Benim zihnimde oldukça elverişli açıklamalara dönüşen kavramı Medeniyet Kaybı kavramını anarşist bir uyarlamaya dönüştürürsek İktidar tutkusu bir medeniyet kaybıdır. Bu tutku uygarlık denen tahakküm sistemi insanların başına tebelleş olduğundan beridir de canlar için en büyük tehdide dönüşmüştür. Canlar kavramını kullanırken amacım insan ve doğayı ya da insan ile diğer canlı türlerini bir bütün olarak gördüğümü ifade etmek.
Bu çok kısa teorik çerçeveden sonra esas konumuza gelirsek AKP'nin reformist karakterinin, nasıl bir post kemalizme dönüşerek Milli Şeflik sisteminin restorasyonuna, sürekli istisna hali üreten bir kurucu iktidara dönüştüğü, Kürt sorununda federatif bir çözümü bile masada tutarken bir anda nasıl olup da savaş haline geçiş yaptığımızı izah etmeyi denemeye çalışabilirim.
Ümit Kıvanç bu dönüşümü Kafka'nın Dönüşüm hikâyesinin karakteri Gregor Samsa'ya gönderme yaptığı makalesinde otoriter iklimde şekillenmiş toplumsal ruh haletimizin tedirgin varoluşuna göndermeler yaparak "Şimdi, bir sabah iktidardan düşme kâbuslarından uyanıp kendini JİTEM komutanına dönüşmüş olarak bulan birileri hayalimizin üzerine çökmeye çalışıyor. Nihayet hep birlikte çoğulculuk, özgürlük, demokrasi, barış için çalışabileceğimiz bir hareket yaratabildi bu topraklar; boğmaya uğraştıkları bu." demesine yol açan savaş iklimi nasıl oluştu?
Tayyip Erdoğan'ın bu ülkede nihayet demokratik bir iklimin oluşacağın dair ümit besleyenlere atmış olduğu kazık nedeni ile öfkemizin, otoriteryanizme duymuş olduğumuz zehirli hıncın nesnesi olması bizi meseleyi ona bağlayarak açıklama kolaycılığına yöneltiyor.
Meseleyi bu minval üzerinden ele almanın hatalarını açıklamayı, bu topraklarda neden hayra yorduğumuz demokrasi rüyasının her dem zehirlenebileceğine duyduğum inançsızlığımın izahatını başka bir yazıya bırakacağım.
Öncelikle bugün yaşadığımız istisna halini sadece Tayyip Erdoğan'ın seçimde sıkışan İktidar kuyruğunu kurtarmaya bağlayarak açıklamak bana oldukça basit geliyor. Ben bunun yerine Türkiye'deki sağ partilerin sol partilere oranla en büyük avantajı olan bir ideolojik programatikle hareket etmek yerine, durumsal pragmatizmi yeğlemelerinin Kürt sorununu nihai anlamda barışçıl çözüme yaklaştırması ile bundan vazgeçip savaş haline sokmasının en önemli nedeni olduğu düşüncesindeyim. Çünkü bugün savaş borularını öttüren, MHP ile ruh ikizine dönüşerek Bahçeli'nin hologramı haline dönüşen Tayyip Erdoğan ile Turgut Özal'ın hologramına dönüşen Tayyip Erdoğan aynı kişiydi. Erdoğan'ın zaman zaman bize Necmettin Erbakan'ı da hatırlatan Hologramikliği de AKP'nin Dört Sağ Partinin mirasçısı olmasıyla yakından ilişkili.
Menderes, Özal, Erbakan Tayyip Erdoğan'ı onların bir Avatarı haline getirmekte. Malum Hindu İnancında Avatar Tanrı -Vişnu'nun kendisinde bedenlendiği bir kişidir, bunun nedeni samsara dedikleri tekrar doğuş inancıdır. Bu anlamda AKP Bu üç siyasal liderin (ya da Türkiye Sağının üç önemli damarının) yeniden hayat bulduğu bir partiydi. Reformizmini Özal'dan, Kalkınmacılığını ve hizmetçi devlet anlayışını Menderesten, İttihadı İslam fikri ile İhvan Üzerinden Osmanlı'nın bölge öznesi olarak dirilmesi ideali olarak Ortadoğu Politikasını ise Milli Görüş çizgisinden aldı. Sağ partilere özgü omurgasız pragmatizmi ile de duruma göre bu politikalardan her birini o döneme göre devreye aldı. AKP özünde MHP tarzı Irkçı Milliyetçi bir parti değil, ama Milli Görüşten gelen derin bir milliyetçi çizgi mevcut ve bu çizginin MHP ile buluşmasını sağlayan ise özellikle orta Anadolu , Karadeniz ve batıda yoğunlaşan birbirinden farklı saiklere dayanan PKK-Kürt düşmanlığı. Çözüm sürecine de kerhen destek veren bu üç bölge oldu ve toplamda en az destek bu üç bölgeden geldi (son seçimde AKP en çok oy kaybına da-Kürt bölgelerini saymazsak- başta Orta Anadolu olmak kaydı ile bu üç bölgede uğradı.
Peki ne oldu da AKP liderliği kalıcı barıştan kalıcı olma ihtimalini içinde taşıyan geçici savaş durumuna döndü. Yaygın açıklama seçim taktiği. Ben meselenin bu kadar sığ bir değerlendirme ile açıklanacağını düşünmüyorum. Evet şüphesiz söz konusu barışa mesafeli seçmenden MHP'ye giden oylar ve bu oylar yüzünden AKP'nin tek başına iktidardan olması, AKP'nin batı illerindeki örgütünün ve bu bölgedeki seçmen tabanının MHP ile daha kolay anlaşılacağının düşünülmesi, bu parti ile muhafazakar-sağ değer ortaklığı önemli bir etken. Ama Erdoğan Cumhurbaşkanı olduğundan beridir AKP artık iyice kurucu iktidarlara özgü İstisna halinde yaşamaya başlamanın da etkisi ile post Kemalist bir çizgiye yerleşti. Bu da aslında Türkiye sağının temelde değişmeyen pozisyonu. Çevreden gelen destekle iktidar olmak ve iktidar süreci uzadıkça da devlete yerleşmek. Toplumu da devletle buluşturmak.
Değişimin Konjonktürü
Süreçteki kırılmaya yol açtığını düşündüğüm olaylar olmadıkça AKP'nin Kürt barışından, savaşa dönüşü anlaşılamaz gibi geliyor bana. Arap Baharı ile başlayan bölgesel güç olma hayalinin Mısırda durdurulması, Suriye'de savaşla birlikte Esed'in ömrünün uzaması, AKP'nin batı bloku tarafından dışlanması, AKP nezdinde alarmist bir biçimde okundu. Ve AKP açılmacılıktan güvenlikçiliğe doğru kabuk değişimi yaşadı. Yani Erdoğan İttihadı İslam çizgisi ile birlikte gezi süreci ile de birlikte giderek daha paranoyak bir siyasi ruh haline saplandıkça, kendine model aldığı ve tabanı tarafından da bu role uygun bulunduğu biçimde gerçekten de II. Abdülhamid kişiliğine büründü. Bu da AKP'yi giderek daha otoriter, giderek daha devlet-i ebed müdded, devletin bekâsı eksenine yerleştirip devletçi kıldı. Erdoğan PKK-PYD çizgisini de bu eksende okudu. Buna yol açan konjonktürel değişimlere bakmadıkça da Erdoğan'ın neden daha paranoyak ve daha despot bir yöneticiye dönüştüğünü ve olayları nasıl okuduğunu tam anlayamayız gibi geliyor.
Erdoğan merkezli açıklamalara bakarak kendimle çeliştiğim düşünülebilir. Ancak AKP liderliği olarak Erdoğan'ın partide giderek daha merkezi bir figür olması bu partinin iktidar sürecini de onun olayları okuyuş biçimine göre etkiledi. Mısırda yaşanan darbe ile uluslararası sistemin Arap Baharında doruğa çıkan Arap Dünyası için rol modeli Türkiye yerine, İslamcısız Ortadoğu kararının bunun kendi İktidarına da döneceği yönünde bir okumaya dönüşmesi ile Erdoğan her an bir dış kaynaklı operasyonla iktidarını alaşağı edecek bir Sisi beklentisine girdi. Aynı şekilde Suriye de kendisini gaza getirip Esedle savaşmaya itenlerin el altından Rusya'nın ve İran'ın, Çin'le birlikte Suriye'yi sahiplendiklerini görünce ve Suud İstihbarat şefi Bender bin Sultan eli ile Suriye de ılımlı görülen ÖSO'nun sahadan silinip, savaşın giderek selefi cihadcılar lehine değişmesi batı blokunu Esed olmazsa tufan olur çizgisine yaklaşarak kendisini amiyane tabir ile İyot gibi ortada bıraktıkları sonucunun çıkmasına yol açtı. Böylece Erdoğan kendisine karşı kurulan Uluslararası komplo fikrine daha fazla inandı. Ardından Gladyo-B konumundaki cemaat eli ile iktidardan edileceği tehdidini görünce düne kadar kavga ettiği ve iktidarı için tehdit olarak algıladığı güçlerle ittifaka girip, iki taraf için de ortak tehdit olan Cemaate karşı güç birliğine girdi. Bunun neticesi AKP giderek daha fazla devletçileşerek bir Post-Kemalist restorasyon oldu.
Bu halde iken Erdoğan'ı Barış masasına davet eden neydi. Erdoğan ve AKP liderliği iktidarları için esas büyük tehdidin gezi kalkışmasında olduğu gibi şehirli orta sınıf, radikal sol ittifakı olmadığını düşünmekteydi. Zaten gezi kalkışması tam da derin bir sosyal güce dayanmadığından zorluk çekmeden bastırılabildi. Kürtlerin burada şehirli orta sınıfla ortak hareket etmeyişi de Erdoğan'ı rahatlattı . Onun için asıl büyük risk güçlü bir sosyal taban bulmuş, zaman içinde bölgedeki önemli bir gerilla gücü haline gelen PKK idi. Erdoğan barış süreci ile bu aktörü kendi açısından bir risk faktörü olmaktan çıkarmayı hedefliyordu.
Bu süreçte önemli gelişmeler de yaşandı. Irak Kürdistanın'daki Barzani yönetimi ile derinleşen ilişkiler Erdoğan'ın zihninde Türkiye Kürtlerini Irak Kürdistan'ına bağlayarak bir taşla bir kaç kuş vuracağı düşüncesine itti. Nitekim Erdoğan'ın Kürdistan açılımı, sonrasında Federalizmin ülkenin siyasal tarihinde karşılığı olmayan bir şey olmadığını dillendirmesi, Barzani yönetiminin bağımsızlık ilanı halinde bunun tanınabileceğinin Hüseyin Çelik eli ile önce ilan edilip, sonra tevil edilmesi aslında AKP liderliğinin aklındaki şeyin bu olduğunun kanımca en önemli kanıtları.
Ancak Süreç başladığındaki PKK ile Sürecin ilerleyen safhalarındaki PKK arasındaki güç dengesi farkı, Kuzey Irak oyununun görülerek IŞİD eli bunun boşa çıkarılması, ardından Kobanide yaşanan çatışma Barzani eli ile Kürdistan düşüncesinin olmayacak duaya amin olduğunun anlaşılmasına neden oldu. Dahası Suriye denkleminde Erdoğan için tehdit olarak görülen uluslararası güçlerin PKK'nin Suriye kolu ilan edilen PYD'yi öne çıkarması Erdoğan'ın nezdinde çözüm sürecinin PKK'ye yaracağı kanısının güçlenmesine neden oldu. Kobani sonrası PYD'nin öne çıkması IŞİD karşısında en önemli bir güç haline gelmesi ve PKK'nin PYD üzerinden batı bloku tarafından da kabul gören bir uluslararası aktör oluşu gibi etkenler de Erdoğan'ın çözüm sürecinden yüz geri dönmesinde temel etkenler oldu. Çünkü Erdoğan PKK'nin artık barış yerine Rojova-Türkiye Kürdistanı bileşimine dayanan Kürdistan ekseninde düşündüğü kanısındaydı.Bunlara ek olarak Kobani olayları sürecinde PKK'nin esas olarak şehir savaşına uygun bir askeri taktiksel dönüşüme hazırlık yapan bir lojistik birikim içinde olduğu yönündeki İstihbarat bilgileri de Erdoğan için tehdidi büyümeden durdurmak için Çözüm Sürecini askıya almak ve aktörleri değiştirmek fikrine yöneltti.
Tüm bunlara çözüm süreci boyunca AKP'nin bölgede oylarının düşüp HDP'nin oylarının yükselmesi, Kobaniden bu yana AKP'ye oy veren Kürt seçmenin bölgenin PKK'ye teslim edildiği yönündeki itirazları, Kürt seçmen nezdinde AKP zemin kaybederken MHP'nin güçlenmesi de eklenince AKP savaş sahasına geri döndü. Kısacası Savaş Sahasına dönülme nedenini sadece Erdoğan eli ile AKP'nin MHP'den daha şahinleşerek MHP seçmenini AKP'ye transfer etmek ve bu yolla seçimler sağlama alma ile açıklamak solda uzun süredir yaşanan analitik ve sistem eksenli düşünme alışkanlığının yerini Erdoğan nefreti ile siyaset yapma alışkanlığına bağlamak mümkün bence. Oysaki olaylara solun yapageldiği gibi daha geniş bir kadrajdan bakılırsa olayın bu kadar basit olmayıp konjonktürel ve siyasi dönüşümle ilişkili olduğu daha iyi anlaşılır kanımca.
AKP artık devlet konusunda çevre merkezli düşünen bir parti değil, tersine merkeze yerleşen ve bir merkez aktörü haline gelen parti olarak devlet olgusuna Hegelci bir eksende bakıyor. Kendisini devletin öznesi olarak görüyor ve doğal olarak devletin güvenliğini esas görüyor.
Bu da şu gerçeği ortaya koyuyor: İktidar dönüştürür. Bakunin'in ünlü sözünü hatırlarsak bir devrimci bile iktidar da despot olur. Bu sağ gelenek için hayda hayda geçerli bir durum. Durumu böyle görürsek bir başka yazıda ele alınması gereken İktidar eli ile demokratikleşmenin neden olamayacağını, toplumun demokratik bir zihinsel alışkanlıkla düşünmediği müddetçe özendiğimiz batı demokrasisinin bu topraklarda hayat bulamayacağının nedenlerini düşünmemiz ve toplumun demokratik düşünme alışkanlığına yerli bir perspektif kazandırmanın yollarını aramamız gerekir. Bu da sol ilahiyat meselesini başka eksenlerde düşünüp akıl yürütmeye yöneltir bizi, yani bu arayış doğru bir zemin ama bu arayışı Latin Amerika'daki Kurtuluş Teolojisi’nin monte edilmesi olarak görürsek sol bir kez daha önemli bir fırsatı heba etmiş olur.