Türkiye’de herşeyin çok olağanüstü bir gürültü ile tartışıldığı bir gerçek. Fransa’nın “Ermeni soykırımı yoktur” demeyi suç haline sokma girişimine gösterilen tepki bunun bir örneği. İçerik itibarıyla Abdullah Öcalan’ın İtalya’da kaldığı günlerde gösterilen tepkilere çok benziyor.
Oysa sakin arkamıza yaslanıp düşünmek gerekiyor. Karşı olduğumuz nedir? Ben bunu pek anlamış değilim. Konuya ilişkin, basında çıkan hemen her yazıyı okuduğumu söyleyebilirim. Anladığım şu. Türkiye, tek bir yürek ve tek bir vücut olmuş vaziyette şunu savunmaktadır: Bir tek Ermeni soykırımını inkar etmeyi suç saymayın da onun dışında ne halt yerseniz yeyin. Eğer siz bunu suç sayarsanız biz de sizin yediğiniz haltları suç hanesine sokarız. Deyimimi mazur görün: “siz bir bok yerseniz, biz de aynı boku yeriz” diyoruz.
Bu gürültü arasında en ciddi soruya cevap veren pek yok: Tarihte yaşanmış kitlesel imhaların inkar edilmesine karşı ceza yasaları ile mücade edilmesi doğru mudur? Eğer sakin düşünürsek, Fransa’nın yaptığının kendi geleneği içinde çok mantıki olduğu görülecektir. Çünkü Fransa, Gayssot Yasası olarak bilinen ve 1990 yılında çıkardığı bir yasa ile Holocaust’u inkar etmeyi, “ırkçılık” ve “nefret duygusu yayan konuşma yapmak” çerçevesinde değerledirerek suç saydı. Şimdi Ermeni soykırımını bu yasanın kapsamı içinde değerlendirmek istiyorlar. Ayrıca, Fransa’ya “senin Cezayir’inden ne haber” gibi bir tavır almanın da çok ikna edici tarafı yok, çünkü bu yasayı geçirmeye çalışanların içinde büyük bir kesim, aynı şekilde Cezayir yasası için de uğraşıyorlar.
Üstelik bu yasa bir tek Fransa’da yok, birçok Avrupa ülkesi benzeri yasayı kabul etti. Avusturya, Belçika, İsviçre, Çek Cumhuriyeti, Almanya, Polonya, Romanya, Slovakya, Litvanya benzeri yasaya sahip olan ülkeler arasında. Bu yasalar arasında bazı ufak farklar da var. Bazı ülkelerde doğrudan Holocaust’un olmadığını söylemek suç sayılıyor; bazı ülkelerde ise, “ırkçı nefret” türü konuşma yapmak suç sayılıyor ve Holocaust inkarı bu çerçevede değerlendiriliyor. Sadece İngiltere, ABD ve Kanada’da bu tür yasalar yok.
Türkiye bu konu ile Avrupa Birliği'ne üye olmak kapsamında, yani kendi demokratikleşmesi sürecinde karşılaşıyor. Verdiği ve vereceği tepki de bu açıdan önemli. Yani Türkiye’den ilkesel bir tavır alış beklenir. Gayssot Yasasını merkezine almayan ve bunu sorun haline getirmeyen hiç bir karşı çıkışın ciddi olmayacağını kabul etmemiz gerekiyor. Önümüzdeki alternatifler şunlar ve bizler karşı çıkışımızı hangi alternatifin ekseninde şekillediğimizi belli etmemiz gerekiyor:
Holocaust dahil, tarihte işlenmiş tüm kitselel cinayetlerin varlığı inkar edilebilir. Bu düşünce özgürlüğü kapsamındadır, cezai her önlem yanlıştır,
Sadece üzerinde geniş anlaşma sağlanmış ve uluslararası mahkemelerce onaylanmış soykırımları (Holocaust, Ruanda, Yugoslavya) inkar etmeyi suç saymak, ama ötekilerin inkarının serbest olmasını savunmak doğrudur,
Özel bir kanun çıkarmamak ve ama konuyu “ırkçı nefret” çerçevesinde mevcut olan kanunlar içinde ele almak doğrudur. Burada da tarihteki yaşanmış olay hakkında kanaat belirtmekle, bir etnik-din gurubuna karşı nefret duyguları yaymak ve bunu eyleme dökmek arasında ayırım yapılması gerekir.
Ben kişi olarak üçüncü seçeneğe çok yakın düşünen birisiyim. Yani, Amerika’nın “toptan özgürlük” anlayışı ile Avrupa’daki mevcut uygulamaların dışında bir üçüncü yol aranmasının daha doğru olduğunu düşünüyorum.
Amerikan yaklaşımı ilkesel olarak en doğru yaklaşım olarak kabul edilebilir. Ama Avrupa’daki Holocaust deneyi ve bazı ülkelerde, özellikle Türklere ve Müslümanlara karşı gelişen ırkçı eğilimlerin, Holocaust’u inkar eden Neo-Nazi akımlarca geliştirildiği görülmek zorunda. Bu ırkçı akımların, başta Türkler ve Müslümanlara karşı yönelik ırkçı saldırılarıyla, Holocaust inkarı arasındaki benzerlik tesadüf değildir. Sorun bu ırkçı akımlara karşı alınacak tedbirlerin, Holocaust’un inkar edilmesi gibi “fikir özgürlüğü” alanına girecek bir tavırla nasıl ilintilendirileceğidir.
Konu neresinden bakılırsa bakılsın, Avrupa’nın demokratikleşmesi meselesidir. Bu nedenle konuya Avrupa’nın hangi demokratik temeller üzerinde yükselmesi gerektiği noktasından yaklaşmayan her açılım boş bir kuru gürültüden ibarettir. “Benim soykırımımı suç sayma da onun dışında ne halt edersen et”, diyen bir tutumun karşı çıktığı şeyden farklı olmadığı görülmek zorundadır. Bu nedenle Fransa’ya, “Ermeni Soykırımı Olmamıştır” diye yola çıkacakların, yanlarına “Gayssot Yasası ve Holocaust inkarı” konusunda da kuvvetli argumanları almalarını öneririm. Çünkü sorun, Avrupa’nın kendi tarihiyle yüzleşmesinde hangi esasları temel alacağı ile ve ırkçılık konusu ile doğrudan ilgilidir.