Roboskî Sporun şampiyonlar ligi yarı final maçını Enqîre milletvekili TKK’nin siyasi uzantısı olarak bildiğimiz Halkların Demokrasi ve Barış Partisi genel başkan yardımcısı Rohat Zînar ile izledik. Rohat Zînar 1992 yılında yazdığı bir yazıda; “Evet Türkler vardır, ben de Türküm” ifadeleri için; halkı kin ve isyana teşvik, darbeye örgütlü tam teşebbüs, devletin birliğine zarar vermek suçlamalarıyla 12 sene cezaevine mahkum edilmiş, siyasetten men edilmiş, insanlık dışı muamelelere maruz kalmış bir yazar. Roboskî Sporun, kendi sahasında Chelsea’ye 2-1 yenildiği maçın sonrasında Sayın Zînar’ın üzüntüsünü anlatamam. Sigara içmediğini iyi bilirim ama bu mağlubiyet ona sigara içirtmiştir. Sevinçlerimiz ortak olduğu gibi hüzünlerimiz de ortak. Evde Rohat Zînar’ın hüzünlü bakışlarını, ağlamaklı ses tonunu düşünürken telefonuma mail bilgisi geldi. Mail Ênqire’den, Türkçe adıyla Ankara’dandı. Genç okurum Êgît Zeydan’ın mailine, noktasına virgülüne dâhi dokunmadan, köşemde yer veriyorum. Türk kökenli kardeşlerimize olan özür borcumun ilk taksiti niyetine.
…
Bir Enqîre (Ankara) Türk’ü olarak ben, yalnız ve fakir şehrimin, bombalarla bölünen, kurşunlarla yalımlanan gecesinden uyanıp bu yazıyı yazıyorum size. Bu ister bir öykü, ister bir iç dökümü, isterseniz de bir mektup olarak okuyun. Belki gözünüze işler ama gönlünüzde yer edinemez bu yazı ama empati sağlayabilmenizi çok isterdim, hele de biz Türklerin acısını yüreğinizde hissetmenizi, Kurdistan Cumhuriyetinin doksan yıldır bize uyguladığı asimilasyon politikalarını anlamanızı isterdim. Ben yeniden anlatmaya çalışsam da galiba bu pek mümkün değil. Bu gece de yataktan “Artık Yeter!” diyerek uyandım. Ya da devletin resmi diliyle söylemek gerekirse Edî Besê!
Burada internet sıkıntı, elektrik sorun, jiyan yok denecek kadar çalınmış. Şimdi bazınız mazlum Türk halkını kaçak elektrik kullanmakla suçlayacak, Kurdistan devleti size daha ne yapsın, diyerek sosyolojiden uzak sadece nefret söylemleri ve baskıcı sistem kodlarıyla konuşacak. Hatta bizi vandallıkla suçlayacak; ATM’leri, kaldırımları ve camekânları kırmakla suçlayacaksınız. Hele de Ênqire’yi yani anadilim olan Türkçede Ankara dediğimiz, Türk bölgesinin küçük şirin kentini yani Kuzey Batı Kurdistan’ı hiç bilmeyenler, devlet kanallarından öğrenenler, bizleri tam bir vahşi olarak görmekte olanlar, bana hiç inanmayacaktır. Olsun bugünlerimize şükür diyelim, on yıl öncesine kadar “Türk” bile diyemiyorduk. Hatta kuyruklu olduğumuzu düşünenleriniz de vardı. Galiba en azından bu kuyruk meselesini çözüldü ama hâlâ ister Pirsgirêka Turka ister Batı Meselesi ister sadece Bölge problemleri deyin, bu gerçeklikleri görmezden gelemezsiniz. Senelerce eşitlik isteklerimizin ekonomik tabanlı olduğunu düşünüz. Aynı otobüslere biniyorsak eşitiz, dediniz. “İş imkânı verirsek bu üç beş çapulcuyu Hesen ve Ercîyes dağından indiririz,” diyen Serok Sîdar Xerzan’ı unutmadık.
TKK (Türkiye Kurtuluş Kongresi) gerillaları olmazsa Kurdistan Cumhuriyeti bir silindir gibi üzerimizden geçip bizi dümdüz edecekti. Üstelik TeKaKa demiyorum, demeyeceğim, çünkü dilimizde kalın k harfi yok. TeKeKe işte TKK. Ve terorist de değiller, onlar halklarını savunmak için her şeyden feragat ederek dağa çıkmış kahramanlardır. Ne yani hep devlet söylemleriyle mi konuşalım? Biz Türkleri anlamanız için daha ne yapmamız gerekir. Yûzxat, Enqîre, Sîvasmerg zindanlarında katledilen halkımız, cumhuriyetin ilk yıllarında adları değiştirilen köylerimizin, şehirlerimizin boşaltılmasıyla Amed, Batman, Wan gibi metropollere göç etmek zorunda kalan halkımızın çektiği çilelerin sadece bir gününü çekmeyi bağışıklık sisteminiz kaldırmaz, verem olup gidersiniz.
Adım Êgît, Kürtçe. Bir Ênqire Türkünün adının Êgît olması sizce de sorun değil mi! Babam, adımın Alper olmasını istemiş. Kurdistan Cumhuriyetinin faşist nüfus memurları tarafından hakarete uğramış önce. Sonra gözaltına alınıp günlerce Mamaq hapishanesinde işkence görmüş. Ona işkence eden komutanın adını oğluna vermekle cezalandırılmış. Evde bana Alper deseler de kimlikte hâlâ Êgît’im. Kültürümüzün, tarihimizin en önemli merkezlerini ya barajlar altında bıraktılar ya da yıkıp viran eylediler. Sîvasmerg’teki çifte minareleri yıkmalarının üzerinden henüz bir yıl geçmemişken şimdi ise Qayseria kalesini sözde onarım maskesiyle yıktılar. Bölgede Türk mirasını yerle bir etmeye yeminli gibi davranıyorlar. Kürt illeri ne kadar yeşil ve düzenli. Ormanlarını korurlarken bizde üç ağaç bir araya gelse yukardan ateş toplarıyla yakıyorlar. Hoş üç Türk bir araya gelse hemen terör örgütü kurmakla suçlanıyoruz. 20 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan insanlarımız var. Yanlış okumadınız, hükümlü değil tutuklu! Allahım sen Türkleri ve sosyalist dostlarımızı koru!
Kurdistan’ı birlikte kurduk. Colemerg’te Wan’da, Amed’te Fars ve Fransızlara karşı beraber savaştık. Benim de dedelerim Riha’da şehit düştü. Sadece Kürtler mi savaştı sanıyorsunuz. Kurdistan’ı beraber kurduk beraber yaşayabiliriz. Bin yıllık kardeşlik hukukumuzu sürdürmek için barışta ısrarcı olmamız gerekir. Biz sadece barış, aşîtî diyoruz. Kurdistan bayrağı altında yaşamak zoruma gitmiyor. O bayrakta bizim de dedelerimizin kanı var. Yeşil sarı kırmızı renklerde bizim de atalarımızın onuru ve zaferi var. Ama bizim bir de al yıldızlı bayrağımız var. İkisi beraber kardeşçe dalgalanabilir. İşte o zaman ülkemiz Kurdistan kalkınacak hep beraber güçleneceğiz. Bu ülkenin kurucu unsurlarından biri olarak bunu hak ediyoruz.
Amed Spor, Roboskî, Batman Xerzan ve Merdîn Derîk futbol takımlarının dünya başarılarında biz de sokağa dökülüyoruz. Hele de Kürdistan milli takımı Avrupa kupasında şampiyon olunca günlerce sokaklarda kutlama yaptık. Bu anlamsız savaşa daha güçlü şekilde “dur” “bese” diyebilmeliyiz. Aynı şeylerden mutlu olabiliyoruz. Hepimizin kanı kırmızı akıyor, ölünce hepimiz toprağa karışıyoruz.
Kürt halkıyla sorunumuz yok ama Kurdistan Cumhuriyeti bize açıkça faşizm uyguluyor. Öncelikle devlet, dilimiz üzerindeki baskıları ve yasaklamaları kaldırmalıdır. Anadilde Türkçe eğitimin ülkeye böleceği korkuları çok anlamsız. Hindistan’da onlarca resmi dil kullanılıyor. Hem sadece Türkçe değil, Ermenice, Lazca, Çerkesçe, Arapça eğitim veren kurumların da olması gerekir. Haftada bir saatlik seçmeli dersle olacak iş değil. Onu da okul müdürleri engelliyor. Faşizme demokratik eğitimle son verebiliriz. Ben yeşil sarı kırmızı bayrağa karşı değilim ama her sınıfta, her kitapta, her dalda, her dağda bayrak saçmalığına son vermek gerekir. Tamam, kurucu önderimizdir, büyük liderdir, yüce komutandır Pîrêkürt. Ama her yere resmini asarak sevdiremezsiniz. Pîrêkürt’ün Türk halkının haklarını verin mektuplarını bilinçli olarak Kürt halkından saklanıyor. Anılarında, bu ülke Kürtlerin ve Türklerin ortak vatanıdır, dediğini inkâr edemezsiniz.
Türkçe müziği yasaklayarak Kürtçeyi sevdiremezsiniz. Yıllarca Muharrem Ertaş’ı, Çekiç Ali’yi, Âşık Veysel’i yasakladılar. Kasetlerini bahçelerimize gömerdik. Ev baskınlarında bir Türkçe kaset ve kitap için binlerce insanımız katledildi. Neşet Ertaş’ı ülkeden sürdüler. Neden mi! Magazin gazeteciler ödül töreninde, “Türkçe türkü okumak ve klip çekmek istiyorum” dediği için! Yüzlerce Kürtçe şarkı ve klamdan sonra bir Türkçe türkü söyletmediler merhuma. Vatan hasretiyle senesini tamamlamadan sürgünde vefat etti. Türk olan nece söylesin! İngilizce söyleyince sorun yok ama Türkçe ıslığa bile tahammül edilmiyor. Qers’te iki hafta önce sokakta Türkçe konuştuğu için öldürülen Ahmed’i nasıl unutabiliriz. Unutamayız. Katilleri iki saatten sonra salı verildi. Neymiş, ağır tahrik varmış. Türkçe nasıl bir dil ki ıslığı bile faşistleri tahrik ediyor. Kürt kardeşlerimi de Kürdistan Cumhuriyeti hükümetinin bu faşist uygulamaları karşısında, başkaldırıda yanımızda görmek istiyoruz. İnanıyorum devletin adı Kürdistan değil de Türkiye olsaydı bu sefer Kürtlere zulüm edilecekti. Çünkü devlet mantığı aynı.
Bu yazıyı anadilim olan Türkçeyle yazmak istememin bir nedeni de hâlâ bazı yöneticilerin Türkçe ile iki sayfalık yazı bile yazılamaz demelerinden kaynaklanıyor. Bu çok ayıp… Bu ayıba kardeşçe son verebilmeliyiz. Êdî bese!
İşte böyle. Gecenin bir yarısı yatağımdan kalkıp size hâlimizi anlatmaya çalıştım.