Avukatlar birkaç aydır mutlaka bir şekilde gündemde. Temmuz ayı, çoklu baro protesto ve tartışmalarıyla geçti. Sonra ölüm orucundaki avukatlar Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal için tahliye talepleri ve Yargıtay’ın ret kararları gündem oldu. Ağustos sonunda Av. Ebru Timtik vefat etti. Bu vefat üzerine aslında çok başka şeyleri, örneğin adil yargılanma hakkını tartışmamız gerekirken İstanbul Barosu yönetimi kalktı, sanki avukatların meslek örgütü değilmiş de avukatların başlarına İçişleri Bakanı tarafından atanan bir sınıf başkanıymış gibi, Ebru Timtik anmasında Ebru Timtik pankartının asılmasını eleştirdi.
Bütün bunlar olurken, baroların ekim ayında yapacakları seçimli olağan genel kurulları da günbegün yaklaşıyordu. Fakat iktidarın büyük bir özgüvenle geçirdiği çoklu barolara imkân veren kanununu uygulanır kılacak olan diğer barolar bir türlü kurulamadı. Makbul, yancı, sarı ve sair baroların kurulması için gereken iki bin imza, 50 bin üyeli İstanbul Barosu’nda bile neredeyse ekim ayına kadar toplanamadı.
Yargı sistemlerindeki cübbelerin, perukların, tek örgütlülüğün… birer anlamı vardır. Bunlar kişilerin “taraflarının” öne çıkmamasını sağlayan, yargının belirli grupların eline kalmaması için alınmış önlemlerdir. Bir avukatın sadece İstanbul Barosu üyesi olmasına bakarak hakkında hiçbir fikir edinemeyiz ve bu onun müvekkili için de geçerlidir. Bundan sonra ise, hükmü verecek olan hâkim, dosyadaki avukatın hangi baroya kayıtlı olduğu üzerinden hem avukat hem de vekil olarak onu seçmiş olan vatandaş hakkında istediği kanaati edinebilir ve kararını da ona göre verebilir. Çoklu baro yalnızca, kendisinden olmayanı yok etmek için uygun bir yoldur.
Seçimler iyice yaklaştığında çok kısa bir sürede pek çok şey üst üste geldi: Önce imzalar tamamlandı ve İstanbul’da ikinci baro kuruldu –hemen sonra Anayasa Mahkemesi çoklu baro düzenlemesinin iptali talebini reddetti.[1] Ardından, hazır pandemi gibi aramakla bulunmaz bir “gerekçe” de mevcutken, baroların ekim ayında yapacakları olağan genel kurulları aniden ertelendi. Baroların kendi kararlarıyla olmadı bu erteleme, kanunla da olmadı, Hıfzıssıhha Kurulu’nun idari kararıyla oldu.
Bu karar 76 baronun ortak imzasıyla derhal kınandı.[2] Fakat Türkiye’de “Bu kararı tanımıyoruz” diyerek hep beraber, genel kurul çoğunluğunu sağlayacak ölçüde sandığa gidecek bir avukat örgütlenmesini bulmak imkânsız. İstanbul’da bu yönde bir açıklama yapıldı yapılmasına ama hem bu açıklama tabii ki baro yönetiminden gelmedi, hem de meslekî örgütlenmelerin ülkede bir şeyleri değiştirme imkânları kaybolalı çok oldu.
Bu imkân yolun neresinde, tam olarak ne zaman kayboldu?
Çok-katmanlı olan ve özünde sosyolojik bir probleme işaret eden bu sorunun belirli bir cevabını bulamayız. Türkiye’de sivil toplum algısının zaten güçlü olmadığını söylemek kolay ama sivil toplum örgütü görünümündeki mikro-iktidar yapılanmaları ifşa dahi olmuyor ki bunun üzerine derli toplu düşünebilelim.
Av. Ebru Timtik’in ölümü meslekî örgütlenmenin, meslek örgütlerinin kendisi tarafından baltalanması hakkında acı bir örneğe de vesile oldu. Bu örnekteki aktör olan İstanbul Barosu yönetimi, her fırsatta “dünyanın en büyük barosu olmakla” övünmeyi çok sevse de, özünde sivil toplum konusundaki geri kalmışlığımızın hem sebeplerinden hem de sonuçlarından biridir.
İstanbul Barosu yönetimi, Av. Ebru Timtik pankartı sebebiyle ifadeye çağrıldı. Bunun üzerine başkan Av. Mehmet Durakoğlu, Cumhuriyet gazetesine “Politik bir durum söz konusu. Ortada bir suç yok, uydurma bir durum var,” açıklamasını yaptı.[3]
Durum muhakkak politikti fakat Mehmet Durakoğlu’nun –ve onun şahsında, İstanbul Barosu’nu uzun yıllardır yöneten zihniyetin– konuya buradan girecek kredisi var mıydı?
Hukuk sistemi, politikaya göre oluşan fakat oluştuktan sonra ondan bağımsız var olan (veya “olması gereken”) bir kurumdur. Eğer kurulu bir hukuk sistemini kişisel politikanız doğrultusunda uygulamaya kalkarsanız, yargının siyasallaşmasından şikâyet etme hakkınızı yitirmiş; yargıyı siyasal hale bizzat getirmiş olursunuz.
İstanbul Barosu’nun politik bir durum tespitini de bu gözle değerlendirmek gerekir.
İstanbul Barosu yönetimleri, üyelerine bayramlarda SMS göndermekte ve uygun gördükleri konularda web sitesinden basın açıklaması yayımlamakta pek mahirdir. Bunları asla ihmal etmezler. Uygunluk listesinde de Cumhuriyet’imize, Ulu Önder’imize, üniter yapımıza… yönelik tehditler ve bir ölçüde de kadın hakları bulunur. “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” mesela. Başak Demirtaş’a yönelik nefret söylemi İstanbul Barosu tarafından asla kabul edilemez. Aslında kadın haklarıyla ilgili bir örnek değil ama, kadına yönelik pozitif ayrımcılıktan mıdır bilinmez, Canan Kaftancıoğlu’nun bir avukatın mesleğini yaparken “görevinin kutsallığına uygun davranmadığına” ilişkin düşüncesi, o avukatın soruşturulmasına tek başına yeterli olur.[4]
Türkiye’de başta Çağdaş Hukukçular Derneği ve Halkın Hukuk Bürosu üyeleri olmak üzere, siyasi davalarda aktif çalışan ve iktidarın yargı üzerindeki etkisini doğrudan yaşayan ciddi bir avukat nüfusu var. Bir genç avukatlar, bir de politik meslektaşlarımız ise Baro için asla ciddi bir gündem olmaz –gençler seçim zamanları bir iki haftalığına hatırlanır gerçi…
Kimi zaman da, politik meslektaşlarımızdan biri öyle bir gündem olur ki, “koskoca İstanbul Barosu” bile dostlara alışverişte görünmek zorunda kalır. İşte Ebru Timtik, İstanbul Barosu’nu ilgili görünmeye zorlayanlardan biridir.
Ebru Timtik ve onunla birlikte soruşturulan veya yargılanan hiçbir avukat, İstanbul Barosu için gerçek bir gündem olmadı. Avukatların meslekî faaliyetleri sebebiyle yargılanıyor olması, adil yargılanma taleplerinin bu kez avukatlardan gelmesi, bu avukatların açlık grevine başlaması, grevin 5 Nisan Avukatlar Günü’nde ölüm orucuna çevrilmesi ve bu meyanda hiçbir şey, İstanbul Barosu yönetimi harekete sürüklemedi. Bu hareketsizlik yeni değil, yıllarca sürdü. Nitekim ÇHD ve HHB siyasetin ilk kez hedefi olmadı, hep hedefteydi. Avukatların ofisleri ilk kez basılmadı, dosyalarına el konulup meslekî faaliyetleri ilk kez sorgulanmadı ama baro için pek üzerinde durulacak bir şey değildi bu.
En nihayetinde Ebru Timtik öldü. İstanbul Barosu bunun üzerine “Adil yargılanma hakkı talep eden bir avukat bugün, bu uğurda öldü. Günlerce yaptığı mücadelenin yetkililer tarafından görmezden gelinmesi, bu ülkenin yargı tarihine bir ‘utanç’ olarak yazılacaktır,” deme lütfunda bulundu.[5] Bu açıklamada görmezden gelenin “yetkililer” olduğu acaba kasten mi yazıldı oraya, “biz yetkili değiliz, bizi ilgilendiren bir şey yok” demek miydi o? Ebru Timtik’in “günlerce” değil aylarca, yıllarca, meslek hayatı boyunca verdiği mücadeleyi görmezden gelenler yalnızca “yetkililer” miydi? Bir meslek örgütü yok muydu bu avukatın?
Cevabı biliyoruz: Yasal olarak vardı. Fakat fiilen yoktu. Hiç olmadı.
Meslek örgütünün fiili yokluğu, Baro binasının önündeki törenden sonra iyice ortaya çıktı. Avukatların meslek örgütü binasının önünde, mesleği sebebiyle yargılanan ve adil yargılanma talebiyle ölen bir avukatın pankartının asılması yalnızca iki tarafı rahatsız etti: Muktedir tarafını ve İstanbul Barosu yönetimini. İçişleri bakanının pankarta olan tepkisi üzerine Baro’dan yapılan açıklama, altında imzası olan herkesin başını önüne eğdirmelidir:
1. Dün İstanbul Barosu önünde yapılan anma sırasında, Av. Ebru Timtik’in posteri Baro tarafından asılmamıştır. Poster “baro görevlilerine rağmen” Müdür Yardımcısının odasına girilerek asılmıştır.
2. Bu poster, İçişleri Bakanının beyanının aksine, güvenlik güçleri tarafından değil, bizzat Baro görevlilerince indirilmiştir. Bunun tanığı da, güvenlik güçleridir.
3. İstanbul Barosu, bu noktadaki tavrının işareti olarak binaya Türk Bayrağı çekmiştir.[6]
Ebru Timtik pankartı hiç açılmamış olabilirdi. “Baro görevlilerine rağmen” açılmış da olabilirdi. Başkan, kişisel olarak Ebru Timtik’le aynı safta bulunmayabilirdi –bulunmuyordu da zaten.
Fakat konu bunların hiçbiri değildi. Konu, talep ve savunmalar alınmadan, sanıkların ve avukatlarının dahi bulunmadığı bir duruşmada, sadece ve üstelik paranoid şizofreni tanısı bulunan gizli tanık beyanlarıyla, hakkında örgüt üyeliği hükmü verilenlerin bu kez avukat olmasıydı.
İstanbul Barosu ise, içişleri bakanının pankarta olan tepkisi üzerine, meslektaşını sahiplenmek yerine böyle bir cevap vererek kendisinden bekleneni yerine getirmiştir. Şu ayrımı yapmak gerekir ki, iktidar bu ilkesiz tutumu bir “olması gereken” olarak bekliyorken, baro yönetiminin sicilini bilen bizler “Geri adım an meselesi…” diyerek beklemiştik.
Meslektaşıyla dayanışmak için onun politik duruşunu bir kriter olarak belirleyen baro, içişleri bakanının sözünü “politik olmakla” eleştirebilir mi?
Hukuk her gün yeniden katledilirken, polis tarafından yerlerde sürüklenen meslektaşları hakkında bile “lütfen” yapılmış basın açıklamalarıyla yetinen, o basın açıklamaları dışında bir eylemliliği de bulunmayan, direnişi meydanlara indirdiğini tek bir defa gördüğümüz bir İstanbul Barosu iktidarından bahsediyoruz.
O tek bir defa da, çoklu baro sebebiyledir.
Barolardaki temsiliyet elbette iyileştirilmeliydi. Fakat çoklu baro düzenlemesinin akla, mantığa, evrensel hukuka… aykırı olmadığı bir nokta yok. İstanbul Barosu başta olmak üzere aynı pasiflikteki diğer baro yönetimlerinin ise, sıra buna gelene kadar “basın açıklamasına” devam edip, meydana ancak çoklu baro sebebiyle inmiş olmalarında samimiyet göremiyorum.
Hepsi için konuşmak yersiz olur fakat genel olarak, başkanları çocuk parklarında sabahlatan endişenin temelinde ne vardı? “Ellerindeki küçük iktidar alanlarını paylaşma korkusu” demeyi yakıştıramıyorum. Fakat hukukla ilgili esaslı bir endişelerinin bulunduğu fikri de pek inandırıcı gelmiyor.
Ertelenmiş de olsa, seçim dönemine bir kez gitmiş bulunduk. Seçmen sayısı her sene bir öncekinden daha fazla artıyor. Başkanların arada bir basına şikâyet ettikleri üzere, çok fazla hukuk fakültesi ve sayısız avukat var. Diğer yandan, gençlerin işgücünün değersizleşmesinin belli bir grubun işine geldiğini de görmezden gelemeyiz.
Bu genç avukatlar Kabotaj Bayramı’nda SMS almaktan çok daha fazlasını bekliyor ve buna hakları var. Kanunların düzgün uygulanması için uğraşırken sigortasız çalışmak, üstlendikleri dosya yüzünden tutuklanmak, cumhurbaşkanının korumalarından yumruk yemek istemiyorlar.[7] Bütün bunlar olurken “basın açıklaması” yapan baro başkanının bir kere lütfedip de parkta sabahlamasının bir anlamı yok onlar için, ertesi gün icra dairesinde iş yapmaya çalışacak olan başkan değil çünkü, bunu biliyorlar.
Gençlerin mesleğe böyle bir ruh haliyle başlamasında, yıllanmışların umutlarını kaybetmiş olmasında ve baroların meslekî bir örgütlenme olmaktan çıkıp “aidat bürosu” haline gelmesinde, yönetimlerin kabahatini sorgulamak zorundayız.
Avukat nüfusu artmaya devam ediyor. Yeni gelenler, meslektaşları açlık grevindeyken tost yapma videosu paylaşan bir birlik başkanları olduğunun da, o başkanı oraya mevcut baroların getirdiğinin de farkında. Dilerim, önümüzdeki seçimler gençlerin ve yönetimlerden hakkı olan desteği görmemiş bütün meslektaşlarımızın setleri yıktığı bir çağın başlangıcı olur.
[1] Aslında bundan hemen önce Süleyman Soylu Anayasa Mahkemesi’ni hak ve özgürlükler konusunda eleştirmişti. Çoklu baro kararı bu eleştiriden hemen sonra gelmiştir.
[2] “Basına ve Kamuoyuna”, https://www.istanbulbarosu.org.tr/HaberDetay.aspx?ID=15978&Desc=Bas%C4%B1na-ve-Kamuoyuna. Erişim tarihi: 6 Ekim 2020.
[3] “Baroya pankart soruşturması”, https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/baroya-pankart-sorusturmasi-1767364. Erişim tarihi: 24 Eylül 2020.
[4] Şikâyet dilekçesinin ve şikâyete konu dilekçenin paylaşıldığı tweet serisi için: https://twitter.com/sezgintunc/status/1275803296452825089. Erişim tarihi: 29 Eylül 2020.
[5] “Ebru Timtik Ölmedi”, https://www.istanbulbarosu.org.tr/HaberDetay.aspx?ID=15928. Erişim tarihi: 29 Eylül 2020.
[6] “İstanbul Barosu, İçişleri Bakanı, Ölüm Orucu, Poster ve Algı Operasyonu”, https://www.istanbulbarosu.org.tr/HaberDetay.aspx?ID=15930&Desc=%C4%B0stanbul-Barosu,-%C4%B0%C3%A7i%C5%9Fleri-Bakan%C4%B1,-%C3%96l%C3%BCm-Orucu,-Poster-ve-Alg%C4%B1-Operasyonu. Erişim tarihi: 28 Eylül 2020.
[7] “Darp edilen avukatın dosyası kapatıldı”, https://www.birgun.net/haber/darp-edilen-avukatin-dosyasi-kapatildi-305887. Erişim tarihi: 29 Eylül 2020.