Hatırlar mısınız, biz bir zamanlar Ermeni tehcirinden söz ederdik. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Ermenilerinin başına gelen üzücü olayların bir mukatele sonucu olduğunu ifade ederdik. Mukatele Osmanlıca’da, birbirini öldürme, vuruşma demektir. Unutmuş olanlar için hatırlatalım, tehcir de, zorla göç ettirme anlamına gelir. Tehcir, zorunlu iskândan daha ağır bir idari karardır. Deprem tehlikesi nedeniyle, bir kasabanın zorla boşaltılıp, kasaba halkının daha güvenli bir yerde iskân edilmesine benzemez. Yabancı dile çevirince, kelimenin nasıl ağır bir yük taşıdığı daha iyi anlaşılır. Tehcirin İngilizce ve Fransızcadaki karşılığı olan“deportation”, temerküz kamplarına yollanmayı veya lanetlenip o ülke sınırları dışına çıkarılmayı ya da kuş uçmaz kervan geçmez, yaşaması zor bir diyara sürgün edilmeyi ifade eder. Bir insan veya bir insan topluluğunu etnik, dinî, kültürel veya siyasal kimliği nedeniyle cezalandırmanın adıdır.
Sadece tehcir ve mukateleyi değil, o dönemde yaşananları ifade etmek için“kıtal” kelimesini de geçmişte kullanırdık. Bilmem hatırlıyor musunuz? Mukatele kelimesiyle eş anlamlı olan bu kelime de vuruşma, boğuşma, çarpışma anlamında Osmanlıca’da kullanılırdı. Bir Harbiyeli olan ve Osmanlı ordusunda subaylığın yanında, Harbiye mektebinde tarih öğretmenliği yapmış olan Ahmet Refik’in (Altınay), Ermeni tehcirini ele aldığı, 1919 yılında yayımlanan küçük kitabına verdiği başlık, “İki Komite, İki Kıtâl”dır. Komitelerin biri İttihat ve Terrakki, diğeri ise Taşnak’tır. Ahmet Refik, Taşnak partisinin yaptıklarını “kıtal” olarak tanımlarken, İttihatçıların yaptıkları için de aynı ağır tabiri kullanır.
Gene hatırlayacaksınız, bundan kırk sene öncesine kadar, Ermenilerle geçmişte yaşananlar hakkında, bir vesileyle kendilerine soru sorduğumuz annelerimiz, babalarımız, ninelerimiz, dedelerimiz, “sus evladım, karşılıklı çok büyük acılar çekildi” der ve başlarını çevirir, hüzünle bilinmez bir noktaya bakarlardı. Ermeni çetelerinin yaptıkları vahşetleri de anlatan olurdu. “Bizim buralarda çok Ermeni kesildi” diyen de. Ama bunları, övünçlü bir ses tonuyla değil, kederli ve mahçup bir ifadeyle söylerlerdi.
Bugün ise, Osmanlı Ermenilerinin başına gelen bir soykırım mıydı, yoksa büyük bir katliam mıydı konusunu bile konuşmuyoruz. TTK’nın 1983’de yayımladığı, Kamuran Gürün’ün Ermeni Dosyası başlıklı kitabında dile getirdiği 300.000’den biraz az Osmanlı Ermenisi maktul, TTK’nın şimdiki başkanının çalışmalarında 50.000’e iniyor. Buna karşılık, Ermeni çetelerinin, Rus ordusu ve Fransız ordusu içinde oluşan Ermeni birliklerinin yaptıkları Müslüman katliamının sayısı her yıl artıyor. Artık Türk soykırımından bahseder olduk.
Yapılanın bir soykırım olmadığını ama çok vahim bir katliam, dönemin yöneticilerinin bir kısmının işledikleri ağır bir suç olduğunu geçmişte yarım ağız da olsa kabul ederken, şimdi “biz onları değil, onlar bizi öldürdü” noktasına geldik. Özellikle genç kuşaklar getirildi. Ahmet Refik’in kitabını 1999’da yeniden yayımlayan Bedir Yayınevinin, kitabın arka kapağına koyduğu tanıtım yazısındaki son cümle, oluşan inkarcı dili çok iyi ele veriyor: “Bu eserde Ermeni komitelerinin devlete ve Müslümanlara karşı yaptıkları kötülükler ile İttihat ve Terakki komitesinin bir kısım Ermenilere uyguladığı muamele dile getirilmektedir.”
Dikkat ederseniz, kitapta söz konusu olduğu iddia edilen, Ermenilerin yaptıkları “kötülükler” ve İttihat ve Terakki’nin bir kısım Ermeniye uyguladığı “muamele”dir. Halbuki Ahmet Refik iki kıtalin de bu ülkeye yapılmış en büyük kötülüklerden biri olduğunu kitabında belirtir. Bugün ise, başka bir yerde değil, bu kitabın arka kapağında, Ermenilerin maruz kaldıkları katliamı “muamele” olarak adlandırıp, sıradan bir idari işlem seviyesinde ele alabiliyoruz. Bize karşı yapılanlar kötülük, biz ise muamelede bulunuyoruz. Dil, bilincin aynasıdır. Bilincimizde son dönemde yaşanan bu kırılma son derece endişe verici.
Günümüzde toplumların bilinçaltına inmek daha kolaylaştı. İnternet okyanusuna atılan “haberler”, dosyalar, elektronik posta grupları ve sohbet odalarında konuşulanlar, dilin iyice kemiksizleştiği, görünmez olma kolaylığının sohbet rahatlığını katmerleştirdiği ortamların damgasını taşıyor. İhbarlar, dezenformasyon için hazırlanmış dosyalar, iyi niyetli mesajlar, kamu alanında ifade edilmekten imtina edilen sözler ve görüşler, burada başdöndürücü bir hızla ve çoğalarak dolaşıyor.
Fransız Ulusal Meclisinin Ermeni Soykırımını inkarı cezalandırma yasası Türkiye’de tartışılırken, dahil olduğum haberleşme gruplarından birinde, “Soykırımcı Milletler” başlıklı bir diapozitif dosyası grup üyelerine yollandı. Belli ki bunu bize aktaran arkadaş, dosyanın içeriğini bğenmiş, sahiplenmiş, bunu bizimle paylaşmak istiyor.
Dosya, Kristof Kolomb’un gelmesinin ardından neredeyse yok olan Awaks yerlilerinin 16. yüzyıl başında maruz kaldıkları soykırımla başlıyor. Ardından Norveçlilerin 1920-30’larda Tatar göçerlerini zorla kısırlaştırıp, elektroşoka tabi tutarak işledikleri soykırım geliyor. Bunu, İngilizlerin Avustralya’da Aborijinler’e, Almanların Güney Afrika’da Herero ve Nama’lara, gene Almanların Yahudi ve Çingenelere, Amerika ve İngilizlerin Dresden bombardımanı sırasında Almanlara işledikleri soykırımları belirten kareler izliyor. Daninarkalıların İkinci Dünya Savaşı sonrasında Alman mültecilerine, Kıbrıs’ta Rumların Türklere uyguladığı soykırımlar, Yunanlıların ve Bulgarların Türklere karşı uyguladıkları etnik ve kültürel soykırım, elbette Ermenilerin Türk soykırımı (ilçe ilçe tutulmuş maktul listesiyle) ve Amerikalıların Irak’ta yapmaya devam ettikleri soykırım bilgilerini içeren sayfalarla sona yaklaşılıyor. 20. yüzyılda yapılan 50 farklı etnik ve kültürel soykırımın listesiyle dosya bitiyor.
Bu dosyayı büyük bir iftiharla hazırlayan kişi veya kişilerin, dosyayı beğenip başkalarına yollayanların kendilerine şu küçücük soruyu hiç sormadıklarını insan dehşet içinde görüyor: Kimisi binden az ölü veya kayıpla sınırlı, küçüklü büyüklü bu soykırım listesi içinde, bugünkü Türkiye toprakları üzerinde, Müslüman veya etnik olarak Türk olmayan bazı toplulukların 20. yüzyılda maruz kaldıkları bazı “muameleler”in de hacim ve biçim itibarıyla doğal olarak bu listede yer alması gerekmez mi? Ermenilerin Türk soykırımı yaptıklarını iddia ederken, bu durumda “Türklerin” de, bu kez devlet desteğiyle yaptıklarının haliyle Ermeni Soykırımı olarak tanımlanması gerektiğini düşünmekten aciz bir zihin dünyası, tüm bağnazlığı ve cehaletiyle ortaya saçılıyor. Hepimizi kirletiyor. Bunu gene internetten gelen “Fotoğraflarla Türk Soykırımı” dosyası tamamlıyor.
Bundan sonraki dosya, “Hain Ermeniler layık oldukları cezayı aldılar” başlığı taşıyacak diye birçoğumuz endişe içinde bekliyoruz. Bu kez, evet bu kez inkarcılığın da ötesinde, işlenmiş suçları övme cüreti gösterenlerin bilincimize hakim olduğu bir toplum olma tehlikesi kapıda gözüküyor. Başını kederle öte yana çevirip, “Çok büyük acılar yaşandı evladım” diyen büyüklerimizin de eminim bugün kemikleri sızlıyordur.
Radikal İki, 22.10.2006