüler. Burada her iki başkan açıklama yaptı. Ardından makamına geçen İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, geç saatlerde kararın kesin olmadığını, istinaf yolunun açık olduğunu, kararı üst mahkemeye götüreceklerini, bugüne kadar sadece hukuk talep ettiklerini ve talep etmeye devam edeceklerini açıkladı.

İstanbul Barosu yönetimi bu hukuka aykırı girişimler karşısında üyesi olan 66 bin avukatı konuyu değerlendirmek için olağanüstü genel kurul toplantısına çağırdı. 23 Şubat 2025 günü yapılan İstanbul Barosu Olağanüstü Genel Kurul toplantısına, baro yönetimine seçilmek için Değişim İçin Avukatlar Grubu başkan adayı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ile yarışan tüm gruplar katılarak, baro yönetimine görüş farklılıklarını bir kenara koyarak tam destek verdiklerini açıkladı. Genel Kurul’da tek bir ilke etrafında görüş birliği tekrar edildi: Seçimle gelen seçimle gider. İstanbul Barosu’nun seçimlerine, avukatların seçimlerine dışarıdan hiçbir güç müdahale edemez…

Barolar Nedir, Kimdir?

Fazla bilinmez, baroların ve parlamentonun kuruluşu 13. yüzyılda birbiriyle iç içe gelişir. Lonca (ordre) üyesi avukatlar aynı zamanda parlamentonun da üyesidirler. Başlangıçta görevleri majestelerinin avukatları olarak verilen emirleri düzenlenmek, gerekli mühür ve alametleri muhafaza etmekti. Hatta parlamentonun yanında bazı hakimlik görevlerini de yürütürlerdi. Avukatların, baroların parlamentodan ayrılmaları üç-dört asır sürmüş, baro başkanını seçme ve diğer hakları mücadele ile kazanmıştır. Barolar “Eski Rejim”deki bağımsızlık mücadelesini Fransız ihtilali akabinde loncalar kapandıktan sonra da devam ettirmiş; bu kez devlete karşı, hukuku savunacak bir kurum haline dönüşmüştür. Baroların majestelerinin barosu olmaktan, demokratik hukuk devleti içinde sadece hukukla bağlı olan demokratik hukuk devleti aktörü haline gelmesi kolay olmamıştı. Baroların bağımsızlığı ve bunun ayrılmaz parçası olan ifade özgürlüğünün ciddi tarihî kökeni, demokratik hukuk devleti içindeki fonksiyonları bilinmeden İstanbul Barosu davasının önemi ve ciddiyeti anlaşılamaz. Bir baronun yargılanması neredeyse parlamentonun yargılanmasıyla yakın anlamlar taşır. Tarihî çağrışımlara yol açar.

Batıda sekiz asır süren bu baro bağımsızlık mücadelesi bizde 1876-1969 döneminde sıkıştırılmış bir zaman diliminde cereyan etmiştir. 2001 yılı değişiklikleriyle de baroların ülkemizdeki modernleşme-bağımsızlığa kavuşma süreci yasal düzlemde tamamlanmıştı. Barolar artık demokratik hukuk toplumlarının en önemli hukuk aktörleri arasına girmişti.

Baroların tarihin içinden gelen bağımsızlığı, hukuku savunma konumu onun ifade özgürlüğünün de temeli olmuştur. 

Kaynağını Anayasa’nın 135. maddesinden alan baroların asli iki görevi vardır:

Saf Mesleki Görevler: Meslek örgütü olarak meslekle ilgili stajdan, mesleğe kabulden, meslekten çıkartılmaya, disiplin kontrolüne, mesleğin gelişmesini sağlamaya kadar bütün mesleki konularla görevlendirilmiştir. (Av. K. 76) Hukuk Kurumu Vasfından Doğan Görevleri: Barolar bir hukuk kurumu olarak İnsan Hakları’nı, Hukukun Üstünlüğünü Korumak ve Savunmak, bu kavramlara işlerlik kazandırmak, Demokratik İlkelere Uygun Davranmakla yükümlüdür (An.135, Av.K.76, 95)

Baroların dava konusu ikinci asli görevi üç boyut içermektedir. Kanun, barolara insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü sadece savunma gibi pasif bir görev, konum vermekle yetinmemiş, onu koruma hatta ona işlerlik kazandırma gibi aktif görevler de vermiştir. Bu hüküm baroları insan haklarının, hukukun üstünlüğünün ihlal edildiği her toplumsal alanda yer alma, orada baro sıfatıyla hukuku, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü savunarak aktif rol oynamakla görevlendirmiştir. Ancak bununla da yetinmemiş, insan hakları ve hukukun üstünlüğü kavramlarına “işlerlik” kazandırma görevi vermiştir. Bu da baroların bağımsız olarak insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda en geniş anlamda mücadele etme görevi üstlenmesi anlamına gelmektedir. Özetle hukukçular, onların meslek kurumları hukuku koruyarak demokratik devletini korur.[1]

Baronun dava konusu X hesabından yaptığı açıklama, kanundan aldığı yetkiye dayanarak sadece hukuka uyma çağrısıdır.

Duruşma

Yaklaşık 8 saat süren ikinci duruşmada olanları özetlemek gerekirse; savunma tarafında yer alan avukatlarca davada usulü eksilikler ağırlıklı olarak anlatıldı. Birkaçına değinmekle yetineyim. Ülkemizin yetiştirdiği değerli anayasa hukukçularından Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, davanın dayandığı hükmün Anayasa’ya aykırı olduğunu belirterek iki duruşmada da anayasaya aykırılık def’inde bulundu. Normal koşullarda bir anayasa hukukçusunun anayasaya aykırılık iddiası ciddi bulunur ve dosya Anayasa Mahkemesi’ne gönderilirdi. Mahkeme bu talebi reddetti. Üstelik her kararın gerekçeli olması gerekirken ret kararında hiçbir gerekçeye dayanmadı.

İkinci usulü konu, baro başkanı ve yöneticilerinin yapılan açıklamadan dolayı ayrıca yürütülen ceza kovuşturmasının henüz neticelenmemesi, yani baro yöneticilerinin suçlarının henüz kesinlik kazanmaması nedeniyle, bir diğer deyişle masumiyet karinesi nedeniyle mahkemenin baroyu görevden alma kararı veremeyeceği, ceza kovuşturmasının bekletici mesele yapılmasıydı ki, bu talep de reddedildi.

Bu nedenle, davada iki masumiyet karinesi ihlal edilmiş oldu. Bir, öldürülen gazetecilerin masumiyet karinesi. Diğeri bir suç işledikleri yönünde kesin hüküm bulunmayan baro başkanı ve yönetim kurulu üyelerinin masumiyet karinesi… Baro hakkında açılan cezai kovuşturma ve görevden alma davası sürecinde bunlardan başka teknik hukuk kapsamında öylesine usulü hatalar vardı ki duruşmada hepsi üzerinde tek tek durulsa da dikkate alınmadı.

En sonunda baro başkanı ve yönetim kurulu üyelerinin avukatları reddi hakim talebinde bulundular. Mahkeme bunu da reddetti. Oysa kendisine güvenilmediğini anlayan, duyan bir hâkim karar vermek zorunda değildir ve teamülen dosyadan çekilmesi gerekirdi. Taraflardan biri tarafından reddedilen bir hâkimin, kendi tarafsızlığından şüphe edildiği açıklanmışken o ihtilaf hakkında karar verme çabasını da anlamak mümkün olmamıştır.  Hâkimin, tüm talepleri sırayla reddederken veya reddi hakim anında hep acele etme hali gözlemlenmişti.  

Üstelik nihai kararını vekillerin yüzlerine karşı okunmamasına rağmen, vekillerin yüzlerine karşı okunduğu cümlesi yer aldı kararda. Özetle hukuk fakültesinde ceza usulü-huluk usulü dersinde bir öğrenci böyle bir karar yazsa, o öğrencinin sınıftan geçemeyeceğini ifade etmekle yetinelim. Kararın elbette öncelikle usul nedeniyle ve maddi suç unsuru yokluğundan istinaf sürecinde bozulacağını, ortadan kaldırılacağını umalım…

Karara Konu Olan Baro Açıklaması

Yukarıda belirttiğimiz gibi Baro’nun X hesabından yaptığı açıklamada; “iki gazeteci vatandaşımızın Suriye’de öldürülmesi nedeniyle, Suriye’de bulunan tüm güçlere (hiçbir özne belirtmeden) insancıl hukuka uyulması çağrısı yer almaktaydı.”

Bir baronun, insancıl hukuka, hukuka uyulmasını talep etmesinden doğal ne olabilir? Aslında hukuk idari ve adli otoritelerin bir talep olmadan bağlı oldukları, zaten uymakla yükümlü oldukları kurallar değil midir? Bir anlamda “insancıl hukuka uyulsun” demek sadece bir hatırlatma değil midir? Üstelik Suriye’de...

Bilindiği üzere savaşlarda uygulanacak hukuk “insancıl hukuk” veya zaman zaman “silahlı çatışmalar hukuku” olarak tanımlanıyor. II. Dünya Savaşı’ndan sonra akdedilen Uluslararası Cenevre Sözleşmeleri’yle imzalanan ve kendisinden önceki 19. yüzyıl metinlerinin yerini alan, süreç içinde birçok ek protokol, uluslararası belge ile zenginleşen; savaşlarda dikkat edilecek kuralları toplayan hukuka, insan hakları hukuku terimiyle karışmaması için “insancıl hukuk” deniliyor. Temel ilkelere göre, ordular düşman muharip ve sivil ayrımı yapmak, sivil zayiatı önlemek için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdürler. Savaşlarda “Gereksiz acının önlenmesi” ilkesi uygulanmalıdır. Düşman üzerinde lüzumsuz hasara neden olan silahlar kullanılmamalıdır.[2] İnsancıl hukuk savaş ve çatışma alanlarında uygulanacak “asgari insan hakları” hukukudur.

Ne demiş Baro açıklamasında: Suriye’de iki vatandaşımız gazetecinin öldürüldüğü yerde insancıl hukuk uygulansın, gazeteciler öldürülmesin demiş… Gazetecilerin terörist olduğuna ilişkin bir kesin hüküm yok. Ayrıca haklarında bir hüküm olsa bile devletin görevi vatandaşını suçlu bile olsa korumak, varsa sadece cezasını çekmesini sağlamak değil midir?

Avrupa Konseyi Avukatlık Mesleğinin Korunması Sözleşmesi

Tam da bu dava devam ederken, 12 Mart 2025 günü Avrupa Konseyi Avukatlık Mesleğinin Korunması Sözleşmesi’ni kabul etti. Mayıs ayına kadar sözleşmenin üye devletlerin imzasına açılması bekleniyor. Sözleşme İstanbul Barosu yönetim organlarına karşı açılan dava gibi müdahaleler de dahil olmak üzere; idari veya adli otoritelerden avukatlara ve barolara gelecek baskıyı yasaklamanın yanında üye devletlere bu tür baskıları engelleyecek koruyucu mekanizmaları kurma, hatta müeyyidelendirme yükümlülüğü getirmektedir. Sözleşmenin sadece iki hükmünü belirtmekle yetinelim.

Baroların İfade Özgürlüğü

Sözleşmenin hem Açıklama Raporu (Gerekçe) hem de 7. maddesinde baroların ifade özgürlüğü çok net olarak ifade edilmiştir: “53. Madde 7, Sözleşme Taraflarının, avukatların ve meslek örgütlerinin yalnızca hukuk mesleğinin icrasına ilişkin konularda değil, aynı zamanda insan haklarının korunması ve geliştirilmesi ve reform ihtiyacı ile ilgili hususlar da dahil olmak üzere hukuk ve hukukun genel olarak uygulanmasına ilişkin konularda da görüşlerini ifade edebilmelerini sağlamalarını öngörmektedir. Bu bağlamda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. ve 11. maddeleri gibi hükümlerde yer alan ifade özgürlüğü ve barışçıl toplanma özgürlüğü haklarının güvence altına alınmasını güçlendirmektedir.”

Buna göre üye devletler baroların ifade özgürlüğünü kullanmalarını, bırakalım soruşturmayı, dava açmayı; onu “korumakla” yükümlü olacaklardır.

Baro Seçimlerine Müdahale Edilme Yasağı

Ama Sözleşme’de davayla ilgili daha da önemli bir madde var ki, bu maddeye göre baro yöneticilerinin yargılandığı gibi bir davanın açılamayacağını hüküm altına alıyor: “Bölüm II – Maddi hükümler, Madde 4 – Meslek birlikleri, 1. Taraflar, ulusal yasal ve düzenleyici çerçevenin, meslek birliklerinin bağımsız, kendi kendini yöneten organlar olmasını garanti etmesini sağlamalıdır. Yürütme organlarının herhangi bir seçimi, yürürlükteki kurallara uygun olarak ve dış müdahale olmaksızın gerçekleştirilecektir.”

Şu halde Sözleşme’ye göre hiçbir adli veya idari kurum baro seçimlerine müdahale edemez, seçişmiş baro organlarının görevden alınmasını talep edemez, baro seçimlerinin yenilenmesi kapsamına girecek hiçbir işlem yapamaz.

Özetle verilen kararın gelişmiş ülkelerin “avukatlık mesleğinin korunmasının anayasası niteliğindeki” Avrupa Konseyi’nin Avukatlık Mesleği’nin Korunması Sözleşmesi’ne de aykırı olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu arada Avrupa Konseyi’nin kurucu devletleri arasında yer aldığımızı da hatırlayalım.

Avrupa’da Bir İlk

Avrupa’da bir baronun ifade açıklaması nedeniyle görevden alınması herhalde hiçbir adli-idari merciin aklına gelmez. Demokratik bir kurumun kapatılması anlamına gelen kararı anlamakta bile zorlanırlar. Ama bunun da ötesi var.

Türkiye’de de ilk defa oluyor bir baronun sesinin kısılması davası. Ama yanlış anlama olmasın. İstanbul Barosu’nun kapısı daha önce 12 Eylül darbe döneminde Sıkıyönetim Komutanı emriyle mühür vurularak kapatılmıştı.[3] Ama o zaman hukuk Askeri Cunta’nın 1 numaralı bildirisiyle askıya alınmıştı, hukuk yoktu. Şimdiki biraz farklı. Bahse konu baro yönetimini görevden alan ve seçimlerin yenilenmesine hükmeden karar bir mahkeme tarafından verilmiştir. Bu niteliği itibariyle ilktir. Üstelik yargılamanın üç kurucu unsurundan ikisi (savcılık ve hâkim) yargılamanın üçüncü kurucu unsuru savunmanın örgütü hakkında karar vermektedir…

Bu anlamda yerel mevzuata, masumiyet karinesine, Avukatlık Mesleğinin Koruması Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ne aykırı olarak üstelik dünyanın en büyük barolarından birine karşı verilen kararı hukukumuzun yüz akı bir karar olarak nitelemek mümkün değildir. Yurtdışında hangi üniversiteye gitse hoca olarak hemen yer açılacak bir anayasa hukuku profesörü baro başkanının ve onun yönetim kurulunun görevden alınmasına ilişkin 21 Mart 2025 tarihi mahkeme kararı, Türkiye Barolar Birliği başkanımızın dediği gibi Türk hukuk ve baro tarihi açısından tüm hukuk birikimini, kazanımlarını ortadan kaldıran bir üzüntü vesikasıdır.


[1] Haluk İnanıcı tarafından hazırlanıp 21.3.2025 tarihli duruşmada mahkemeye sunulan hukuki görüşten.

[2] Françoise Bouchet-Saulnier, “İnsancıl Hukuk Sözlüğü”,  Uluslararası İnsancıl Hukuk, s. 398; Paul Scharre, İnsansız Ordular, s. 330, Kronik Yayınları, 2021.

[3] Dönemin Baro Sekreteri Av. Ozan Bengisu tarafından sökülen bu mühür bugün baronun girişinde bir çerçeve içinde yer alıyor.