Hani Ermeni Soykırımı Tarihçilerin İşiydi?

Tarihbilimci Taner Akçam, yeni kitabı From Empire to Republic: Turkish Nationalism and the Armenian Genocide (İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e: Türk Milliyetçiliği ve Ermeni Soykırımı) münasebetiyle birkaç hafta kadar önce Kanada Radyo Televizyonu’nun (Canadian Broadcating Corporation) saygın radyo programlarından birine davet olunur; yarım saatlik bir söyleşi verir. Gayet seviyeli ve bilgilendirici geçen görüşme sonradan yayınlanmak üzere kaydedilir. Gelin görün ki 6 Şubat, 2005 tarihinde program yayınlandığında yapımcı Michael Enright söz konusu söyleşinin hemen peşisıra Ottawa’daki Türkiye Elçiliği’nin Ermeni meselesine ilişkin dört dakikalık resmi bir bildirisini okur (bkz. aşağı). Bu nahoş sürpriz karşısında rencide olan Akçam da CBC’e bir sitem mektubu döşenir (bkz. aşağı). Görünüşe bakılırsa son zamanlarda “Ermeni soykırımı tarihçilerin işi”dir diye geçinen Türk devlet erkânının meydanı tarihçilere bırakmaya hiç de niyeti yok.

Taner Akçam’ın CBC’ye yazdığı mektup:

CBC’in “Pazar Baskısı” programına misafir olarak katılma davetiniz için bir kez daha teşekkür ederim. Ermeni soykırımı konusundaki bulgularımı, özgür bir basın aracılığıyla Kanadalı dinleyicilerle paylaşmayı kuşkusuz önemli buluyor ve ileride daha fazla katkıda bulunabilmeyi temenni ediyorum.

Ancak, program sunucusu Michael Enright’in, açıklamalarımın hemen ardından Türk Elçiliği’nin uzun bir bildirisini okumuş olduğunu hayretle öğrenmiş bulunuyorum. Bu durum sadece bana yanıt hakkı verilmediği için değil, daha da önemlisi Kanada’nın ulusal radyo yayıncılığının yabancı bir ülkenin resmi görüşüne müracaat etmek –ki bunun bütün söyleşiyi anlamsız kılan ve benim duruşumu çürüten bir etkisi olmuştur– ihtiyacı hissetmesi bakımından çok şaşırtıcıdır. Bence bu bildiri ve bildirinin yayımlanması bir fetva salmayla eşdeğerdir. Malumunuz, İslamiyette fetva Müftü olarak adlandırılan dini görevlilerce tartışmalı konuları çözüme kavuşturmak için açıklanan karardır. Fetva, nasıl davranıp düşünmeleri gerektiği konusunda inananlara yol gösterir ve bir konu hakkında “son söz” olma niteliğindedir. Türk devleti bu İslami geleneği sürdürmekte ve herhangi bir tarihi konuda resmi “son söz”e sahip olması gerektiğini düşünmektedir.

Meşru düşünce özgürlüğü ile bir partinin resmi görüşünü meşrulaştırma arasındaki farkı ayırdedebilecek kadar otoritaryen yönetimlerle haşır neşir olmuşluğum var. Ancak buradaki derdim, vatandaşlarının tarih hakkında nasıl düşünmesi gerektiğini dayatma hakkını kendinde bulan Türk hükümeti’nden ziyade CBC ve onun bir resmi açıklama arama gereksinimidir. Siz beni tarihi bir meselede konuşmak üzre bir akademisyen olarak çağırdınız ve Türk devleti bu konuda benim mukabilim değildir. Zira, eminim ki bu sizin Kanada’daki tarihsel sorunlarınız konusunda izlediğiniz bir ölçüt değildir. Başka bir şekilde söylersek, eğer Amerikan Yerlileri’nin gördükleri tarihsel muamele hususunda görüş belirtmem istenseydi, eminim ki CBC’nin aklından, Amerikan Dışişleri’ne benim duruşum hakkında bir resmi görüş sormak ve bunu benim söyleşimden sonra yayımlamak gibi bir şey geçmeyecekti. Böylesi bir tavır çifte standarta neden olmaktadır; dolayısıyla kendi tarihiniz konusunda yapmayacağınız şeyleri lütfen diğerlerinin tarihi konusunda da yapmayınız.

Şayet genelde düşünce özgürlüğünü ve özellikle de Türkiye’deki düşünce özgürlüğünü desteklemek istiyorsanız, lütfen Türk devletinin resmi “fetva”larını akademik bir tartışmanın olağan bir uzantısıymış gibi yayımlayarak meşrulaştırmayın. Türk toplumunun demokrasi ve insan hakları mücadelesine yardım etmenin en iyi yolu Türk devletine Batı toplumlarında devletlerin, kimi tarihsel olaylara ilişkin çogunlukla resmi görüşleri ya da duruşları olmadığını hatırlatmaktır.

Ayrıca şu anda Türk devletinin Ermeni soykırımı konusundaki resmi duruşunun “bırakın tarihçiler tartışsın, bu devletin işi değil” şeklinde olduğunu öğrenmek de ilginizi çekebilir. Ancak görünen o ki, Türkiye bu duruşa da sadık kalmamakta ve vatandaşlarından biri kendi resmi “fetva”sından farklı düşündüğünde çabucak müdahale etmektedir. Benzer bir biçimde CBC de Türk devletini tartışmanın dışında bırakmak istememiş ve resmi görüşü dillendirme ihtiyacı hissetmiş ya da buna mecbur bırakılmıştır; eğer ikinci durum söz konusuysa CBC bize neyin kendilerini böyle davranmaya mecbur bıraktığı konusunda bir açıklama borçludur.

Tarih hakkındaki görüşlerimi paylaşma firsatı verdiğiniz için bir kez daha teşekkür ederim. CBC’in gelecekte tarihsel konularda tartışma düzenlerken daha duyarlı olacağını umut ediyorum.

İçtenlikle,

Taner Akçam

Minnesota Üniversitesi

Tarih Bölümü


T.C. Kanada Elçiliği’nin konuya ilişkin bildirisi:

Birinci Dünya Savaşı sırasında Anadolu’da vuku bulan olayların soykırım olarak sıfatlandırılıp sıfatlandırılamayacağı kısa bir sürede cevaplandırılamayacak kadar çetrefilli bir soru. Defalarca dile getirilmiş olan yanlış kanaatin aksine, yalnızca Türk hükümeti değil, Türk halkı da Ermeniler’in başına gelenlerin soykırım olmadığına kat’iyetle inanmaktadır. Bu tutumdan maksat ne Ermeniler’in ya da Türkler’in ızdıraplarını azımsamak ne de Anadolu’da çok sayıda yaşamın yitirildiğini inkar etmektir. Bir yaşamın yitirilmesi her zaman acınaklı ve de vahimdir. Ne var ki, bir, kayıpları yadetmek ve ortak tarihimizi öğrenmek var; bir de her iki taraf için de eşit derecede vahim olan hadiseleri siyasi ve maddi çıkar sağlamak için kullanmak.

Osmanlı İmparatorluğu’nun nihai çöküşüne yaklaştığı yıllarda Ermeniler, Doğu Anadolu’da bağımsız bir devlet kurmak maksadıyla Osmanlılar’a karşı silahlı bir mücadeleye girişmiştir.

Ermeni meselesinin açmazı onların, hak iddia ettikleri bölgede yalnızca bir azınlık olmasıydı. Dolayısıyla, bağımsız bir devlet kurabilmeleri ancak bu topraklardaki Türk çoğunluğun etnik olarak “temizlenmesi”yle mümkündü –ki planlanan ve kalkışılan da buydu. (Ermeniler) Türk çıkarlarını zedelemek için ellerinden geleni ardlarına koymayıp bilfiil saldırıya geçmişlerdi. Osmanlı Hükümeti nazarında onlar isyan fiştekleyen teröristlerdi.

Gerek söz konusu ivedi asayiş tehlikesi, gerek Ermenilerin, düşmanı –yani İttifak Kuvvetleri’ni– desteklemesinden kaynaklanan stratejik tehdit karşısında teyakkuza geçmiş olan Osmanlı Hükümeti 1915 Mayıs’ında yalnızca Doğu Anadolu’daki altı bölgedeki Ermeni nüfusunu, işgalci Rus ordularıyla işbirliği yaptıkları savaş mıntıkasından uzağa, İmparatorluk’un başka bölgelerine yerleştirme kararı aldı.

Yola düzülen birçok Ermeni konvoyu hem bölgede kol gezen kanunsuzluk hem de savaş sebebiyle iyice ağırlaşmış olan hırçın doğa koşullarının kurbanı oldu. Nihayetinde, birçok Ermeni ölürken birçokları da başka şehirlere ulaşmayı başarıp günümüzün ‘Diaspora’sını oluşturdular. Fakat şunu da hatırlatmak gerekir ki söz konusu koşullar altında telef olan Müslüman ve Türkler’in sayısı Ermeniler’inkilerden daha az değildir.

Türk halkı, kendisini “soykırımcı” olarak yaftalayan ithamlardan derin bir esef duymakta; bunu, Ermeniler için olduğundan daha da fazlasıyla Türkler için zor geçmiş bir zaman diliminde verdikleri ve esamesi okunmayan milyonlarca ölüye karşı saygısızlık addetmektedir. Meselenin Ermeni Diasporası ve Türk Hükümeti arasında bir mesele olarak sunulması doğru değildir.

Soykırımı soykırım yapan illa kayıpların niceliği ya da zulmün şiddeti değil, ortada bir grubu “imha etme kastı” nın olup olmadığıdır. Tarihsel bakımdan, “bir ırkı imha etme kastı”, anti-Semitizm ve Shoah (Yahudi katliamı) örneklerinde olduğu üzre, ancak ırkçılığın bir neticesi olarak tecelli etmiştir. Türkler hiçbir zaman Ermeniler’e karşı bir ırkçılık beslememişlerdir.

Osmanlı Hükümetinin, tehcir kararından Ermeniler’i ortadan kaldırmak gibi bir maksadı olduğuna dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Aksine, tüm kanıtlar bu tehcirin, hayati tehlike arzetmeden tatbik edilmek istendiğine dalalet etmektedir.

Toprak için verilen bir savaşta, sivillerin öldürülmesi dahi soykırım teşkil etmez. Soykırım kurbanlarının tamamen masum olması gerektir. Diğer bir deyişle, toprak gibi elle tutulur birşey için savaşıyor olmamaları, salt bir gruba aidiyetlerinden dolayı katledilmeleri gerektir.

Türkler ve Ermeniler arasında cereyan etmiş olansa bir toprak mücadelesidir; buna, Yahudi katliamı için icat olunmuş bir kavram olan soykırımı yapıştırmak, kanımızca, Holocaust’un masum kurbanlarına karşı en büyük ayıptır. Yazıktır ki, Diaspora’daki bazı Ermeni grupları, Holocaust’un dehşetini, gerçeklikle uzaktan yakından alakası olmayan kendi ben-merkezci, milliyetçi emelleri uğruna istismar etmek istemektedir.