Hem kuramsal hem de siyasi açıdan uzun süredir aklımı kurcalayan bir mesele aslında bu. Çelişkinin nesi yanlış?
Bilmem kaç bin yıllık Aristo ve Boole/Frege mantığını hayatın tek doğrusu olarak görmüyorsanız, eh, biraz da hayat deneyiminiz varsa hayatın çelişkilerle dolu olduğu açıktır. Kuşkusuz bu çelişkilerin bazısı kötü niyetlidir ve zararlıdır; yalanlar, hileler gibi. Ama bazıları, en azından benim bu yazıda üzerinde düşünmek istediklerim, iyi niyetlidir. Beceriksizlik, zayıflık, tembellik ya da aksine, hemfikir olmamak, baskı, zorunluluk ve gani gani epistemolojik nedenlerle insanlar çelişkili düşüncelere sahiplerdir ve çelişkili eylemler yapar dururlar. Bunların bazıları belki zararlıdır, ama bazıları da zararlı değildir.
Bu yazıda, zararsız çelişkilerle zararlıları ivedice ayıracak, zararsız gördüğüm kimi siyasi çelişkilere engin bir hoşgörü ve kabulle yaklaşacağım. Kendimce hümanizmin bir göstergesi olan bu hoşgörünün, siyasette unutulmamasını dileyeceğim - hele hele bu siyaset, bırakın yüzde birin, binde birin siyasetiyse.
Bu yazının motivasyonu, geçen günlerde Birikim Güncel’de yayınlanan Kenan Erçel’in net ve öz yazısı [0]. Yetişkin hayatının neredeyse tamamını etyemez, önemli bir kısmını da vegan olarak geçiren biri olarak (bunu vurgulamak zorunda olmam biraz acı verse de), siyaseti çelişkilerden arındırma çabasının, özellikle vegan siyaset zemininde, içime sinmediğini tekrar fark ettim yazıyı okuyunca. Teker teker anlatayım bunun nedenlerini.
Evvela, ‘mantıkçı muhafazakarlık’ diye adlandırdığım çelişkisiz siyaset sevdasının beni rahatsız etmesinin en önemli nedeni, bu anlayışın çizgiyi çektiği noktanın da rastgele ve tesadüfi olmasıdır (link). Lafı güzaf olsun diye söylemiyorum, ancak, veganizmi de çelişkilerden ayıklayacaksak, Ceyanizmin bile yeterli gelmeyeceği, yolda yürüyemeyeceğimiz, plajda koşamayacağımız, trene ve metroya bile binemeyeceğimiz bir dünya hayal etmemiz gerekir. Bu nedenle, ‘gereksiz acı çektirmeme’ şeklinde ciddi bir geri adımla formüle edilen vegan ilke çerçevesinde, veganizmin en önemli tartışması hangi acı formunun gereksiz ve zararlı olduğudur. Örneğin, hayvanları yemek (acısız bir şekilde öldürseniz de, araba çarpıp öldürse de, ’roadkill’ olsa da), hayvanlarda deney yapmak (kozmetik de olsa farmakolojik de olsa) başat gereksiz ve zararlı acı formlarıdır. Ama, kimi vegana göre nefsi müdafaa gibi meseleler tartışmasız kabul edilir (örneğin pirelendiğinizde, barsak kurtlandığınızda, birer asalak olan bu hayvanları öldürmekten çekinmemek gibi). Dolayısıyla çelişkisizlik hedefi de önümüze gene tesadüfi, her ne kadar realiteye ve deneyime dayansa da, rastgele bir sınır çiziyor. O sınırın ötesi yanlış ve çelişkili, berisi ise kabul edilir oluyor.
İkincisi, insan öznesini siyasete ve mücadeleye katabilmek için bir önkoşul koymanın ayrımcı ve özcü bir siyasete yol açacağını düşünüyorum. Askerliğini yapmış vicdani retçiler, işadamı sosyalistler, feminizmin her talebiyle hemfikir olmayan kadın özgürlükçüleri, ‘elinde tavuk dürümle hayvan haklarını savunanlar’ [1] beni artık eskisi kadar rahatsız etmiyor. Bunu öznel yargılara saygı olarak görmeye başlıyorum. Bu nedenle, vegan hareketin özellikle, elinde tavuk dürümle gelenlere dahi (ne kadar zor olduğunun farkında olarak) kucak açması gerektiğini düşünüyorum. Böylece dışlayıcı ve kendini-doğrulayıcı değil, daha kapsayıcı ve uzun vadede çok daha başarılı bir siyaset güdülebileceğini düşünüyorum.
Hemen her hak mücadelesinde olduğu gibi, vegan hareketin de hedefi aslında ‘değiştiremedikleridir’. Dolayısıyla, zaten veganizme meyilli vejetaryenlerden ziyade, örneğin, sürekli hayvansal ürün tüketenleri vegan eylemlere çekebilmek, onları orta ya da uzun vadede dönüştürebilmenin, onların kendi devrimlerini yapabilmelerinin ilk adımıdır. Tersini düşünecek olursak, ileride vegan olması (düşük de olsa) ihtimal dahilinde olan birini, iki saat önce hayvan yedi diye bir eylemden ya da yürüyüşten dışlamak, bence kabul edilir bir tavır değildir. Bu kuşkusuz hayvan yemeyi, vegan düşünce çerçevesinde kabul edilir kılmaz. Dahası, insani bir nezaket bağlamında, veganların eylemine elde et dürümle gelmek kabalıktır, ayıptır, dolayısıyla asgari nezaketin ve saygının tesisi elbette şarttır. Ama etoburların vegan harekete dahil olması siyaseten bir kusur değildir. Belki bir strateji, kapsayıcı ve insancıl bir yöntemdir ki bu da hareketin ihtiyacı olan bir şeydir. Benzer şekilde, 1 Mayıs’a meraklı kalabalık olarak (asgari saygı çerçevesinde) faşistlerin gelmesi nasıl ideal bir durumsa, etoburların da hayvan hakları mücadelesine bir şekilde katkı vermesi şaşılacak bir şey değildir.
İnsanlık hali (human condition), hemen her siyasetin aklında tutması gereken bir kusurdur. Aksi takdirde, asgari ücret ile insanlık dışı koşullarda çalışan proleterin acısına küçük burjuva ukalalığıyla yaklaşmış olur, kendisini sosyal kabulle ve onayla tanımlayan, bireysel iradesi belki zayıf kitleleri de et yediği için tukaka etmiş oluruz. Bununla beraber, yine bu ezici çoğunluğu siyaseten değiştirme çabasındaysak, onları dışlayarak bu işin olmayacağı, hareketin bu dışlayıcılığı sahiplenmesinin daha derin ve onulmaz bir çelişki yaratacağı açıktır: “Seni değiştirmek, dönüştürmek, kişisel devrimine yardımcı olmak istiyoruz, ama yine de bize katılma!”
İki yıl önce bu meseleye dair yazdığımız kitapta dile getirdiğim tavrımdan geri adım attığım düşünülebilir [1]. Hayır, sadece, binde birler mertebesinde bir kitleye dayanan siyasetin, %99.99’u kendine dahil ederek amacına otkökü yöntemlerle ulaşmasının daha stratejik ve akıllıca bir şekilde yeniden ele alınması gerektiğini düşünmeye başlıyorum. Mahalleleri ayırıp gettolaşmaktansa, yarım yamalak da olsa hayvan haklarına dair kelam edenlere hoşgörüyle ve insancıllıkla yaklaşıp, biraz daha fazla yorularak belki, onları da harekete dahil etmek gerektiğini düşünüyorum. Bu taviz midir, bilmiyorum. Ama değişimin belki ilk adımıdır.
Çelişkileri dışlamanın, tutucu Aristo mantığından başlayarak, daha da tutucu Boole ve Frege mantığı yoluyla düşünsel bilimlere intikal etmesinin öyküsü ilginçtir. Bu öykü, kendini kuvvetlendirme adına, tarihini ve mücadelesini tekrar kendisi yazar. Bu tarih de egemenlerin tarihidir, mantıkçı muhafazakarlığın tarihidir. Bu muhafazakarlık, mantığı tek ve biricik görür, mantık kurallarını değişmez ve yanlışlanamaz olarak dogmatik bir şekilde kutsar. Akademik açıdan bakacaksanız meselenin boyutları daha da derinleşir, ama burada girmeyelim [2].
Çelişkiler değişimin ilk koşuludur. Eğer çelişkili özneleri çelişkileri nedeniyle dışlarsak, onların değişmesini de engellemiş oluruz. Bu da hareketin bizzat kendisinin daha da büyük bir çelişkiye düşmesine sebep olur. Bu nedenle illa ki çelişkilerden birini seçeceksek, daha insancıl olanını seçmeye hazırım.
Notlar
0. http://www.birikimdergisi.com/guncel/bir-yaman-celiski-vejetaryen-olmadan-hayvan-haklarini-savunmak
1. Veganizm: Ahlakı, Siyaseti ve Mücadelesi, Zülâl Kalkandelen-Can Başkent, Propaganda Yayınları, Eylül 2013: http://propagandayayinlari.net/vegan.html
2. In Contradiction, Graham Priest, Oxford University Press, 2006.