Bush'un beyine kan sıçratıcı son açıklaması Wolfowitz'i Dünya Bankası başkanlığına aday göstermek oldu. Her ne kadar bankanın ana finansal kaynağı sermaye piyasalarında sattığı bonolor olsa da (yaklaşık %95'i) üye ülkelerin katkı miktarları karar mekanizmasını etkiler. 183 ülkenin üye olduğu bankaya tüm paylarından %17'si tek başına ABD tarafından verilmektedir bu da şimdiye kadar ABD'nin kimi isterse onu başa getirmesini sağlamıştır. Diğer önemli aktörler de Japonya, Almanya, Fransa ve İngiltere'dir ve tüm bu devletlerin yönetim kuruluna aday gösterme hakkı vardır. Geri kalan 178 ülke diğer 19 üyeyi aday gösterebilirler. Bu kurul bankanın projelerine ve fonların nerelere aktarılacağına karar verir. Geleneğe göre Dünya Bankası'nın başkanı ABD'nin isteği doğrultusunda seçilirken Avrupa IMF başkanı adayını belirler. Yine de Bush'un telaffuz ettiği isim diğer üye ülkelerce onaylanmalıdır. Wolfowitz Irak'taki icraatları herkesçe bilinen ve yaygın bir şekilde karşı çıkılan bir isim. Aynı zamanda Wolfowitz'in Birleşmiş Milletler'e ABD elçisi olarak başka bir şaibeli isim Bolton'dan hemen sonra önerilmesi de dikkat çekici. Halen Dünya Bankası'nın başında bulunan Wolfenshon Clinton tarafından atanmıştı ve Bush Hazine'siyle sık sık görüş ayrılığına düşmesi artık bir değişikliği gerektirdi.
Wolfowitz'in en büyük iki handikapı Dünya Bankası'nı yoksullukla mücadele etmek yerine Bush yönetiminin güvenlik politikasına alet etmesi ve gelişmekte olan ülkelerin başkan seçimindeki anti-demokratik sürece olan kızgınlıklarını perçinlemesidir. Wolfowitz'in adaylığı 1968'de Vietnam trajedisinin kaptanı McNamara'nın bankanın başkanlığına gelişini hatırlatıyor. Görevde uzun süre kalan McNamara banka politikalarında birçok değişikliğe gitmişti. Onun görevde olduğu yıllar arasında bankanın verdiği borçlarda inanılmaz bir artış gerçekleşmiş ve 1981 yılında görevden ayrılmasından birkaç ay sonra borç kriz patlak vermişti. Azgelişmiş ekonomilere para aktarılmasını borçlarını geri ödeyecek kaynakları olmamasına rağmen ısrarla savunmuştur. McNamara bu ülkelerde borçlanmanın tarım ve sanayiyi ihracata yönlendirmek için yeterli motivasyonu yaratacağını ve etkili bir disiplin aracı olacağını vurgulamıştır. Ayrıca bankanın daha fazla borç vererek daha fazla söz sahibi bir hale geleceğini ve daha güçlü olacağını savunmuştur. Bu sayede milyarlarca dolar ülke ekonomisine ve halkına faydalı olup olmamasına bakılmaksızın diktatörlere peşkeş çekilmiştir.
Wolfowitz'in adaylığına bankanın eski başkanlarından Stiglitz de dahil birçok eleştiri yapıldı. Stiglitz, Dünya Bankası'nın tekrar bir nefret ikonu haline gelip dünya çapında protestolarla ve şiddet olaylarıyla karşılaşılacağını belirtmiştir. Ayrıca bankanın tümüyle ABD dış politikasının aracı haline gelmesinden çekindiğini ifade etmiştir. Örneğin, banka Irak'ın yeniden yapılandırılması sürecinde büyük olasılıkla yer alacaktır ve bu da çok taraflı/çok-uluslu bir kurum olma rolünü zedeleyecektir. Bu açıdan Bush'un aday seçimi ABD'nin uluslararası kurumları kendi amaçları doğrultusunda kullanacağını ve bunu alenen yapmaktan gocunumadığını göstermek açısından mühimdir. Wolfowitz'in seçimi Blair ve Brown ikilisi için de problemler yarattı. Her ne kadar sorunları kamuoyunda dile getirmeseler de özellikle Afrika için başlatılmış borçların affı konusunun önünde engel oluşturmasından korkuluyor. Diğer Avrupa ülkelerinden bazı yetkililer de ortak bir duruşla ABD'nin provakatif adayına karşı koyulması gerektiğini söylüyorlar. Gerçi banka tarihinde ABD'nin adayı her daim onaylandı ama özellikle Clinton'ın IMF başkanlığına aday reddetmesinden beri bu ihtimal dahilinde görünüyor. Ne de olsa Dünya Bankası'nın başkanlığının ABD, IMF'in başkanlığının Avrupa'ya gitmesi iki bölgesel gücün arasındaki sessiz anlaşmalardan biri. Son olarak da Wolfowitz'in bu iş için yeterli vasıflara sahip olmadığı tartışılıyor. Wolfowitz'in ekonomik gelişme ya da finans konularında gerekli eğitimi yok. Bankanın yoksullukla küresel çapta ilgilenen en önemli kurum ve devletler üzerinde ne kadar fazlaca söz sahibi olduğu düşünülürse ekonomik gelişme ve diğer ekonomik konular hakkında bilgi sahibi olma gerekliliği daha da iyi anlaşılır.
Gelişmemiş ülkelerin sivil toplum örgütleri Dünya Bankası'nın küresel güç yapılarının bir aracı olmaya devam ettiğini belirtiyorlar, elbette bunun başını da ABD çekiyor. Wolfowitz'in adaylığını da ekonomik ve askerî emperyalizmin nasıl iç içe geçtiğine bir delalet olarak nitelendiriyorlar. Ayrıca bankanın uyguladığı yapılandırma programlarından ya da borçlanmaya karşılık öne sürülen koşullardan en fazla etkilenen ülkelerin yönetim kuruluna aday gösterme haklarının ne kadar kısıtlı olduğunu ve en zengin ve güçlü ülkelerin ne yapılacağına karar verdiğini söylüyorlar. Bu da küresel düzeyde var olan ekonomik dengeleri yeniden üretmeye yarıyor.
G8'in diğer üyeleri ve "bağışçı"lar her ne kadar adaylığı skandal diye nitelendirseler de asıl skandal Dünya Bankası'nın süregiden ve kendilerinin de bir parçası oldukları politikalarıdır. Benin, Pakistan, Zambiya, Tanzanya, Mozambik ve sayısız başka azgelişmiş ülkeye bastırılan ve yapılan yardımlardan kat be kat fazla mali ve sosyal zarara yol açan politikalar. Asıl önemli olan kimin aday olduğundan ziyade, yıllardır uygulanan ve dünyanın büyük bölümünün yoksulluk ve açlık altında yaşamasıyla sonuçlanan yapısal uyum programları ve dayatılan diğer politikaların ne olacağıdır. Yoksa ABD'nin diğer adayları da sütten çıkmış ak kaşık değiller.