Cumhuriyet gazetesi, 28 Şubat tarihli başyazısında "ulusalcı cephi"nin unsurlarını aynen şöyle saydı: "Kemalistler, milliyetçiler, Milli Görüşçüler (ya da Radikal İslâmcılar), sağın ve solun laik kesimleri..."
"Cephe"nin sadece "anti-Amerikan" değil "anti-Batı" bir temelde kurulması gerektiğine dair "ayar"lar, öncekilerde olduğu gibi bu başyazıda da vardı.
16 Mart'ta İstanbul'da yapılan bir tören, bu yönde gerçekleştirilmeye çalışılan "balans ayarı"nın uygulamalı bir örneği gibi geldi bize...
Şimdi, baştan beri yaptığımız özetlemeyi biraz açalım...
16 Mart 2005 çarşamba günü Şehzadebaşı'nda sembolik önemi çok büyük, günümüze ilişkin siyasal mesajı apaçık bir tören düzenlendi. Ne var ki Türk basınında bunun farkında olan yalnızca bir gazete vardı: Hürriyet...
Çoğu gazetenin hiç yer vermediği, birkaç gazetenin de yasak savma ("haber atlamayalım!") kabilinden duyurduğu törene Hürriyet (17 mart) manşetini ayırmıştı. Şöyle deniyordu manşette:
"KARAKOL MESAJI... İstanbul'da 47 yıl önce vazgeçilen bir tören dün yeniden yapıldı. İşgalin ilk günü İngilizlerin karakolda şehit ettiği 6 asker için mezarları başında tören yapıldı. AB tartışmalarına ve Avrupa'da yaşanan Türkiye karşıtı havaya tepki olarak yorumlanan törene, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon başta olmak üzere, 1. Ordu'nun albay ve üstü rütbesindeki çok sayıda subay katıldı."
Haberin spotunda sözü edilen "işgal", İngilizlerin 16 Mart 1920'de başlattıkları "İstanbul'un işgali" idi... O gün İngilizler ilk olarak Şehzadebaşı Karakolu'na saldırmış, uyumakta olan 6 Türk askerini öldürmüşlerdi.
İşte bu baskını protesto etmek için 1921'den itibaren her 16 Mart'ta Şehzadebaşı Karako'lunda anma törenleri düzenlenmeye başladı. 1958'e kadar sürdürülen törenler, o tarihten geçtiğimiz 16 Mart'a kadar yapılmıyordu.
Törenlerin manşet haberle duyurulduğu 17 Mart tarihli Hürriyet'te, genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök de bu ani karar değişikliğinin "anlamı" üzerine yazmıştı. Özkök'e göre ortada bir "balans ayarı" olduğu muhakkaktı ama kime karşı gerçekleştirildiği belli değildi. ABD'ye mi? İngiltere'ye mi yoksa bütün "Batı"ya mı?
Özkök, sorduğu sorunun cevabını vermiyordu yazısında. Zaten şu aşamada ancak spekülasyon yapılabilir. Kanaatimce burada gerçekleştirilmeye çalışılan "balans ayarı", Türkiye'deki Amerikan karşıtlığını daha genel bir Batı karşıtlığı çerçevesine oturtmak amacına yöneliktir...
Tam bu noktada Cumhuriyet gazetesinin bir süredir başyazılarında "ulusalcı cephe"yi böyle bir karşıtlığın öznelerinden biri olarak temellendirmeye çalıştığını hatırlamak lazım...
Bu yazıların en ilginci, en sözünü doğrudan söyleyeni 28 Şubat günkü gazetede yer aldı (tesadüf mü, bilmiyoruz). Başyazı, Türkiye'nin "Batı" karşısındaki "özel" pozisyonunu izahla, şöyle başlıyordu:
"Gün geçmiyor ki Batı dünyasında Türkiye'nin aleyhine bir gösterge ortaya çıkmasın! 'Büyük müttefikimiz' ABD'de veya 'Müzakere Süreci'ne girdiğimiz AB'de, ülkemize karşıt odaklardan geçilmez. (...) Batı karşısında Türkiye'nin özel bir konuşlanması söz konusudur. Çünkü biz Batı emperyalizmine karşı savaşla kurulmuşuz; bu tarihsel mirasın inatçı takipçileri bugün de var."
Batı'yı böyle tarif etmek ve sadece böyle tarif etmek Cumhuriyet'in başyazıları için yeni bir şey değil. Ama bu "Batı" karşısında hangi "koalisyon"un yer aldığının madde madde tanımlanması ve bu koalisyonun selamlanması yeni... Başyazının şu satırlarından söz ediyoruz:
"(...) Bush yönetiminin tüm isteklerine 'evet' demeyi iktidarının güvencesi gibi gören AKP'nin bu siyaseti yürütmekte zorlandığı gün gibi aşikârdır. AKP'nin, merkez sağı şemsiyesi altına alarak ele geçirdiği iktidarın gidişatına karşı dağınık bir muhalefet cephesi oluşuyor. Kemalistler, milliyetçiler, Milli Görüşçüler (ya da Radikal İslamcılar), sağın ve solun laik kesimleri birbirlerine mesafeli de olsalar muhalefette birleşiyorlar."
Cumhuriyet, bu açık sözlü sıralamanın ardından bir de "müjde" veriyor okurlarına:
"Halkın şikâyetlerini arkasına alan bu ilginç gelişme Türkiye Cumhuriyeti'nin güvenliğine duyarlı güçler tarafından da izlenmektedir."
"Cephe"nin unsurlarını tek tek saydıktan hemen sonra gelen bu "müjde", bir bakıma gazete okurlarının listede sıralanan bazı "unsur"ları hazmedebilmesi için verilmiş olabilir... Ama gerçek bir tarafının olduğu da muhakkak... Şehzadebaşı'ndaki son tören de bunu gösteriyor bence.