Güney Amerika yıllardır devrim hayallerini süslüyor. Soğuk Savaş boyunca yaşanmış ve hatırası hala dünyanın üzerinde dolaşan Küba Devrimi'ni geçmesi umulacak kadar büyük bir devrim beklenen... Kıtanın her yanına yayılacak bir ateş... Kuşkusuz nerdeyse Sovyet Devrimi'nden bu yana aslında en güçlü, en örgütlü Batı emekçi sınıflarının, öğrencilerin, cephelerin yapmaya çalışıp bir türlü gerçekleştiremediği ama Güney Amerika'da Katolik inancı ve sosyalizm arasında kurulan bağlarla, anarşizmin kıtada belirli bir iz bırakmasıyla, Zapatistaların tüm dünya üzerinde "evet hem elde silahları var hem de bunları kullanmadan da olabiliyor" diye düşündürdüğü her an olabilecek bir devrim beklentisi sözkonusu.
Belki dünyayı hemen değiştirmeye yetmeyecek ama hepimize derin bir soluk alma fırsatı verecek bir devrim. Bir türlü gelmeyen, her türlü günahı adeta sırtlanacak diye de beklenen bir devrim. En azından birşeylerin olabileceğine dair inancı, umudu pekiştirecek bir niyet beklentisi. Orada hala dünyanın değişeceğine dair bir fikrin canlılığı var. Bu nedenle bugün yaşanan ve siyasi iktidarların sol partilerce ya da kamu yararını öne alan liderlerce kontrol ediliyor olması dikkat çekici her sosyalist için. Yine de binbir analiz ya da şu an iktidara gelmiş olan hareketler kıyasıya eleştirilerden de nasiplerini alıyor elbette. Kimisi yalnızca, elindeki doğal kaynakların zenginliğine dayanıp, bu kaynakları kamu yararına kullanmış olmakla devrimciliği pek çabuk hakederken, kimisi ülkenin ekonomik borçlarını ödeyip, IMF tahakkümünü kırmaya çalıştığı için adeta ihanet içinde sayılabiliyor. Bu pozisyonları fazla keskin hatlarla çizmeden de Latin Amerika'da ne olduğunu anlamaya çalışmak, bunun üzerine düşünmek ve ders çıkarmak mümkün oysa.
Marc Saint-Upéry, Meydan Okuyan Sol: Bolivar’ın Rüyası ve Güney Amerika’da (çev. Şule Dönmez, İletişim Yay., 2007) tam da bunu yapıyor. Yıllarca Latin Amerika’yla bağını koruyan, snob ya da yılışık bir bakışla değil, ne olduğunu içten bir şekilde anlamaya çalışıp, kendi analizini yapabilecek kadar da sakin davranabilen Saint-Upéry, dünyanın sol köşesinde son yıllarda olan biteni sarih bir şekilde anlatıyor. Kitap sanki “kabul edelim ki bu deneyimlerin tamamı ruhunu yitirmiş bir dünyada ya da ruh diye sunulan cansızlığa karşı insanların ruhunu sağaltacak, canlandıracak, onlara yeniden insan olduklarını hatırlatacak bir imkanın kolektif düşünülmesi, hayal edilmesi, yaratılması sürecinin bir parçası” der gibi. Elbette bu dünya kendi başına değişmeyecek ama bunun değiştirmek için nerelerden, hangi binlerce problemden, hangi eksiklerden hangi fazlalardan bahsettiğimizi, nelerden yararlanmaya çalıştığımızı bilelim. Yalnızca Latin Amerika deneyiminden buraya özgü yol ve yöntemler keşfetmek için değil, insanlık alemine dair bir imkan için...